29 Eylül 2008 Pazartesi

Sudaki halkalar gibi.




Sen;
Durgunluğuma düştün...
ve Büyüdün içimde Büyüdün, Büyüdün;
Sudaki halkalar gibi.

Yeşildi dünyam, maviydi...
Bir de kahverengiydi; Sen, bana düştüğünde!..
Bakışların, kendi ortasından Büyüyen sıcak halkalar gibi iç içe yayıldı içimde...

Hoşgeldin, dedim.
Hoşgeldin sıcağım.
Hoşgeldin salıncağım!

Ve savruldu başım uzun bir iple dalına bAğlanmış gibi..
Savruldum;
Senden sana doğru!
Beni, sadece ürkek ceylanlar tanırken birde çingene serçeler...
Ve ben, yalnız kuşlarla, kavak yapraklarının sesini tanırken...
Sen;
Durgunluğuma düştün...
Ve Büyüdün içimde Büyüdün, Büyüdün;
sudaki halkalar gibi.

Sen;
Sessizliğime düştün...
Sen;
Kimsesizliğime düştün...
Belki de onun için böyle Büyüdün içimde;
Sudaki halkalar gibi!

Sana saklanmış bir düşte sana uyandığım yar ...





Sorsaydın anlatırdım sen dolu düşlerimi

Gecenin tenhasında dinlerdin yüreğimi, yüreğimdeki seni...

Bir sevinç büyürdü ansızın gözlerimde

Çocuk olurdum yüreğim bir baharlı bahçede

Ve yağmur kokusu teninde sıcak bir rüzgar

Sana saklanmış bir düşte sana uyandığım yar

Ellerini koklardım umudumdun çocukça

Dinleseydin tek hikayem sen oldun baştan sona

Bir düşünce olurdun güzelliklerle dolu

Sonsuzluğun içinde kaybolurdum seninle

Ve hiç susmazdım inan

Ah bir sorsaydın keşke

Ve yağmur kokusu teninde sıcak bir rüzgar

Sana saklanmış bir düşte sana uyandığım yar!...

Yaktığın Kadar Yandım, Bıraktığın Kadar Tamamdım...




Yaktığın Kadar Yandım, Bıraktığın Kadar Tamamdım...

:)

Okunmamış cümlelerimi kaldırdım raftan
Tozlanmış anıları kutulara,
Kutulara yangınlara saldım.
Yangınlarda yandım;
Yangınım, senin çaktığın kıvılcımdı oysa…


Bir hüzzam gecesini sıyırmaktı tülünden,
Tümünden sıyrılmaktı.
Her şeyin…
Yada bir şeyin kuşanmasıydı ateşte
Yandım işte!
Yaktığın kadar kaldım,
Bıraktığın kadar tamamdım

Birkaç mum yaktım;
İkisi kırmızı güle benzeyen,
Diğerleri… Öyle işte!

Aynı yatağın iki ucana uzandık!
Dudağımda seni görmüş son sigaram
Gözlerimde güzel yüzün,
İçimde uhde kalkmış son söz gibisin!

Ruhundayım; hadi yürü,
Erciyes’in dağlarından
Buğday tarlalarına…

Orhan TURAN

Çiy gibi düşersin tenime..





çiy gibi düşersin anılarıma
kuşluk vakitlerinde
kumrular çatılarda sevişir
yiter yasemin kokulu öğlenler özleminde
koyu gölgelere sığınsa da suskunluğum
isyan kesilirim

çiy gibi düşersin yüreğime
gün batımlarında
göl kıyısına bir çınar kondururum
hüznü sağar güneşin son deminden
yoksulluğumu paylaşır... acılarımı...
çoğalır gönenirim

çiy gibi düşersin tenime
sabaha karşılarda
tenimi sorgular tenin
yaşanmamış hazlar harmanlanır
tütsü kokan çarşaflarda
yapraklarında oğul veririm

çiy gibi düşersin gözlerime
yokluklarında
savdana bilenirim


Emre Gümüşdoğan

Kelebek Ömrüm..





KELEBEK ÖMRÜM


Ayrılığın bir ahtapot gibi kollarını sardığı bir aşk istedim.
Çünkü aşkı tüketecek kadar çok paylaşmak istemedim seninle...
Paylaşıldıkça azalır tutku, paylaşıldıkça eskir aşk.
İstemedim sıradanlığın gri ezikliğiyle renklenen bir sevdayı.
Özeldin, özel kalmalıydın.
Özlemeliydim hep seni.
İstemeliydin hep beni.
Bu kadar çok seviyorum işte seni...
Kavuşamamanın, yoklukların devasa gölgesi olmalıydı üzerimizde...

Ben seni kavuşmak için değil, kavuşmayı özlemek için sevdim...
Öyle bir imza attın ki sol yanıma,
Gizli gizli dolaşıyorsun bedenimin her yanında,
En ucra köşelerinde...
Öyle bir yazıldım ki alnına,
Taşıyorsun gitsen de dünyanın öbür ucuna...
Buydu istediğim.

Monoton bir huzuru değil, tutkulu bir kaosu seçtim.
Bana göre değildir düz çizgiler bilirsin, sivri uçlu köşeleri severim...

Hayatıma anlam katan sen imkan-sızım benim.
Ben sensiz, sen bensiz hep yarım kalacak bir yanımız...

Kelebek ömrüm...
Kelebeğin ömrü kadar kısa ömrüm...
Seninle !!!

İmkansıza düşünce yüreğin
Bunları ezberletiyorsun beynine yüreğine...

İmkan-sızım...
Yürek-sızım...

Öyle işte..

Umutlarımı biriktirdim sana?

Gecelerce azalarak?

Yüreğime saplanmış hasretinle

Kanatarak gençliğimi

Yağmurları yağdırıp yüreğime

Adını kazıdıkça buğulu camlara

Bitmez bir şiir gibi?

Ben seni öyle sevdim

Bir kere bile tutmadan ellerini

Tükenerek aşkına ve

Tüketerek kendimi

En zamansız anlarda

Ateşe verip yaramı

Yangınlarımı büyüttüm sana?

Gecelerce yanarak

Ben seni öyle sevdim

Öyle İşte.. :)

Beni de gizle ey nar bin aşığın biri gibi




Saşkın

Saşkın! Nar taklidi yapıyor bir saksıda,
yıllarca adam taklidi yaptım ya ordan
tanış çıktı bana: Şimdilik en uzun boylusu,
en mahcup tazesi de bir açılmaya görsün...
N'olur açılmasa da onu da böyle sevsek,
insan da saşkınlığından sevilmez mi arasıra?
Sevmek hayli ciddi bir iş olmalı ki, dalga,
geçmek gibi oluyor ya sonunda: Aşk nara benzer
dediğim kulağına gitmiş demek, o duymasa
yanındaki küpeçiçeği... Küstümçiçeğini geç,
nar ona uyarsa çabuk büyür büyümesine de
üzer küs bakışıyla bizi, ne aşkın tabiatı
kalır ortada ne hatıranın saflığı, kalmasın,
sakinliğimizden sevsin de bizi balkona çıkan
kadın: İki saşkın bir aşkta kızarır desin,
nar gibi desin, iyi, yüz kızartıcı bir suç
sayılsın saşkınlığımız: Sen küçük nar çiçegi,
bense senden hayli eski, de ki bir adamotu,
kendi meşrebimizce bir de bahçe bulursak
sen nar gibi davran orda ben sana adam gibi

Beni de gizle ey nar bin aşığın biri gibi!

Haydar Ergülen

28 Eylül 2008 Pazar

Bahçede hanımeli



Bahçede hanımeli sen ettin beni deli
Gel gülüm gel sen ettin beni deli
Gel gülüm gel

Zorla güzellik olmaz sev beni sevdir beni
Gel gülüm gel sev beni sevdir beni
Gel gülüm gel

Destina

Destina

Aşklara vurur bülbülüm, yuvalanır gönlümün gülüstanına
gülüşün can sıcaklığımdır üşüdüğümde, soluğun ateş
yak savur küllerimi çölüme döneyim.

orman fısıltıları kulağımda, rüzgar ıslıkları
yağmur tutuşmaları, sevgi buluşmaları
aşkın düştüğü yer… yangın
yalnızca nefesin dindirebilir volkanımı
rüzgarın merhem olur yarama süründüğüm

bilki derin kuyularında hasretimin suyu sensin
ve nasılsan öylece gel salınışın rüzgarıyla
ırmakların sesiyle ay serenatları dökülsün kulağıma
dudağıma işlesin meltem meltem seher yağmurları
gözlerinin içinde sönmüş bir tutam yıldız gibi kalayım

uçurumlara tutsak bir rüzgarım, yağmurlarla yaralı sesim
fırtınalarda çırpınan suyum, hıçkıran ışık
karlı dağlarda uzak bir ses gibi
solgun bir anıyım şimdi bu uzak kentte
kuşların göçüp gittiği mevsimlere benziyor yüzüm
ömrümün bütün dallarını silkeledi hayat
umudun bütün bahçelerinden kovuldum
bir acıyı aşmak için, bin acıyı sırtıma vurdum

uzak düştüm saçlarıma karanfil eken yıldızlardan
sahipsiz mezarlıklar ülkesinde çıplak dolaşıyorum şimdi
içinden kırılmış bir gölge
başka hangi duvara yaslanabilirki aşktan öte
ve nasıl dayanabilirki
sevinçler yoksa terkisinde çekilen acıların

Ah Destina yaralı kızım, utangaç yıldızım
yaslı gelinim, anadolum, sarı sızım, sorma beni
baktığım her pencerede doğulu ezikliğim
yurdundan kovulmuş bir coğrafyasızım
çıktığım her yolculukta türküler tutuşur içimde

şimdi uzak bir sızıda nar ile közlenip
çoğalan yalnızlıklarla yeryüzüne dağılıyor kalbim
kalbimki, zemherinin ortasında kanatları üşümüş yavru bir kuş
nereye uçsun, bir umut yoksa kanadında esen yellerin

bırak bende başlasın bu ateş sende bitsin
aşktan öte ne varsa kalbimde savur gitsin
gecelerin uzun kirpiklerine yalnızlığımı iliştirip ağlayayım

ey göğsümde nar sıcağı, çığlığıma sinen duman
içime soğurmuş küllerini bırak kızıl bir sabahın
bırak ki, dağılsın ıstırap yüklü bulutlar
ateş oflayan ormanında bu ahın

gün ışığıyla işlenmiş bir çiçeği
koparıp göğsümün üstüne bastırıyorum her akşam
dindirsin diye yüreğimdeki sızıyı
tam da usumun ortasına düşerken gülbaharülkem

Ah Destina’m, kara kızım, uzun saçlı hasretim
kül rengi kirpiklerinde nehirler yürüyenim
gelirsen sevdiğim çiçekleri getir
gönlünün güneşli bahçelerinden, nilüferlerin zülüflerinden
ve derin kuyularından hasretin, su getir

koca İstanbulu getir bana gelirken
mis sokağını, karanfil konağı, kitapçı dükkanlarını
üç beş dergi, diline dolanan bir şarkıyı, bir çınar altını
mor salkımlı düşlerini getir
istiklal caddesinde el ele dolaşan yeniyetme sevdalıları
yıldızlarını getir bana kaygısız bir gecenin
ayışığı gülüşünle sarıl içimdeki feryada
aşkın ateşlerinde sınanmış bir semenderim ben.

düşsüzüm düşlerine al beni, soluksuz sevişmelerine sakla
dudaklarınla kapat dudaklarımı, soluduğumda
uyuduğumda, alnımdan öperek uyandır beni
ki, denizlerin sevgiyle köpürdüğü saatlerde
şiirin yedirenk çakılları vursun kıyılarıma
aşk bir yanımı alıp götürsün, özlem bir yanımı
bir ömür sevgi yağmurunla ıslanayım

şimdi ayışığıyla süslenmiş penceremde
sen gecegözlü güvercinimsin, özlem yüklü şiir’im
bırak güllere vursun gülüşün, harelensin denizlerin yüreğine
yanaklarında aşkın solmayan rengi
saklayıp gecelere gizini, yıldızlara uzansın mavi düşlerin

Bense çevire çevire dört duvarımı, bir ömür aşkınla böyle yanar kalayım

Nuri CAN

Yüreği Yüreğime Dokunan Adam

Yüreği Yüreğime Dokunan Adam ♥



Sebepsiz değildi sana akışım
Çözülmeler gecesinde kapımı çaldın
Karanlıkta ve bir başıma yok olurken
Gözümden akan yaşanmamışlıklar ile
Kendimi yaralarken kabuk kalkımlarında…

Senin yüreğindi bana ilk gelen
Sonra dokunuşların oldu yarama değen,
Bırak kanasın derken gözyaşımı silen,
Damıtık duygular selinde ruhumu azat eden…

Zordum, sıra dışıydım, deliydim ama
Kimsenin göremediği ben vardı bende
İlk senin bulup önüme koyduğun
Parsel parsel yüreğimi ölçüp de
Satır aralarımı okudun kolaylıkla
Şifrelerimi çözdün ustalıkla

Ben seni şaşkınlıkla izlerken
Kah saçlarım savruldu bir an
Kah tenim değdi karlı avuçlarına
Kah dalga dalga sana aktım ay ışığında

Gecenin rengini anlattım sana
Sen tablolar çizdin boş tuvallere
Sessizliğin sesinde buluştuk seninle
Gecenin çığlıklarını dinledik umarsızca…

İmkansızlıklar içinde birbirimizi çoğaltırken
Kayıp adreslerde yol olduk, yokuş olduk
Fırtınalı gecelerde mey olduk, ateş olduk
Yüreğimden kopup gelen damla damla
Yaşlarla sevgi tohumu ektik kor ateşe
Yüreğin yüreğime dokundu, içim ürperdi…

Bilmezdim seni ve senin verdiğin umutların
Yarınlarımda beni baştan yaratacağını,
Kendimde kaybolurken beni bana vereceğini,
Deli dolu yüreğinle kapımı zamansız çalacağını,
Zamansızlıklar yumağında kahrolacağımı…

Düşler kurup orda yok olsam ne çare
Seni ölesiye isterken tüm hücrelerimde
Bir güz yangınının odağında kalakalsam
İki karşı kıyıdan ellerimiz uzansa
Dokunmak suç olsa, günah olsa ne çare…

Ahh…Yüreğim eriyorken dilinde
Kavruk ve ürkek arzular diyarında
Ruhum esir düştü sana, tutsağım yüreğinde
En uzun gecemde en uzun şiirim sana
Yüreği yüreğime dokunan adam…

18 Eylül 2008 Perşembe

Akıllı kadınlar...


Akıllı kadınlar neden yalnızdır? Cevabı uzun… ama erkek egemen toplumlarda çok normal. Adeta bir kural.
Televizyonla beslenen, medyatik refleksli toplumumuzun bazı erkekleri, gücün ve iktidarın karşı cinse geçmesi halinde çıldırıyor. Bir aşağılık kompleksi durumu yani… cennet anaların ayakları altında deyip, kadın döven zavallıların düştüğü acz…

Erkek hep zeki kadından hoşlanır ama zamanla bu zeka yarışında yenilince kızar, küser ve ağlar. Tıpkı yenilgiyi hazmedemeyen bir çocuk gibi. Zeki kadınlar erkeklerin çocuk alt beyinlerinin gelişmediğini bilirler. (gelişmez çünkü doğurganlık yoktur) Şirket sahibi, yönetici hatta başbakan bile olsalar “aslında” onların hiç büyümeyen bir çocuk olduklarını unutmazlar ve akılları sayesinde her zaman onların istediğini yapıyormuş gibi davranıp, kendi yasalarını uygularlar. Zavallı erkek, iktidarın hep kendisinde olduğunu sanır.

Akıllı kadınları yanlarında taşımaktan hoşlanan erkekler, zamanla onlardan kaçmanın yollarını ararlar. Çünkü kadın zekasıyla üstünlüğü ele geçirmiştir. Erkekse kendini eksik ve iktidarsız hisseder. Hem akıllı kadından hoşlanır, hem de akıllı kadından korkar ve kaçar. Yaşadıkları ilişki boyunca yanındaki sevgililerinin zekasıyla övünürken, o zeka kendilerine karşı kullanıldığında öfkeden çılgına dönerler ve hatta kaba kuvvete başvururlar. Bu yüzden akıllı kadınlar hep yalnızdır.

Erkeği onu kandırdığını sanırken, o çoktan ilk kaçamağı yakalamıştır. Telaş yoktur. Çünkü derinlere sessiz inilmelidir ki korkup kaçan olmasın. Bunu düzgün sevdikleri için yaparlar. Amaçları rezil etmek değil, kendisine yapılan haksızlığı tam ve doğru olarak bilme hakkını elde etmektir. Yarım yamalak nefretleri sevmez akıllı kadınlar. Öfkesine değecek düşmanlar lazımdır onlara…

Akıllı kadınlar her şeyini verir ve her şeyini alır. Acıları boylarını aşsa da gıkları çıkmaz. Dillerinde pişmanlık cümleleri dolaşmaz. Kendine olan saygılarını ve ayaklar altına almadıkları gururlarına sahip çıkarlar. Kan kusarlar ama kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler.

Akıllı kadınlar erkeklerini başkalarına ezdirmezler. Kendileri ezerler. Bunu gururlarını incitmeden yapmaya çalışırlar ama sonunda hep haksız olan onlar olur. Onlar önce susar, sonra sorgular, ondan sonra da cevap verirler. Sustuklarında dillerini dikenli tellere dolar, konuşunca önce kendileri kanarlar…

Akıllı kadınların “konuşacak çok şeyleri olduğu için suskunlukları da büyük olur” Akıllı kadınlar kendini ezdirmez. Akıllı kadınlar salağı oynayamaz. Akıllı kadınlar kendilerine haksızlık etmez. Akıllı kadınlar “mış” gibi yapmaz. Akıllı kadınlar aşıkken de akıllıdır. Bu yüzden hep yalnız kalırlar.

KAHRAMAN TAZEOĞLU.