17 Ekim 2008 Cuma

365. gün 6. saatimiz.. :)



Derin bir sızı başladı önce yüreğimde... Bir mutluluk doldu gönlüme.... Büyük bir heyecan sardı bedenimi... Evet, dedim. İşte, aradığım bu!

Daha ilk anda herkesten farklı olduğunu gösterdin bana...
Daha ilk anda sevgi dolu yüreğini açtın yüreğime...

Hayatım sen oldun.
Hayatın ben oldum.
Nefesim sen oldun.
Kalp atışın ben oldum.
Dahası gülümseyişim oldun.

:)

" Hoş geldin gülümşeyişim! " dedim sana...
" Hoş bulduk kalp atışım! " dedin bana...

Bir kapı zilinde kaldığı yerden devam etmeye başlayan aşkımız dünyalara bedel bir şey oldu.

Sen bana baktığında sevgimi gördün.
Ben sana baktığımda sevgini gördüm.
Alem bize baktığında sevda nedir, gördü.
Bir insan böylesine nasıl sevilirmiş, gördü.
Sevenler yıllar geçse bile elbet buluşurlarmış, gördü.

Senden önce hiç böyle büyük bir heyecana ev sahipliği yapmamıştı yüreğim...Zamanın elleriyle tokalaşmanın burukluğu vardı.
Kırgınlıklar, küskünlükler sarmıştı benliğimi... Ama anladım ki senden önce her şey boşmuş, senden öncesi yokmuş.

Her şeye rağmen, gidişine rağmen, sana rağmen geleceğin günü bekledim.

Dünyamı kirletmeye çalışanlar oldu, izin vermedim.
İnanmadığım minderlerin güreşçişi olmayı kabul etmedim.

Sonra sen geldin gülümseyişim!
İyi ki geldin, iyi ki bana bu mutluluğu yaşattın.
Bir daha terketme yar yüreğimin sokaklarını...
Bu yürek gidişine dayanamaz.
Bu yürek sensiz olamaz.

Hoş geldin bir kapı zilinde devam eden aşkım!
Hoş geldin gülümseyişim!
:)

12 Ekim 2008 Pazar

Deliliklerim Sana..Ben Deli Sana...



işin içinden çıkamam artık,
kokun sindi bedenime,
gül sen kokuyor !!
sen..
gül../

her anım seninle artık,
sana uyuyor, sana uyanıyorum..
rüyalarım seni görüyor,
sen
rüya../

dizelerim senli artık,
kalemim seni yazıyor..
şiirlerim sana,
sen
şiir../

aklım başımda değil artık
nereye baksam sen..

güneşsin yakıyorsun bedenimi,
rüzgarsın savuruyorsun küllerimi,
bense durmadan seviyorum seni (:

delilikler sana..
ben deli../
sana..

Hasret..



hasret bilenmek uğruna,
hasret tüketip,
hasret büyütmek uğruna seveceğim seni ey aşk.
Ki sen içimde ölüme kadar sınırsız bir yolculuksun ki;
sen yaşattıklarınla hayatıma bir umutsun.
Öyle kal içimizde , ardımızdan gelenler "BİZDE" anlam bulsun.
Anlamımız olsun mevsimi kalmayan gecelerde...

Söz ile Seni..

SÖZ İLE SENİ....

Sen bir ceylan olsan, ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı, yoktur ilacı
Vursam, yaralasam söz ile seni.



Uzakdoğu ülkerinin birinde bir kral rûyasında, bütün dişlerinin döküldüğünü görmüş. Morali bozuk bir şekilde yorumcuyu çağırmış. Rûya tabircisi kralın rüyasını dinlemiş ve şunları söylemiş:

Majesteleri, haberlerim kötü olacak. Rûyanızda, dişlerinizin teker teker dökülmesi, bütün aile bireylerini birer birer kaybedeceğiniz anlamına gelir.

Bu kötümser yoruma kral çok öfkelenmiş. Hiçbir olumlu ve rahatlatıcı söz söylemeyen yorumcuyu hemen zindana attırmış. Daha sonra da başka bir yorumcu çağırmış.

İkinci yorumcu da kralın rûyasını dinlemiş ve şöyle bir yorumda bulunmuş:

Majesteleri size güzel haberlerim var. Siz ailenizdeki bütün fertlerin her birinden daha fazla yaşayacaksınız. Onların hepsinin saadetlerine şahid olacaksınız.

Kral bu güzel sözleri söyleyen yorumcusunu hemen ödüllendirmiş. Saraydaki zevat buna hayret etmiş ve ikinci yorumcuya sormuşlar:

Sizin söyledikleriniz sizden önce cezalandırılan yorumcunun sözleriyle aynı manaya geliyor. Buna rağmen kral niye sizi ödüllendirdi de onu cezalandırdı.

İkinci yorumcu bu soruyu şöyle cevapladı:

Haklısınız, ikimizin söyledikleri aynı, fakat neyi söylediğimiz kadar onu nasıl söylediğimiz de önemlidir

webturkiyeportal - rumma

Her insanın bir şarkısı vardır..

Her insanın bir şarkısı vardır..
Bir Afrika kabilesinde, hamile kalan kadınlar arkadaşlarını toplayıp doğaya gider,

ve doğacak çocuğun şarkısını duyana dek meditasyon yapıp dua ederler.
Bu kabileye göre, her ruhun kendine özgü ses vibrasyonları vardır.
Kadınlar bu seslere kulak verdiklerinde, hep birlikte yüksek sesle seslendirirler.

Sonra da kabileye dönüp şarkıyı herkese öğretirler.

Çocuk doğduğunda, tüm kabile toplanarak ona şarkısını söyler.

Çocuğun sonraki önemli dönemlerinde, aynı şarkı okunur.

Ölüm döşeğinde de aynı şarkı söylenir.

Aslında hepimizin içinde bir şarkı olduğunu biliriz ve sevdiklerimizin zor zamanlarımızda
bunu farketmelerini ve bize söylemeye yardımcı olmalarını arzu ederiz.

Bu şarkı, Afrika kabilesinde farklı bir zamanda da söylenir.
Bir insan kabul edilmez bir cürüm işlediğinde, kabile toplanır ve ona şarkısını söyler.
Çünkü bu kabileye göre, antisosyal davranışlar ceza ile düzeltilemez:
Sevgiyle ve kimliğin hatırlanmasıyla çözülebilir.

Kendi şarkını duyduğun zaman, bir başkasına zarar verecek davranışlarda bulunma isteğine ihtiyaç kalmaz.

Gerçek dost, senin şarkını duyan ve ihtiyacın olduğunda sana tekrarlayandır.

Alan Cohen “Living from the Heart”dan alıntı

webturkiyeportal - rumma

Ömrüm.. :)




Ömrüm.. :)

Buz gibi soğuk bir gecede,senden kilometrelerce ötede,her hücremde hissederken seni;
Geçmek bilmiyor saatler...
Akrep yelkovana ulaşamazken;ki yeterince uzun geceler,ben bu karanlıkta sensiz ama hayalinle,izlerinle...dopdoluyum seninle...

Aynı şehrin ışıkları almalı gözlerimizi oysa,
Aynı gökyüzüne bakıp,
Aynı kayan yıldıza çevirip yüzümüzü,birbirimizi dilemeliyiz oysa...

Senden uzakta olmayı susuzluk bellemişken,dilim-damağım kupkuru.Kat kat giydim üstüme ne bulduysam...İlla ki üşüyorum ellerin olmadan.
Soğuk iliğime kadar işliyor.
Sen yoksun ya buralarda,tüm rüzgarlar yüreğime esiyor!!!

"Oysa tırnağımın ucuna kadar buz tutmuş bedenim..."

Belki üşümemeli bu kadar,belki ısıtmalı bu güneş az biraz..
Bakmaya alışmış,güneş bellemişken gözlerini...yapamıyorum buralarda

O yüzden...
Senden uzakta yaşadığım eksiklik yüzünden,
Aynı havayı solumadan seninle,içime basan kasvet yüzünden,
Ve sayamadığım daha bir çok neden,içimi acıtan onca yol varken
Bekle beni...
En güzel gülüşümle yüzümde,tüm ayazı bırakıp yollara..Sana Geleceğim...



Ellerimde huzur...yüzümde sevinç...gözlerimde gözLerin kalbimde sen...

Bu can Bu anlam,Yaşam..Feda oLsun sana..
An ve an seni yaşarken,gözlerinde erimeyi düşünürken..
(Seninleyim ve korumasızım, yalnızım... Ne müthiş bir çelişkidir bu!)

Gözlerimi kapatıyorum. Artık susma vaktidir.


Sevgili(m) ! Ömrümün varı! Ey hayal! Ey Gerçeğim!
SeNi SeViYorUm..!!! ÖmRüM..!!

6 Ekim 2008 Pazartesi

Baba ile bebeğin oyunu..

Anne dışarıda alış-verişteydi İki buçuk yaşındaki bebeğe babası
gözkulak oluyordu

Aslında bu pek de zor bir şey değildi Yavrucak halının üzerinde 'çay
seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor ara
sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik
fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak
ediyordu

Derken anne eve geldi Baba anneye sus işareti yapıp bebeği
izlemesini istedi Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini
istiyordu

Anne bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp biraz sonra içi su
dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi
içmesini seyretti
Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun' değil mi?'

Arabesque - Take Me Don't Break Me

Erkin Koray - aşk oyunu

Seni her gördüğümde - Erkin Koray

5 Ekim 2008 Pazar

Seninle Hayat Çok Güzel..



yağmurlar yol etti seni gözyaşlarıma.sarp kayalara çarpar gibi düştüm senden her ayrı kalışımda .baharı bekleyen kardelenlerin yaza kalan sevinçleri gibi hem umutlu ....

hem hüzünlü sevinçlerim.

senden sonra içimde kalansız bölünen bir ben varken,hasrete ektiğim umutlar içimde kalan sancıların küsüratlarıyla boğuşacak.bana sunduğun o saf ,anlatılmaz çocuk bakışların yazdıklarıma nokta koymayı geciktiriyor.benim seçmiş olduğum yol anlaşılmaz gelsede sana ....bir arşa ulaşmak gibi seni sevmek. baharı bile güneşe hasret bırakan bulutlu bakışların gün gelsin hasret yağmurlarını kor misali kalbimin üzerine akıtsın.çıkan sesin acısı kadar yangınım sana.



seni yazmak seni yaşamaktan çok zor.bunlar aklımdan geçen küçük bir anın düşünceleri.ve gün kavramının sonsuz zamanını düşün ve düşündüklerimi sana anlatamadığım için küs bana.

bakışlarında çiçekler açtıran yarim.gamzenin üzerine düşen titreyen parmaklarım,sana kıyamadığımın ve sensizlikten felç olacakmış gibi titreyen parmaklarım ne zaman saçının kıvrımlarına takılsa hiç çıkmayacakmışcasına savaş eder.

benim sana olan savaşım ruhunun en son kalesini alıncaya kadar devam edecektir.sarhoşluğuna bürünen ruhum yazdıkça; bu gönül suyunu sana doğru verecektir



sen de şefkati gördüm ben.gözlerini kısıp her bakışında yazmak istediğim ve söyleyeceğim o kadar çok şey vardı ki...

önünde heyecandan eriyiverdim.

seninle hayat çok güzel bulut bakışlım.bırak yağmurlarını dizlerinde ıslanayım.











Durduramıyorum!...


Her güne bir başka uyanıyor acemi yüreğim. Deniz, kokusuna küsmüş sanki. Çünkü ne kadar söylenmesi gereken söz varsa susmuş.

Söz geçiremediğim deli taylarım var çünkü:

“Söze daha zaman var” diyor!

Oysa biliyorum ki, yaşam kendini yenileyerek yürüyor...

Yineleyerek değil!

Derin bir nefes alıyorum. Sonra hangi dağın beni saklayacağı sorgulanıyor.

Çünkü suç işlemekten korkuyorum.

Hangi yasal aşk var yeryüzünde bilemiyorum. Kendini yasallaştıramadığı için suç olmuş aşklar düşüyor aklıma...

İrkiliyorum.

Ardı sıra koşturan günler bir boşluk bende...Böyle yaşamayı sevmiyorum.

Türküler dinliyorum gözlerimi boşluğa yatırıp. Ama hiç biri de sensiz geçmiyor:

“Tam gemiler kaçtı derken, turnalar uçtu derken, sen çıkıp gelsen.”

Adını mavi koydum senin duru gülüşüne konsun diye uçurdum.,

Kaç bahar havalandı şu gönlüm bir bilsen, göçmen kuşları misali. Sığınacak ne bir liman buldu, ne bir dal.

Hiç böyle aydınlık bir yürek görmedim; yüzünü hangi yana dönsen güneşe kesiyor.

Ne zaman yan yana gelsek gözlerim kamaşıyor, yüreğim yerinden fırlayacak gibi oluyor gözlerinin o hesapsız duru bakışlarından.

Yasak olan ne kadar şey varsa hepsi birden yasallaşıveriyor.

Ama yine de suç işlemekten korkuyorum.

Düşünüyorum, düşünemiyorum.

Anlamı olmayan hiç bir şeyin ya da her şeyin ortasındayım işte!

Yürüyen insan kalabalıkları saki içimi yırtarak geçiyor. Susuyorum delice ama içimde fırtınalar kopuyor.

Beyaz bir güvercin yakaladığımı düşlüyorum... Var say ki öyle!

Sana gönderiyorum onu. Kanatlarına hasret yüklüyorum,yüreğine aşk.

Gözleri benim için bakacak sana,ona göre bak.

Aklıma düşürüyorum ayak izlerini. Sonra oturup onları kumsala kopyalamaya çalışıyorum.

Beceremiyorum.

Sonra gözlerini, yüzünü. Beceremiyorum işte, beceremiyorum.

Çünkü suç işlemekten korkuyorum


Kendini yasallaştıramadığı için suç olmuş aşklar düşüyor aklıma.

İrkiliyorum...

Dedim ya; söz geçiremediğim deli taylarım var.

Sana doğru koşuyorlar...

Durduramıyorum!

Üzme yüreğini üşürüm ...


Üzme yüreğini üşürüm;

Sen ki kıyamazsın bana,

Ben ki üzülen yüreğinde zindan hayatını yaşarım gecelerce.

Her ne sebep olursa olsun üzme yüreğini yada üşütme beni.

Sen kıyamazsın bana ;

Üşüdüğümü duysan kendini ateşlere atarsın belki, yanıp yanıp beni ısıtmak için.

Üzme yüreğini; eririm sensiz sokaklarını arşınladığım bu diyarlarda.

Emniyeti sonsuz olana emanet edip, gözüme son bakışını nakışladığın bu diyarda eririm üzülürsen.

Üzme yüreğini üşürüm, üşüdükçe dua ile ısınsam da, duama duanı katmadan sevindiremeyiz melekleri ruhum.

Çünkü onlar aşığın duasını maşuğun kine harmanlamadan mutlu olamazlar ki.



Sen bana “-Üzülme sen, ben dertlenirim.” dediğinde Efendim(s.a.v) gelir aklıma, sen ki ondan hal almaya talip güzel insan,
eşinin derdiyle dertlenen Hatice’n olmak benim gaye-i hayalim bilmez misin ?

Biz tek yürekmiyiz ki sen yanarken ben yanmayayım,

senin yüreğin savrulurken ben üşümeyeyim?!

Üzme yüreğini üşürüm canımın canı, sen bana kıyamazsın, kıyma ki üzülme,

Sen ki kıymetlimsin, cennetim, ahiret yoldaşım dünya da şifa tiryakımsın benim,

Ya üzme, yada beraber üzülme fırsatı ver bana, daha doğrusu ağlayıp ağlayıp sönelim beraber;

Allah diye zikredilmez sadece bilirsin, “Allah “ diye ağlanır birde yâr dediğin cânanın ile;

Üşümemi istemiyorsan “Allah” deyip ağlayalım seninle, O ki yalnız bırakmaz bizi;

O ki üşütmez O’na müştâk bir olmuş yüreklerimizi,

Üzülme emi mavi hayalim, üzülmek Allah ‘ın var ettiği bir “duygucuk” ama benim derdim tek başına üzülmen,

Üzme “kendini”, üzüleceksek beraber yanalım, beraber üşüyüp duayla ısınalım,

Teslim olalım, ” aşkı bize teslim edene”

Üşümeyeyim ben, çift kanalı tek yüreğimizle takdiri sabır ile buyur edelim hanemize.

Cennete merdiven inşa etmeye çabaladığımız yürek hanelerimize aşk ile sabır büyütelim .

Üzme yüreğini üşürüm ...

Ben , sen , bir de üç noktalı, O ...


Sen, ben bir de...O



Ağlardık. Göz yaşlarımızı dışarı taşırmazdık. Sessizce içimize akardı. Yabancılığımız belki bundandı... Birikmiş tuzlu suların en dibinde ruhlarımızı yıkardık. Ve kendimizden en kolay göz yaşlarımızın üzerinden kaçardık. Sessiz hıçkırıklara yelken basardık. Yanaklarına süzülen yaşları titrek mum alevleri aydınlatırdı. Gecenin sessizliğinde genç bir adamın çığlığı yankılanırdı. O ne yapardı, ne zaman bağırırdı , ne zaman ağlardı bilmezdik.
Bilinmezlere gebe geceleri Onsuz geçirdik...
Sonra susardık. Zaten çok fazla konuşmazdık. Konuştuğumuzda neden sustuğumuzu suçluların telaşıyla birbirimize sorardık. Susuldu mu, dolu dolu susulurdu. Kimi anlar sessizliklerimizde yatıya kalırdık. O anlarda sen Onun üzerini örterdin , ben sana sarılırdım, O tavandaki yıldızları sayardı. Gecenin içine doğru kaybolurdun , kaybolurdum, kaybolurdu... Kara bir delik bizi sonsuzluklara atar, bir çocuk ruhu kapkara bir kuyuya atlar, bir parantez karanlıklara kanat açardı.
O karanlıklar hiç aydınlanmadı.
Ve kaçardık. Kendimize yakalanmazdık. Yakalamak için çaba da harcamazdık. Yalnızlığımızı yalnızca kendimizle paylaşırdık. İşte o anlarda, dünya üç yalnızın etrafında dönerdi. Ve üç yalnız bedeni bir tek bulutlu geceler severdi. Birbirimizi ilk gördüğümüz anda, daha önce rastladığımızı ve daha sonra karşılaşacağımızı anlamıştık. Kim bilir, belki ilk kez bunu anladığımız anda yanılmıştık. Sen de bilirsin ya, insan bazen bir su birikintisinin üzerine düşen yansımaları gerçeğinden ayıramıyor. Ayırmamak işine geliyor, diyelim. Kendi silüetini karanlık bir suyun üzerinde hiç yapamayacağı gibi narin narin salınırken görmek, insana garip bir haz veriyor. Oysa yabancı ruhların üzerimize düşen gölgeleri her zaman da mutluluk getirmiyor. Ve bir izden geriye hiç bir zaman, hiçbir iz kalmıyor. Ne dersin sen, ben ya da o, hangimiz birbirimizin üzerinde bir iz bırakmayı başardık ? Hangimiz, ileride çocuklarımıza anlatılmaya değecek anlar, anılar bıraktık?
Hayatın, kaçak ruhları yakaladığı bir kahve molasında, soğuk bir kış akşamında,kırgınlıklardan başka konuşacak ne kaldı ? Sonuçta Sen kaçtın, ben kaçtım, o kaçtı...
En iyi yapabildiğimiz birbirimizden kaçmaktı.
Başardık.
Hep kızgındık. Kırgınlıklarımızı özenle saklardık. Şeffaf örtülerin ardından gözlerimize bakamazdık. Hayat işte böyle ertelenirdi. Oysa çözülür sanılan düğümlerin üzerine hep yenileri eklendi. Ben seni bir kol saati gibi kolumda taşıdım, sen yelkovanı kovalayan akrebe takıldın, o ikimize de aldırmadı. Bir de ikimize inat bizim yapamadıklarımızı yaptı.
Hayatı bir kol saatinin dışında yaşamayı başardı.
Anlatamazdık, anlatamadık da... Anlatılamayan uzaklıklardık. Bir şişenin içinde denize bırakılmış yardım mesajlarıydık. Dalgaların arasında kendimize bir yol aradık. Muhteşem fırtınaları , aydınlık yağmurları ve bir okyanusta batan güneşin ardından yaşanan o muhteşem anları kimseyle paylaşamadık. Oysa umudu hep içimizde yaşattık. Her görünen kayalık , ulaşılamaz büyük kıtalardı. Halimize köpek balıkları gülümser , yunuslar ağlardı. Biz açıkçası büyük kıtalar aramanın büyüsüne aldandık. Ardını görmediğimiz kıyıları ararken şişenin içinde yazılı mesaja bakamadık. Peki şimdi bak bakalım sonunda ne yaptık?
Bir kıyıya ulaşamadın , ulaşamadım , o da ulaşamadı...
Taşıdığımız mesajlar ve biz.. Her birimiz... kendi şişesinde mahsur kaldı.
Hayvanlardık. Bilmem bu yüzden mi insanlardan uzak kaldık . Dostluğu , nefreti aynı anda şehveti paylaştık. En büyük yalanları, en çok sevdiklerimize sakladık. Tutkularımızın gücünü aldatılınca anladık. Avda, avlanan, avcılardık... Kendimizden korktuk, içimizdeki hayvanlardan saklandık. Saklanmayı görünmez olmak saydık.
O senden kaçtı, sen benden, ben zaten çaresizdim bu kaçak ikilinin sessizliğinden...
Uçamazdık.Bir süre sonra uçmayı da aklımızdan çıkardık. Kanat çırpıp uzaklaşamadık. Birbirimize katlanmak zorundaydık. Sonuçta işte bu yüzyılda , bu toprakların üzerine sıkışıp kaldık. 3 oda bir salon ahlak anlayışlarında kutsal hazineleri aradık. Sen üç adım ileri atacaktın , \ ben iki adım sola , \ O, kazmayı vuracaktı,\ yüzyıllık yalnızlığa.
Oysa ortada ne bir harita vardı , ne de işaret taşları... Bizim asıl bulamadığımız, koskoca yalnız bir çınar , koyu sarı bir sonbahar, bir de ondan geriye kalan dökülmüş yapraklar - dı...
Ne dersin, belki de kurbandık. Koyamadığımız kuralların altında kaldık. Umduklarımızı değil (biz de diğerleri gibi) umulanı yapmak zorunda kaldık. Adı yanlış telaffuz edilen ülkeler gibi kendimizi başkalarında ararken, hep bir yabancı ile karşılaştık. Ya adları yanlış söyledik ya da yanlış adlara farklı anlamlar yükledik. Konuşamadığımız diller bahanemizdi. En iyi bahaneleri yaşanmayan aşklar tüketti.
Görmediğim sen , ben, bir de hiç karşılaşmadığın o. Biz üç müşteri , üç sağlıklı beden , üç hastalıklı ruh , üç doktor olmayı aynı zaman aralığında başardık. Geride kalanları kendi günahları ile baş başa yaşamaya bıraktık. Biz birbirini tanımayan şizofren dünyaları, paranoyak geçmişlerimiz eşliğinde paylaştık. Şimdi bir mektup estetiğinde hayatta (belki de) son hesaplaşmalarımızı yapıyoruz. Ve en özel duygularımızı nedendir bilmem başkaları ile paylaşıyoruz. Anlatılamayanları , anlaşılamayanları, anlatırken biraz tedirgin , biraz üzgün ,biraz ürkek ve biraz da hiç tanımadığın bir yabancıdan yardım istermişçesine samimi bir şekilde yazıyoruz. Yıllardır ulaşamadığımız ruhlara, yıllarca nasıl bir kadehte , bir bedende, bir yürekte teselli aradıysak, şimdi kendimizi yarım kalmış cümlelere vuruyoruz. Olmayan insanlara, olmayacak hayallerle , olan biteni şifreli cümlelerle sunuyoruz. Ne sen, ne ben, ne de o... bu şifreleri çözemedi. Belki bu yüzden üzerine bir isim yazma cesaretini gösteremediği mektupları gönderemedi. Yine belki bu yüzden önümüzde öylece duran büyük fırsatları da göremedik. Her seferinde elimizin tersi ile kendimizi bir kenara ittik.
Ben , sen , bir de üç noktalı, O
yanıldık.
İsimsiz mektupları yanlış adreslere yolladık.


Cüneyt ÖZDEMİR

Ben Deliyim Dedim ya , Anlamak Zordur Delileri..


Aşkına deli itirafıdır okudukların
Anlamsız kapılara takılırdı gözlerim.




Avuçlarıma aldığım yalnızlık çiçeğidir hüzün.Ve baktıkça kendimi iyi hissettiğim zamanlarımı çalar götürür yüreğimden kimsesizlik.

Hiç farketmedim uykusuz kaldığım saatleri,sebebini yazılan şiirlerde aramadım desem yanılgı beslerim kendime.Penceremin pervazında dirsek çürütüp sardunya sevmektir hüzün bende zamansızca.Ve hiç olmadık yerde gülüp sessizliğe,cümlelerde hayallerime yer bulmak gibi saplantılarım hep oldu sanırım.

Ağlamayı öyle kuru kuruya beceremedim hiç bir zaman.Nedense içimi yakan bir acının pençesinde dilimin ucuna yerleşen kelimelerin fiillere cilvelenen çekimlerinde kalıpta ne hatıralardan koptum geldim. Yaşadım kendimi,kendimi senin bildiğin kadar anlamadım.

Anlamsız kapılara takılırdı gözlerim.Bir açılır bir kapanırdı hüzün kapısız yüreğimin tünellerinde. Hayat tünellerime aşkı sonsuzluk gibi bırakırcasına uçsuz bucaksız bir zamandı bende.

Ben bir deli olmalıyım,deli ile uğraşmak kolay mı,hiç uğraşmadığım bir kendimi buldum eski evlerin kırılmış aynalarına bakarken. Her gece benden bir hayal isterdi oysa,şöyle işi gücü bırakacaksın gözlerini tavana dikip yattığın yerden konuşup duracaksın,sonra yıldızlara bakıp ben gökyüzüyüm diyeceksin,denizim diyeceksin ve uyuyup gideceksin seni götürdüğü yere.

Söylendiği kadar zor değil aslında,hep söylemekten korktuğun için başına gelir kendine karşı hissettiğin suçluluk.İçin parçalanır ben bu değilim dersin,geçemezsin cümlelerin tuzaklarla kaplı yollarından. Engellerin vardır,duvarlardan uzak durursun. Yıkılırsın bir gece,bir gece senden iyisi yoktur. Eski evlerin kırılmış aynalarında anlarsın zamanla,hep aynı yerde seni bekler,sabah,akşam seni hep aynı köşede suskunlukla seyreder. Hüzündür bu tadında özlemdir sevmek.

Kendi aynalarından kaçamazsın,duygularınla çoğalamazsın.Ve ilişkilerin derinleştiği bir dünyanın açmazında yapayalnız kalırsın.

Hiçbirşeylik belkide anlamı en çok kabul gören bir kelime olup çıkar karşına.Sadece hiçbirşey dersin. Herşey kendi anlamına göre bir yer bulur oturur karşına. Yüzleşirsin. Yenilip yenilmemek kendi avuçlarının içindedir. Sen ayrı bir dünyasın. Kaç dünyan var senin sahi.
Zamanı ucuz senaryolarla acınacak durumda kalan bir kimsesizin gözlerinden içine çektinmi hiç.
Gözleri ağlamaktan şişen beş çocuklu bir ananın yalnızlığına,kadere isyanına tutunupta karakış ortasına itildin mi sen. Tabanları olmayan bir ayakkabı ile çamur içinde yuvarlanan yüreklerin acı çığlıklarında kayboldun mu sen hiç. Sen geçip giderken bir kez olsun zamanı,zamanın dışında kalan yüreklerle nefeslendin mi.

Kaç kişiden çıktı düşlerim yola bilmem.Yağmurda uyumayı öğrendim demek zor değil bana.Neydik herkesin bilmediği kadar,yoksa hiçkimsenin bildiği bir yürekmiydik.
Hayır inanmıyorum,oysaki,biz kendimizde değildik.

Kar yağdığında akşam ışıklarının mağaza vitrinlerine vuran sıcaklığına burun dayayıp,kar tanelerini kovalayan bir kedinin oyunu sanki hayat. Yorulunca bir kenarda kıvrılıp uykuyu beklemek gibi.
Sanki sabahı özlemek,özlemek dalında filizlenen bir tomurcuk gibi yeniden doğmak gül bahçelerinin avuçlarında.

Ben deliyim dedim ya,anlamak zordur delileri. Delidir derler hani ne yapsa yeridir. Ne yapsamda be etsemde bana ayrılan yeri bulamıyorum haritada. Suskunluğu seviyorum aslında. Ki suskun her yürek deliler gibi konuşandır bende. Bir amacım var aslında kimsenin bilmediği,isyanlara ön safta kılıç kuşanan bir çöl bedevisi gibiyim. Ve yaralanmış bir yürek taşısamda karmaşanın ortasında ellerim,kollarım,ayaklarım zincirlenmiş bilinirim.

Esareti kuşanıp sabahların renginden sana getiririm.Deliyim derim delilerin delisi. Ve sen söyle bana sevdiğim,hiç utanma deli ol benim kadar hayata. Söyle bana,sabahlara gecelerle bir olup küstünmü sen hiç. Yakıp sahil ateşinde aşkı gökyüzüne uçurdunmu hiç.

Ve hayatı eskiyen evlerin aynalarında unuttunmu.Unutulmaz olan dediğin sevdalını gecelerce dudaklarında sayıkladınmı,yağmurlarında onun için ıslandın mı..

Kar yağarsa ayakizlerimden tanı beni. İz bırakırım yüreğinde.
Kıvrılıp bir köşede mahallenin deli kedisi gibi,saatlerce ben seyrederim gözlerini.

Dedim ya deliyim,ne yaparlarsa yapsınlar,
Ben yalnız seni sevmekteyim.
Yüreğinin esiriyim..

Birkan ASKAN

Aşk;Denizdi,Gemiydi,Yelkendi,Rüzgardı...

Aşk;Denizdi,Gemiydi,Yelkendi,Rüzgardı...


Aşk büyüdükçe denizimiz de büyüdü!Her yanımızdan alabildiğine uzanan mavilikte,gidilecek ne çok yer vardı.Berrak suları içinde kayboluyordu bakışlarımız.Denizdi,maviydi.Çok büyüdü.Onun büyüklüğünde küçücük kaldı gemimiz,bir mendil hüznünde savruldu yelkenimiz.Rüzgarsa eğilip büküldü dalgaların arasında.Gitmeye vesaitimiz yoktu,kalmaya yerimiz.Ne yön verecek rüzgar ne de koynuna alacak yelken.Denizdi ve biz aşkta denize aldandık.

Aşk büyükdükçe gemimiz de büyüdü.Koca bir güvertede çocuklar gibi koşabilirdik.Kulaklarımızı yatırırıdık dalgaların sesine ve martılarla konuşurduk,delice...Gemi büyüdükçe suyu çekildi denizimizin.Gidecek yerimiz vardı da,bize yol verecek denizimiz çöl zenginliğinde takıldı ayaklarımıza,Yelkenimiz yırtıldı; kırıldı rüzgarın küskünlüğüne ve kayboldu.Evet,rüzgarda küskünlük,martılarda hazin bir çığlık...Oysa büyüyen aşkımızdı.Büyüyen gemimizdi.Gemiydi,bizimdi...Gitmek istemiştik sadece,sadece gitmek...

Aşk büyüdükçe büyüdü yelkenimiz.Göğü kaplıyordu sanki.Sanki gökkuşağıydı rengi.Sığınırdık yağmurda,sarılırdık fırtınada ya da saklanırdık her yakalanma korkumuzda.Hiç yok gibiydi denizimiz,küçücük kaldı gemimiz,hissedilmedi bile rüzgarımız.Koca bir yelken üstümüze kapandı.Ellerimizi tuttuk önce oysa duyulmuyordu sesimiz.Sonra ellerimiz ayrıldı.Sonra sesimiz yaraların altından kanarcasına geldi.Bir yakarış,bir haykırış...Yelkendi...Gökkuşağı renginde bir yelkenden bize gökyüzünde yer açmasını istemiştik.Açtı ve birbirimizi gökyüzünde kaybettik.

Aşk büyüdükçe rüzgarımızdı büyüyen.Delileşti,serserileşti.Hoyratlığına dağlar dayanmazdı ve en çok denizler kanardı.Gemimiz önüne canını sererdi,yelkenimiz koynunu açardı.Rüzgardı,sevdiğim gibi.Saçlarına ve tenine dokunan tatlı esintiydi,sesim gibi...Fırtınaya döndü,kasırgalarda yitti.Ne deniz kaldı,ne gemi,ne yelken...Sonra,ben de kalmadım.Sen ise gittin;içimin yamacından uzağımın boranlı bir ovasına.Rüzgardı,sevdiğim gibi.Sevgilim gibi...

Büyümenin ve küçük kalmanın dengesiz zıtlığında her şey hep yarım mı kalacak?Tam buldum derken en güvendiğimizin bıçağı denizimizi yarıp,gemimizi mi batıracak? Usta ona,"susmayı iyi bilirim" dedim.Önce sustu,sonra "en iyi susmayı bildiğini,en iyi ben bilirim" dedi ve giden olmayı seçti.Şimdi söyle;bu denizin dibinde,bu geminin kırık-dökük güvertesinde,bu yırtık yelkenle,bu yönsüz rüzgarın içinde bu aşk nereye gidiyor usta?

Kahraman Tazeoğlu

Susacak Var adlı kitabından

Terkin Gevezelik Avuntusu..

TERKİN GEVEZELİK AVUNTUSU

Olabilir bir aşkın hem kolaylığına aldanıp en aşkı yaşayamamak hem de olmazlığıyla karşılaşıp, aşkın en asil yüzüne küfür etmemek için seni sevdim ! Korkak cesaretine her yol tehlikesiz görünür ve tehlike denilen , korkak için cesurluğunu göstereceği bir kürsüdür !
Ben, kahraman olmak için seni sevdim ! Yeterince imkansızdın, çokça tehlikeliydin ve senin için yaşamayı başardığımda ölümsüz olacaktım.
Ben, seni sevmemek için neden aradıkça ve "neden'ler" buldukça, seni daha çok sevdim !
Şimdi !
Var mısın ? Kalalım sen ve ben bu öykünün tüm yel değirmenleriyle savaşalım, bir donkişot şizofrenisiyle...
Hangimizin cervantes, hangimizin donkişot olduğunun ne önemi var? Tekimizin sanrısına, "biz" gücüyle karşı koyarız.
Kalem kimin elinde, kim kahraman? Bilinse ne değişir ki ?
Kazansak da hayal ürünü, kaybetsek de... Sayfalar arasındaki aynı tarafta saf tutmuş bizliğimizin resmi, bakarsın güzel durur! Bakarsın yakışır yanyanalığımız birbirimize.
Evetse, siper et düşlerini, gerçeklerin keskinliğine...
Hayırsa, bir daha sus! sus!

KAHRAMAN TAZEOĞLU (Susacak Var!)

Uyanma küçük kız..

UYANMA KÜÇÜK KIZ


Uyanma küçük kız! Uyanma ve görme kahramanın olamayışımı!

Ağlamaklı bir uykunun koynundasın. Düşten düşe düşerken nöbetleşe bir çığlık gibi irkiliyor bedenin. Bedenin titredikçe adım duyuluyor dudaklarının arasından. Sızılanır gibi, yankılanır gibi... Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile kalabalıkların içinde kaybolmuş ruhunu bulamayan iz bilmez bir kahramanı oynuyorum. Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile seni korkularından koruyamayacak kadar korkak bir kahramanı oynuyorum. Adım gibi eminim ki, düşlerinde bile kahramanın olmayı beceremiyorum.

Uyanma küçük kız uyanma ve görme!

Pişman değilim ama keşke soran gözlerine konuşmak yerine "susacak var" diye bakabilseydim. "Susacak var" diyebilseydim. Geç bir itiraf her şey. Geç gelen gerçek incitti içini. İçin için ağlamalara ittim seni. Kendi ellerimle, kendi sesimle... Yersiz susuşlarımdı seni itaatsiz konuşmalara boğan. Zamansız sessizliğimdi seni haykırışlara şahlandıran.

Şimdi uyanma küçük kız! Uyanma ve görme çaresiz kahramanlığımı!

Adım düşmüyor dudaklarından. Adım dökülüyor yalvaran sesinle kulaklarıma. Oysa isyandasın. Bir uyansan, meydan okuyacaksın varlığıma. Gözyaşların süzülüyor saçlarına doğru. Her bir damla dağlıyor beni. Bin parçaya ayrılmış bedenimin tek bir parçası bile dokunamıyor sana. Öyle uzağındayım ki... Ama biliyorum; beni büyütüyorsun düşlerinde.

Uyanma küçük kız! Uyanma ve daha da büyüt çocukluğunu unutmuş ruhumu.

Yazmıştım ya "yaşadığını kanıtladığın için teşekkür ederim" diye, hiçbir şeyle ödenmez bir varoluştu gülüşün. Kaç teşekkür az gelir bilsen ya da kaç bakış. Ölmüş bir kalemi dirilttiğini bilmedin ve görmedin hiç. Gereksiz bir suskunlukla gizledim bendeki senin gerçeğini. Kahramanın değildim, kahramanımdın benim. Bilemedik rollerimizi. Belki de bu yüzden hep şaşırdık repliklerimizi. Hep dil sürçmelerinde kaybettik aslımızı.

Uyanma küçük kız! Uyanma ve görme yok oluşumu.

Beni eski bir yarayla aldattığın gün anladım aslında seni ne kadar da çok sevdiğimi. "Sevmeseydim gitmezdim" dediğimde ne çok istedim seni sevmemeyi ve yanında daha çok kalmayı. Kahramanına yenilen bir yazardım ve gitmeseydim hiç yazamazdım. Ve gitmeseydim hiç yazamazdın!

Uyanma küçük kız! Uyanma ve dinlensin kahramanımın küçük ve yorgun bedeni.
Seni öyle seviyorum ki...