30 Haziran 2009 Salı

Ben Aşk | Hakikatin diyemediği her kelama "Öz" olurum..



Ben aşk...

Kalbin kafesindeki deruni büyünüz. Vakitsiz yollara düşüp aradığınız, tam buldum derken kaybettiğiniz mahrem-i esrarınız. Gah bir irem bahçesi gah bir mahbes yerine koyduğunuz... Hayatınızın en serin barınağı saydığınız gül kokulu eyvan. Her aşık için adım başka başkadır. .Bir adım aşk, bir adım yalnızlık, bir adım acı, bir adım mutluluk ve bir adım firak...
Bütün yola çıkmış sevdalara ben kılavuzluk ederim. Önceleri yol kenarlarında hanım elleri kokar, mor menekşeler selam durur bana.

Aşıklar hep benim adımı söylerler.Adımı ağızlarına pelesenk ederler. Tatlandırırlar. Tüm zorlu yollar benimle aşılır. Şirin’e varan dağlar benim soluğumla delinir, Aslı’ya giden yola benimle düşülür. Varılmaza varılır. Tüm karanlık geceler, benimle birer yıldız şölenine dönüşür. Benim efsunumun kokusu ölgün yürekleri ayaklandırır. Gülzar bahçelere dönüşür kötürüm duygular. Gelişim gül açtırır, gidişim dert saçtırır.

Sevdanın uyuduğu bir fecir vaktinde...

Ben, yüreklerin en kuytu vahasında çiçek açmaya dururum.




Ben aşk...

Kalbin hüznüne derman olurum. Yağmur olur, dökülürüm ayaklarına peri bakışlı güzellerin. Umudun keskin şavkında, rahmet olup yağarım, utangaç delikanlının bezgin yüreğinin çatlaklarına.

Vakit akşam olunca, hüzünlü imbat rüzgarı olup, inceden inceye eserim avare yüreklere. Sevgi selinin hırçınlığı, alır götürür sevenleri yalnızlığın okyanusuna. Sessizlik biçare yüreklerde derinleştikçe, ben agah olurum. Hükümdarlığımı kurarım gönüllerin en yüksek taraçalarına. Tahtım kavi değildir. Keşakeş kavgalar beni savurur buzul yangınlarına, Aşıklar ellerini çekince üzerimden rüzgar girdaplarına tutunurum. Giderim.
Sevgilinin sesine birazcık ney olurum.



Ben aşk...

Erguvan dallarını sessizce ben tutuştururum. Duygu merdivenini sözsüz bir musikiyle ben bırakırım yüreklerin ayaklarına . Dünyanın kalbine basa basa gelir bulurum sermayemi. Çok uzaklardaki bir sabahtan uyanıp gelen, ürkek ve çekingen bir kuş gibi, gelir konarım sevdanın hayal çiçeklerine. Sözün bittiği demlerde, benim türküm söylenir. Sırmadan hayal ipliği dokunur geceler boyu. Aslında sessiz bir fısıltıdır benim varlığım.
Yalnızlığın derinleştiği demlerde sessizce okunurum




Ben aşk...

Güvercin güzelliğinde geldiğim dallara, kara kış indiğinde, hicret ederim vefa elbisesi giyinmiş yüreklere. Oyalanıp dururum gönüllerin kıyısında . Çiçeklerden bir tapınak yaparım. Sular, benim serinliğime iner ayaklarıma. Rüzgar, çiçek kokulu heybesini bırakırken kıyıma, yanında gözyaşıyla ıslanmış hatıraları da boşaltır dehlizlerime... Benim acı veren taraflarım vardır ... Öldürmeyen, kanatan, acıtan... Benden sonra şarkıların yüzü kızarır. Saadetin yalanı karışır çapkın rüzgarlara. Çiseleyen yağmurlara hasret, inleyen çöller bulurum. Her şeyin sustuğu demlerde...

Hakikatin diyemediği her kelama öz olurum




Ben aşk...

Sizden yana derdim çok ey insanlar... Beni, her yalanınıza katıp düşürdünüz ayaklarınıza. Sebat etmeyi bilmeyen yüreklerinizi örten çağın kırk bohçalı feracesi miydi sizi böylesine hissiz yapan? Her sabah güneşin akıp giden ırmaklara dalışı gibi, daldınız her gördüğünüz durgun sulara... ölgün bir utancın kucağında Kelimelerin diyemediği, sözlerin yetmediği, bitmiş türküler söylüyorsunuz benden yana. Oysa ben bitmiş türküleri sevmem. Yitik sevdalara, küsülüdür yüreğim. Sadakat, güneş gibi yakmayınca, aşk ilahi şifrelerden taşıp akmayınca, benim adım anılır mıymış? Sadakatin kirli urbalara sarındığı bir zamanda, her adam, aşık sanılır mıymış?
Ben de topladım heybemi. İşte gidiyorum. Adımı bundan böyle yalanlarınıza adamayacaksınız. Sevda denilen periler ülkesinde, sadakat denen nazlı gelincik, ninniler söylemeyecek. Akşam bulutu dolaşmayacak bundan böyle üzerinizden.
Çok uzaklarda kalan aşık ve maşuka yana yana köz olurum




Ben aşk...

Ten ülkesindeki sevdalara benim değil, eşkıya düşüncelerin hükmü geçer. İşte... Muhayyer makamında ezgilerin yakıldığı bir fasıldı, geçti gitti. İlkbaharın tatlı rüzgarı, narin tepeciklerin ardına saklandı. Ruhumun esrarı, göçebeler gibi uzaklara sürüklendi. Tülümsü hatıralar, böğürtlenli yamaçlarda kır uykusuna yattı. Öylesine huzurlu, öylesine aşikardı yüreklerin rıhtımı. Sözde saadetin yalanı, yıktı beyaz taşların vakurunu. Duygular, deruni duygular ölümüne yumdu gözlerini. Fırtına, en keskin fistanını dikti çalılıklardan. Kanata kanata, deli gömleği gibi giydirdi sevdalara. Ben unutuldum, sevdalar bitti...Ne aşık kaldı ne maşuk. Leyla, Mecnun’unu yitirip çöle vermişken, Aslı Kerem’ine kavuşmamışken, Züleyha aşk şarabını zehir niyetine içmişken, hünkar gönüllü ulular gitmişken, sevdanın esamesi okunmazken...


Hayatta Kararlar Birer Kibrit’ tir


Adamin biri
Bilge bir kral olmakla un salmis olan kralin yanina gider.
Krala sunu sorar;
'Efendim soyleyin bana hayatta ozgurluk var midir? '
Kral 'Elbette' der,
'Kac bacagin var senin? '
Adam soruya sasirarak 'İki efendim' der.
Kral 'Pekala, tek bacaginin ustunde durabilir misin? '
'Elbette' diye cevap verir adam.
Kral 'O halde hangi bacagin ustunde duracagina karar ver'.
Adam biraz dusunur ve sol bacagi ustunde durmaya karar verir.
'Tamam' der kral
'Simdi de oteki bacagini kaldir.'
Adam sasirir 'Bu imkansiz kralim' der.
'Gordun mu? ' der kral '
Ozgurluk budur.
Sadece ilk karari almakta ozgursun.
Ondan sonrasinda degil.'


Tiziano Terzani'nin “Atlikarincada Bir Tur Daha” adli kitabinda
Okudugum bu kucuk oyku yillardir tartisilan ozgurluk kavrami
uzerinde bir kez daha dusunmeme yol acti.
Hayat gercekten boyleydi.
İlk karari aliyordun ve gerisi o ilk karara bagli olarak
gerceklesiyordu.
Hayat hata kabul etmiyordu.
İlk kararin dogruysa isler yolunda gidiyordu
ama eger yanlis bir karar aldiysan,
hersey zincirleme yanlis gidiyordu.


Mesela meslegini secerken...
Hasbelkader, iyi dusunmeden, yeteneklerinin farkinda olmaksizin
bir meslek sectiginde omur boyu isini zorla yapmaya
mahkum oluyordun.
İsinin basindayken baska bir is yapmayi ozluyordun.
Ama biliyordun ki; ozgurlugunu kullanmis ilk karari vermistin ve
Yeniden baslama cesaretin yoktu.
Bazi insanlar vardi hayatta...
Onlar ise her seyi ardlarinda birakip yeniden baslayacak kadar
cesurlardi. Ama sen onlardan biri olamiyordun.
Bunca emek bunca calismayi sanki copmus gibi bir cirpida
ativeremiyordun.
Oysa goz ardi ettigin bir sey vardi. Hayat cok kisaydi
Ve mutsuz oldugun islerle zaman oldurmek
ayni zamanda ruhunu oldurmekle es anlamliydi.


Evlilik konusunda da iyi karar vermek gerekiyordu.
Yanlis bir karar ayni evde yasayan iki dusman yaratabilirdi.
Ask zorunluluga donusebilir ve hayatini cehenneme cevirebilirdi.
İlk karari aliyordun, bu konuda ozgurdun
ama devaminda senin kararina bagli olmayan
pek cok sey gerceklesiyordu.

Hayat kararlardan ibaretti ve kararlar birer kibritti.
Dogru yerde ateslediginde seni isitacak ates,
corbani kaynatacak ates oluyordu,
yanlis yerde atesledigin vakit ise
icinde bulundugun evle birlikte seni de yakiyordu.

Hayat oyle basite alinacak bir oyun degildi.
Oyunun kurallarini bilmen ve ona gore oynaman gerekiyordu.
Ama cogu zaman oyunun kurallarini bilmek yetmiyordu.
Cok daha onemli olan baska bir sey vardi.
Kendini bilmek...
Ne istedigini, neyin seni mutlu edecegini ve kim oldugunu,
Neler yapabilecegini bilmek zorundaydin.
Ancak o zaman dogru kararlar veriyor ve
mutlu bir hayata sahip oluyordun.

Ve kararlar birer kibritti...
Ya kendini yakiyordun ya da isitiyordun...

28 Haziran 2009 Pazar

Google Amca Kendini Aşar :)

google bile çözdü sonunda sukuşu seni
























Tuz ve Su

Tuz ve Su


Hintli bir yaşlı usta çırağının her şeyden sürekli şikayet etmesinden
Bıkmıştı.Birgün çıragını tuz almaya gönderdi .
Yaşamınındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndügünde ,yaşlı usta ona bir avuc tuz bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak yaşlı adamın söyledigini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

‘’ Tadı nasıl ?’’ diye soran yaşlı adama öfkeyle ‘’acı’’ diye yanıt verdi.

Usta kıkırdayarak çıragını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az
İlerideki gölün kıyısına götürdü ve çıragına bu kez de bir avuc tuzu göle atıp gölden su içmesini söyledi .Söyleneni yapan cırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu :

‘’Tadı nasıl?’’
‘’Ferahlatıcı ‘’ diye yanıt verdi gec çırak
‘’Tuzun tadını aldınmı ?’’ diye soran yaşlı adam ‘’hayır ‘’diye yanıtladı çırak
Bunu üzerine yaşlı adam suyun yanına diz cökmüş olan cıragının yanına oturdu ve söyle dedi:
‘’yaşamdaki acılar tuz gibidir,ne azdır ne coktur Acının miktarı hep
Aynıdır . Ancak bu acının acılıgı ,neyin içine konulduguna baglıdır.
Acın oldugunda yapman gereken tek şey acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak
Göl olmaya calış...

DiaNa & Cheb Khalid

Cheb Khaled | Aicha

Nereye Gittiğini Bilmiyorsan Nereden Gittiğinin Önemi Yoktur...

Nereye Gittiğini Bilmiyorsan Nereden Gittiğinin Önemi Yoktur...

Yaşayan ölüler tanıdım seher vakti uyanırken tüm dünya kürek kürek toprak atan üzerlerine Yaşayan ölüler tanıdım güneş doğmayan günlerine, yaşayan ölüler tanıdım yalnızlığı büyüten eteklerinde

Çabuk mu büyüdük dersin; yıldızlarımız çabuk mu kaydı dilekler tutarken sevdiklerimiz adına? Çabuk muydu sokaklarımızın yağmalanması yollar ararken çıkışlara bir sevda uğruna?
Hür müydük, özgür müydük gerçekten, yoksa çoktan pili bitmiş miydi uzak memleketlere saldığımız oyuncak güvercinlerin, çabuk muydu kurduğumuz köprüleri devirmesi şimşeklerin…
Büyümek yalnızlaşmaksa, ağlayacak bir omuz bulamamaksa büyümek; hiçbir şeyin eskisi gibi olmamasıysa ya da tutarsızlıklar, vurdumduymazlıklar yaşayamamaksa, alıp başını gidememekse büyümek, çabuk büyüdük evet

Bak, kaderin ağına takılan balıklar çırpına çırpına ölüyorlar Hayat yine zorluyor seçenekleri Eskidenmiş yolların kenarından karanlıkları yararcasına geçen sevda treni Patlamış mısırın kokusunda buğulanan temiz duyguların modası geçmiş şimdi kestane çıtırtılarına karışan tebessümlerin, sıcacık yudumlanan çayların hatırı kırk yıl öncesinde kalmış

Sana tek bir sorum var şimdi: "Savaşmak mı, gitmek mi?"
Dolunayın şavkına tutulmuş sonbahar bakışlı eylüller, denizin yakamozuna vurulmuş ilkbahar nazarlı nisanlar geçti kapımızın önünden kaç defa Çoktuk azaldık, bütündük parçalandık, ne bitişi olmayan başlangıçlar yaşadık… Kaybolduk boşluklarda,tutmayan mayalar çaldık göllere, tunamadık bir türlü bir yerlere Yüreklerimiz ağrıyor son zamanlarda; sancılarla kıvranıyor hayallerimiz,umutlarımız karanlıklara gebe, er asılışımızda dost bildiğimiz yüzlerin peçelerinde kırgınlıklar karşılıyor bizi kapıda
Hayatta her zaman kelebek etkisi vardır oysa Ekvator'da kanat çırpan bir kelebek Uzakdoğu ülkelerinin birinde tsunamiye neden olabilir mi bilmiyorum; ama azalıyorsak,kayboluyorsak,kırgınlıklar düşüyorsa hep payımıza,tutmuyorsa çaldığımız mayalar göllere yalnızlığı büyütüyorsak eteklerimizde gün geçtikçe,bize sunulan fırsatları değerlendiremiyoruz demektir

İnsan Gazoz Şişesine Benzer

Yaşamınızda hep bir şeyler ters gidiyorsa, istediğiniz amaca veya hedefe ulaşamıyorsanız, başarı için gerekli riskleri almak yerine mağlup hayatlara, kırık dökük yaşamlara razı oluyorsunuz demektir Bunun başlıca nedeni ise korkuları fethedememektir Güzel şeylerin hepsi eskidenmiş; hayat şimdi çekilmez bir hal aldı diyorsanız kendinizi içinde güvende hissettiğiniz cam fanusun sınırları dışına çıkamıyorsunuz demektir Oysa başarı adım adım, fersah fersah sınırları kaldırmak; yeni şeyler denemek; risk almaktır bir anlamda
"İnsanlar gazoz şişelerine benzer Gazoz şişesi sallanıp kapağı açıldığında içindekiler muazzam bir güçle dışarı fışkırır Başarı için gereken güç de insanın içinde uyumaktadır Bu potansiyel güç harekete geçirilebildiğinde ortaya çıkan neticeye insan kendisi bile şaşırır"

Durduk yerde olmaz hiçbir şey Kalkıp araştırmak, sorgulamak, merak etmek, sallamak gerekir gazoz şişesini Başarısızlıktan korkuyorsa insan, cesaretini yitirmiş, özgüveninden şüpheye düşmüş demektir İşte bu noktada yapılabilecek en iyi şey şöyle bir silkinmek ve olaylara başka bir açıdan, başka bir insanın gözüyle bakmayı denemektir

Başarı Hataları, Yenilgi İse Yetenekleri Gizler

Vazgeçilmez fizik kanunlarından biri, duran bir cisme ivme verilmediği taktirde onun sonsuza kadar duracağı gerçeğidir Eğer sizi harekete geçirecek bir ivmenin beklentisi içindeyseniz, iktisat teorilerindeki görünmez elin gelip hayatınızda sihirli değişiklikler yapacağına inanıyorsanız; yanılıyorsunuz O ivme, o görünmez el aslında insanın kendi iç dinamiklerinde, benliğinin kıyısında köşesinde bir yerlerde gizlenmiş, keşfedilmeyi beklemektedir
Kaçmak yerine savaşmayı tercih edenlerdenseniz; yaşayan ölülerden bir farkınız olsun istiyorsanız önce bir hedef belirlemelisiniz Çünkü nereye gittiğinizi bilmiyorsanız, nereden gittiğinizin de bir önemi yoktur Daha sonraki en önemli aşama ise hayatınızın her anında yanınızdan siz farkında olmadan geçip gidiveren fırsatları yakalayıp uygulamaya koyulmaktır

"Başarı hataları, yenilgi ise yetenekleri gizler" Hatalardan ders alabilmek; yenilgileri ise cesaretle göğüsleyebilmek başarı merdivenine tırmanmanın gerekli önkoşuludur

Unutmayın ki; insan, elde ettiği sonuçlar kadar değil sarf ettiği çabalar kadar değerlidir

aşk hatrına yâr’e yakın kıl yüreğimi….

“elif” karanlıkta oturuyordu
bir “be” bulsa, açılacaktı yolu;
ama sırdı “be”
“elif” sırrın varlığını bile bilmiyordu
oysa gelmesi gerekiyordu be’nin…
gelmesi ve
ayağına düşmesi elif’in.

nazan bekiroğlu
/ cam ırmağı-taş gemi/


her elif’in yolunu açacak bir “be” yaratan bir yar var ki; kelam’ını başlatır bir “elif” ile…cümle içinde elif’in varlığını hissettirir sabretmeyi bilene. elif’i cümleye sevdirir; cümleye elif’i faydalı kılar. kelam’ını kalbe vahiy kılan bir yar var ki, elif’liğinin idrakinde olmayan her yürek için büyük sıkıntılar verir; bu, oyâr’in merhametindendir, fazlındandır.


elif…
yâr’sızlığı seçtiğin gün, be’nin yakınlığına el çevirdiğin gündür; aşk’ı anlatan bir cümle başlamaz artık…yusuf’un kıssası başlamaz artık; karanlık bitmez, kuyudan çıkmaz bir sultan; züleyha’nın yüreği aklanmaz aşk’la…

elif…
yâr’sızlığı seçtiğin gün, onulmaz yaralar açılır yüreğine; varlığından bîhaber olduğun o belde-i ahsen’e…artık sen hüzün mevsimini yaşarsın her dem; inşirahı dileyen dilin yorulur, aşk’ı dileyen yüreğin yorulur. inşirahı dilersin her dem; zikri özleyen gecelerin şikayetini duyar kulakların, dilin damağını özler…dilin yâr’in adını özler; nefese dokunmayı özler…

elif…
yâr’sızlığı seçersen, be’nin yanında olduğunu hissedemezsin. aşk’ı anlatırlar sana, vasfının “arayan” olduğunu anlayamazsın. girdiğin her sokakta oyalanırsın; be’nin sokağına varmaz ayakların; aşk’ın sokağına varmaz…

elif…
senin cümley(l)e aşk’ı anlatman lazım; be’yi bulman lazım…be’yle olman lazım!
elif…
aşk hatrına yâr’e yakın kıl yüreğini….

26 Haziran 2009 Cuma

Öleceğinizi bildiğiniz ve son bir dersiniz kaldığını varsayalım. Öğrencilerinize ne söylersiniz?




Eylül ayında Carnegie Mellon Üniversitesinde yaptığım akademik bir gelenek “son ders” dediğimiz konuşma yapacağım.
Öleceğinizi bildiğiniz ve son bir dersiniz kaldığını varsayalım. Öğrencilerinize ne söylersiniz?
Burada benim görmezden geldiğim bir nokta var aslında; o da bu durumun benim için farazi olmaması. Pankreas kanseriyle mücadele ediyorum. Ameliyat, kemoterapi ve radyasyon terapisinden sonra yine baş gösterdi. Doktorlar yapılacak bir şey kalmadığını, son bir kaç ayım kaldığını söyliyorlar. İşte son bilgisayarlı tomografi sonuçlarım. Pankreas kanseri karaciğerime yayılmış ve neredeyse bir düzine tümör var. Bu durumdan hoşlanmıyorum. Üç küçük çocuğum var. Dürüst olalım… Berbat bir durum. Ama yakında öleceğim hususunda yapabileceğim hiçbir şey yok.
Filmin sonunu biliyorum. Senaryoyu değiştiremem ama tadını çıkarabilirim.
İsyan etmemi bekliyorduysanız sizi hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm.
Seçimim acınacak biri olmak değil. Yakında ölecek olmama rağmen fiziksel olarak çok güçlüyüm. Hatta muhtemelen fiziksel olarak birçoğunuzdan daha güçlüyüm.
Bu günkü konuşmamın konusu ölüm değil. Hayat ve bu hayatın nasıl yaşanacağı… Özellikle çocukluk hayallerimiz ve bu hayallerimizi gerçekleştirmek için neler yapabileceğimiz. Benim çocukluk hayallerim, sizin çocukluk hayalleriniz…
Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Dönüp fotoğraflara baktığımda gülümsemediğim tek bir fotoğraf bile bulamadım. Evet harika bir çocukluk yaşadım. Hep hayal kurardım. Tam hayal kuracak zamanlarda televizyonu açıyorsunuz; insanlar aya ayak basıyor. Her şey mümkün işte bu ruhu hiçbir zaman kaybetmemeliyiz.
Peki benim çocukluk hayallerim nelerdi? “ Ulusal futbol liginde oynamak, ulaşamadığım hayallerimden bir tanesi. Önemli olan, hayallerinize ulaşamasanız bile bunun için çabalarken çok şeyler elde ettiğinizi bilmek. Çok sevdiğim bir söz var; “tecrübe, istediğinizi elde edemediğinizde kazandıklarınızdır.”
Uzun bir süre küçükler liginde oynadım. Olağanüstü bir koçum vardı. Koç Jim Graham. Tam anlamıyla eski toprak. Antrenmandayken beni çok zorlardı. “Yanlış yapıyorsun, baştan al, tekrar yap, yıkılıyorsun, hemen şnav çek” nefes almadan geçen iki saat. Antrenmandan sonra yardımcı koçlardan biri gelip “koç Graham seni çok zorladı ha?..” “evet” dedim. “Aslında bu iyi bir şey seni umursadığı anlamına geliyor.” “Bir işi kötü yaptığında kimse umursamıyorsa senden umudu kesmişler demektir.” Bu gerçekten içime işledi. “Biri sizi iki saat boyunca zorluyorsa daha iyi olmanızı istiyor demektir.”
Ve sonraki hayalim; Walt Disney İmaginary. Sekiz yaşlarımda ailem beni Kaliforniya’da Disneyland’a götürdü. İnanılmaz bir deneyimdi. Tüm oyuncaklar, gösteriler… işte o gün !.. “Tanrım!.. işte ben de büyüdüğümde bunlar gibi bir şeyler yapmak istiyorum.” Üniversiteden mezun olduktan sonra tüm bu büyüleyici şeyleri yapan insanlardan biri olmaya çalıştım. Sevimli bir red mektubu aldım. Yüksek lisanstan sonra tekrar denedim ve red mektuplarını yıllarca sakladım. Gerçekten çok ilham verici. Sonra garip bir şey oldu. Çalıştım çok çalıştım ve genç yaşta öğretim üyesi olup belli araştırmalarda uzmanlaştım. Bu dönemde Disney için anlamlı beceriyi geliştirdim ve oraya girme şansını yakaladım. Tüm bunları yapan ekibin bir parçası oldum. Alaaddinin sihirli halısı dediğimiz bir şey üzerinde çalıştım. Gerçekten muhteşemdi. Ama bu noktaya gelmem 15 yıldan uzun sürmüş, defalarca deneme yapmıştım. Bu da bana; yolumuzdaki engellerin bir amaca hizmet ettiğini, bizi yoldan ayırmak için değil, devam etmeyi ne kadar istediğimizi görmemiz için bu engellerin yolumuzda olduğunu anladım.
Çocukluk hayalleriniz varsa anne babanızın iyi olmasını tavsiye ediyorum. Ben bu konuda çok şanslıydım. Resimde gördüğünüz 70. doğum gününde benim annem. Ben de arka planda bulanık yerdeyim. Tamamen geri planda kalmışım. Bu da 80. doğum gününde babam. Temel prensibi; daima eğlen, eğlence anlayışın olsun, meraklan. Bunu hiç kaybetme. Babam harika bir adamdı. İkinci dünya savaşında savaştı. Kesinlikle muhteşem bir neslin parçasıydı. Ne yazık ki babamı bir yıl önce kaybettik. Annem babamın eşyalarını elden geçirirken ikinci dünya savaşında kazandığı cesaret madalyasını buldu. Elli yıl süren evliliklerinde bundan anneme hiç bahsetmemişti. Böylece babamdan çok büyük bir tevazu dersi aldım. Sıra şimdi annemde, anne saçını çektiğinizde bile sizi sevendir. Annemle işte böyle bir ilişkim vardı. Alçak gönüllülükten bahsetmişken; annem hep bana siper oldu. Doktoramı yaparken çok zor sınavlardan geçerdim. Bir gün eve geldiğimde, doktora sınavlarının ne kadar zor olduğundan şikâyet edip sızlanmaya başladım. Kolumu sıvazlayıp “ne hissettiğini biliyoruz. Babanın senin yaşında iken ikinci dünya savaşında Almanlarla savaştığını unutma!..” dedi. Sonunda doktoramı aldığımda kendimle gurur duyuyordum. Annem beni herkese şöyle tanıttı. “Bu benim oğlum. Doktor oldu ama, insanlara yardım edenlerden değil.” Muhtemelen annemle babamın yaptığı en güzel şey; odamın duvarlarını boyamama izin vermeleri idi. Bir gün duvarlara resim çizmek istediğimi söyledim. “Tamam” dediler. İşte duvara çizdiğim bir roket ve bir asansör. İnekler hemen kendilerini gösterecekler. Evet ikinci derece bir denklem. En güzeli bunu yapmama izin vermişlerdi. Kendi gelişimimi ve özgüvenimi kazanmamı duvarın bozulmamış yapısından daha önemli olduğunu düşünmüşlerdi. Bu açıdan baktıkları için gerçekten çok şanslıyım.
Annemler insanların eşyalar karşısındaki öneminden de bahsettiler. Büyüyüp ilk arabamı aldığımda bu parlak üstü açık araba beni çok heyecanlandırmıştı. Kardeşim biraz olsun nefes alsın diye her ay bir hafta sonu yeğenlerim Cristopher ve Laura’yı alırdım ve birlikte maceraya atılırdık. O zaman da arabamla hava atıyor onlara Randy dayının arabasını sakın ha kirletmemelerini tembihlerdim. Tabii o sırada kahkahalara boğuldular. Çünkü bir taraftan da bir şişe sodayı arka koltuğa döküyordum. “Napıyorsun?” diye sorduklarında bunun sadece bir eşya olduğunu söyledim. İyi ki de böyle yapmışım. Cristopher biraz üşütmüştü. Eve giderken arka koltuğa istifra etti. Parlak yepyeni bir malzemenin ne kadar değerli olduğu umurumda bile değildi. Kesinlikle 8 yaşındaki bir çocuğun sadece üşüttüğü için kendini suçlu hissetmediğini bilmek ne kadar güzel değil mi?
Bir an önce kaplan mı, goril mi olduğunuza karar verseniz iyi olur. Kaplan enerjiktir, iyimserdir, meraklıdır, coşkuludur ve eğlenmeyi bilir. Eğlenmenin önemini kesinlikle küçümsemez. Kısa bir süre sonra öleceğim. Ama bu gün yarın ve geriye kaç günüm kaldıysa hepsinde mutlu olmayı seçiyorum. Hayallerinizi gerçekleştirmek istiyorsanız başkalarıyla çalışıp iyi geçinirseniz iyi edersiniz. Bu da bütünlük içinde yaşamanız anlamına gelir. Uygulamada zorlanacağınız basit bir tavsiye; yalnızca doğruyu söyleyin. İkincisi; işleri elinize yüzünüze bulaştırırsanız özür dileyin. Dünyada çok fazla kötü özür var. İyi bir özür üç kısımdan oluşur. “üzgünüm, benim hatamdı, hatamı nasıl düzeltebilirim? Çoğu kimse üçüncü kısmı atlıyor. Samimiyet de buradan anlaşılıyor.
Son olarak; hepinizin hayatınızda sevmediğiniz, hoşlanmadığınız şeyler yapan insanlar vardır. Ama gördüm ki, kimse tam anlamıyla şeytan değil. Yeteri kadar beklerseniz size iyi taraflarını gösterirler. Bu konuda onları hızlandıramazsınız, ama sabredebilirsiniz. Minnet gösterin. On yıllık genç bir öğretim üyesiyken, araştırma laboratuarımda çalışan 15 genç vardı. Onları bir haftalığına Disney’e götürdüm. Meslektaşlarım bunun çok pahalıya patlamış olması gerektiğini söyleyip nasıl böyle bir şey yapabildiğimi sordular. “Bu çocuklar gece gündüz, ben dünyadaki en iyi işi yapabileyim diye çalışıyorlar. Asıl böyle bir işi nasıl olur da yapamam?” Minnet duymak çok basit ama güçlü bir şeydir.
Son olarak; şikâyet etmek ya da sızlanmak bence sorunu gerçekten çözmez. İşte Jack Robinson büyükler liginde oynayan ilk siyah. Sözleşmesinde; İnsanlar ona tükürdüğünde şikâyet etmeyeceğini söyliyor. Jack Robinson gibi mi yoksa sadece birkaç ayı kalmış ben gibi misiniz bilmem ama bütün zamanınızı şikâyet ederek ya da oyunun tadını çıkararak geçirebilirsiniz. Muhakkak ikincisi uzun vadede sizin için daha faydalı olacaktır.
Bunun Carnegie Mellon Üniversitesinde verdiğim derslerin bir parçası olduğunu söylemiştim. Bu konuşmayı niçin yaptığımı söylemem gerektiğini düşünüyorum.
Bu konuşma sadece çocukluk hayallerinizi nasıl gerçekleştireceğiniz ile ilgili değil, bundan çok daha kapsamlı. Hayatınızı nasıl yaşayacağınızla ilgili. Hayatınızı doğru yönde sürdürürseniz karma gerisini halleder ve hayalleriniz sizi bulur. Doğru şekilde yaşarsanız hayalleriniz sizin olur. Bu kadar çok insanın bu dersten faydalanması da çok güzel gerçekten ama işin aslı üniversitede de derse gelen 400 kişiye vermedim bu dersi. Bu dersi sadece üç kişi için yazdım. Büyüdüklerinde izlesinler diye… Teşekkürler. (Üç çocuğunu kastediyor.)

Prof.Randy Pausch 25 temmuz 2008'de pankreas kanserinden Öldü. Dilediği gibi, çocuklarına Son Dersi Bıraktı ve birde aynı ismi taşıyan (The Last Lecture)adlı kitabı.

23 Haziran 2009 Salı

Aşk, bütün kötü şeyler geçmeden önce hissettiğin şeydir


Çocuk olsaydık, dünyanın en büyük mutluluğunun kumlarla oynamak olduğunu hatırlardık Çocuklar sonsuza kadar kumsalda oynayabilir; kaleler yapar, yıkar ve yeniden yapar, evler yapar, yıkar ve yeniden yapar

Denizin genişliği ve derinliği çocuğun kumsaldaki oyununun rahatına bağlıdır Kumlarla oyununu yarıda keserseniz, deniz bütün sahillerden çekilir, okyanuslar kurur, buharlaşır Ayağına diken batmadan, elini cam kırıkları kanatmadan dilediğince oynayabiliyorsa, deniz sonsuz genişlikte bir evrendir Ona göre, kumsal pürüzsüz ve sınırsız bir mutluluk demektir Dalgaların çağıltısı, yosunların kokusu, güneşin dokunuşu cennetin sonsuzluğunu fısıldar gibidir

Şimdi çocukluğunuza gidin; sizi mutlu eden şeyleri hafızanızda bulmaya çalışın Hatıralarınızda ne zamandır açmadığınız ve içindeki unuttuğunuz çekmeceler gibi küçük ve tatlı şeyler bulacaksınız Meselâ, ne zamandır elinize almadığınız misketlerinizi elinize aldığınızda, gözlerinizde çocuksu bir mutluluğun parıldadığını hissedeceksiniz Şimdi çocuğunuzun saçlarını okşayıp koklarken, farkında olmasanız da, çocukluğun şen şakrak vakitlerinde özlemle beklediğiniz oyuncak bebeklerinize kavuşmanın buğusu saracak gözlerinizi

Çocukluk cennetimizdir Çocuklukta, yaşamanın en küçük detayları bile huzura açılan sihirli kapılardır Damağınıza ansızın değen bir çilek tadı, pencerenizde bir yağmur damlasının süzülerek akması, bir misket şakırtısı, bir dere çağıltısı, bir deniz kıyısı vs sanki içinizde dürülü sonsuz bir yumağı açar gibi, sizi mutluluğun sarayına alır, saf mutlulukların tahtına oturtur

Çocukluğumuzda bu kadar kolayca mutlu olabilirken, büyüdükçe sanki mutsuz ve huzursuz olmayı öğretmişlerdir bize Bir şeyi avuçlamanın hazzı, biri tarafından kucaklanmanın mutluluğu sanki ipi kopmuş uçurtma gibi alıp başını gitmiş, bizi ebediyen terk etmiştir

Sanki küçükken küçük şeyleri büyütüyoruz; daha kolay seviyoruz, daha çok seviniyoruz Büyükken de büyük şeyleri küçültüyoruz; daha zor seviyoruz, daha seyrek seviniyoruz Yeniden sevebilmeyi öğrenmek için, ya içimizdeki çocuğun ellerine dokunacağız ya da çocuklarımızın gözlerini parlatan küçük mutluluk gerekçelerini yeniden keşfedeceğiz Hem böylece, bizim küçümsediğimiz şeyleri çocukların ne kadar büyük gördüğünü hatırlayarak, çocuklarımız için daha çok küçük şey yapmaya başlarız

Şimdi, denizlerin bir avuç kuma sığabileceğine bir kez daha inanmak istiyorsanız, yaşları 4 ile 8 arasında değişen çocukların “Sana göre aşk nedir?” sorusuna verdikleri cevapları okuyun:

“Aşk, bütün kötü şeyler geçmeden önce hissettiğin şeydir”

“Büyükannemin romatizması vardı ve eğilemiyordu Ayak tırnaklarını kesemiyordu Sonra büyükbabam büyükannemin tırnaklarını kesti Ama onun da romatizması vardı Aşk budur”

“Birisi seni sevince senin adını başka türlü söylemeye başlar O zaman anlarsın ki, senin adın onun ağzında huzur içindedir”

“Bir kız bir gün bir parfüm sürer ve oğlan da tıraş kolonyası sürer Sonra teneffüse çıkınca birbirlerini koklarlar O zaman aşk olur…”

“Bir gün birisiyle pizza yemeye gidersin Pizzanın bütün parçalarını ona verirsin Sen açsındır ama o sana hiç pizza vermez Aşk budur”

“Bazen çok yorulursun Biri gelir ve seni güldürür Aşık olursun”

“Aşk şudur Annem babama kahve pişirir Kahveyi babama vermeden önce üstünden azıcık içer Kahvenin güzel olduğunu anlamak için”

“Aşk, hiç durmadan öpmektir Öpmekten yorulduğunda da, yine birlikte olmak istersin ve daha çok konuşursun Annem ve babam bunun gibiler Öpüştüklerinde muhteşem görünüyorlar”

“Sevdiğine kendin hakkında kötü bir şey söylersin Bunu söylediğin için seni hiç sevmeyecek sanırsın Ama seni yine sevdiğini söyler; hatta daha çok sevmeye başlar Bu aşktır”

“Birine tişörtünü çok sevdiğini söylersin Sonra onu yarın da giyer, yarından sonra da…” “Minik yaşlı bir kadınla minik yaşlı bir erkek birbirlerini çok seviyorlarsa bu aşktır Çünkü birbirlerini çok iyi tanıyorlar”

“Beni en çok annem seviyor; çünkü yatmadan önce beni öpüyor”

“Annem babama pilicin en iyi parçasını verir Bu aşktır”

“Bazen babam çok yoruluyor, çok terliyor, çok pis kokuyor Ama annem ona ‘Sen Brad Pitt’den yakışıklısın’ diyor O zaman aşk oluyor”

“Köpeğimi yalnız bırakıp gittiğimde bile, akşam beni yalıyor Bu aşktır”

“Ablam beni çok seviyor Bunu biliyorum Bana eskiyen elbiselerini veriyor Sonra, yeni elbise almak zorunda kalıyor”

“Birini sevince, göz kapakların bir yukarı kalkar, bir aşağı iner ve gözünden yıldızlar çıkmaya başlar”

“Bence birini gerçekten seviyorsan ona ‘Seni seviyorum’ diyebilirsin Ve gerçekten onu seviyorsan, ona hep öyle söylemelisin”


Senai Demirci

Birini Seviyorum (:








MucizeM..


..Mucizem...

"Sana mucizeler vaat edemem ama mucize aratmayacak kadar çok sevebilirim seni"

Bir sevda masalı bu... Yazmaya henüz başlamadım... İnsan yaşarken yazamıyor bazı şeyleri aynı kelimelerin arasında gidip geliyor.... Ne zaman yazmaya kalksam hep aynı cümleler... Onun için yazmaya başlamadım daha...Ama bu bir masal... Bu bir sevda...

Ben seni sevdiğimde aklım hür bir çocuktu... Ne istersem yapabileceğimi ol dersem olabileceğini dünyanın ekseninde ömrümü geçireceğimi sanıyordum... Ben seni sevdiğimde en çok kendimi seviyordum...Şimdiyse seni...

Sana dair ilk cümlem “korkuyorum senden” di... O anki gülüşün hala aklımda... Anlayamayan hoşuna gitmiş kafası karışmış bir gülüş... “masalları sever misin?” demiştin bana sonra da küçük kızının masal kitabından bir masal okumaya başlamıştın... Ben de bu sevda masalını yaşamaya... Masalları severdim evet... Ama bunu sana söyleyemedim. Korkuyordum senden... Şimdiyse seni kaybetmekten...

Konuşamıyordum anlatamıyordum dinleyemiyordum dizginleyemiyordum duygularımı içimde deli bir nehir gibi çağlayan aşkı tutamıyordum...

Yapamadığım çok şey vardı... Ama sevdim seni...

Sana mucizeler vaat etmedim...
Ama sen mucizenin ta kendisiydin...
Ben de seni mucize aratmayacak kadar sevdim.....

21 Haziran 2009 Pazar

Uçan Balonun Hikayesi..

Küçük bir zenci çocuk, şehrin lunaparkında dolaşırken bir satıcının elindeki balonları seyre dalmıştı. Her renkten ve her biçimden balonlar ışıl ışıl parlıyorlardı.

Derken birdenbire kırmızı bir balon kazara bağlandığı yerden kurtularak havada uçtu, uçtu, uçtu ve nihayet gözden kayboldu. Bu manzarayı seyretmek için öyle bir insan kalabalığı toplanmıştı ki, satıcı, bir tane daha bırakmanın iyi bir reklam olacağını düşünerek sarı renkte bir balon daha bıraktı. Arkasından bir tane de beyazını çözdü.



Küçük zenci, olduğu yerden büyük bir hayranlık içerisinde ardı ardına uçan rengarenk balonları seyrettikten sonra:



"Baloncu amca" dedi. "Acaba bir de siyah renkte balon bırakırsanız, ötekiler kadar yükselir mi?"



Baloncu adam, anlayışlı bir bakışla çocuğa tebessüm ederek, siyah renkli bir balonu çözdü. Parmaklarını gevşetip onu da boşluğa bırakırken:



"Yavrum" dedi. "bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir."





Lyle D. Flynn

DipNoT...

Fârığ olmam eylesen yüzbin cefâ sevdim seni / Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni / Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nüh felek / Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni.(şeyh Galip)
***

Aşiyan-ı mürg-i dil zülfü perişandadır
Kande olursan ol ey peri gönlüm senin yanındadır ( Fuzûlî )
***
Sana en muhtaç olduğum şu anda gel;
Yaşamak olsan da gel, ölüm olsan da gel.
Ümit Yaşar Oğuzcan

19 Haziran 2009 Cuma

çünkü..

Seviyorum ....
Seviyorum Seni
Seviyorum seni. Uçsuz bucaksız bir nehir gibi sana akıyorum. Gülüşlerini gördükçe çağlıyor umutlarım.İçimdeki tüm acılar eriyor sanki. Uçurumun kenarında nefes alırken acıya inat sana tutunuyorum. Hayata sımsıkı sarılıyorum.Baharlar nedense daha güzel. Rengarenk herşey. Her cicekte senin güzelliğini temaşa ediyor gözlerim. Karanlıklarda boğulurken şimdi yıldızlara gülümsüyor çocuksu yüzüm. Çünkü seni seviyorum ve seviliyorum.

Her gülüşünde içimde baharlar nazlı bir gelin gibi diziliyor gözbebeklerime.Sürgün yemiş turnalar bile gökyüzünde gökkuşağıyla dans ediyor. Nisan yağmurları o kadar ıslatmıyor kirpiklerimi..Baktığım her yerde gözlerin canlanıyor. Bir an üşürsem hayallerine dalmak bile yetiyor. Gözlerinde bestelenmiş nazlı türkülerle yollara çıkıyorum..Katığım, ekmeğim sevgin oluyor..Sana koşuyor yüreğim. Her gece gözyaşlarınla ıslanmış yağmurla öpüşüyorum artık. Her kelebeğe seni anlatıyor, sahile vuran her dalganın yüreğine tatlı gülüşlerini tasvir ediyorum. Yokluğunda kanayan dudaklarımda gelincikler, beyaz düşen saçlarıma yıldızlar konaklıyor. Her nefesini bahar, her gülüşünü bir ömür biliyorum. Çünkü seni seviyorum ve seviliyorum.

Kelimeler anlamını yitiriyor. Seni anlatmaktansa seni �sende � yaşıyorum. Duvara sarılan sarmaşık gibi, karanlıklara örtülen bir ışık gibi bende sana sarılıyorum. Fırtınalar susuyor senin geçtiğin sahillerde. Ayazlar konaklamıyor avuç içlerimde. Artık şiirlerim hüzünde ıslanmıyor. Doğan güneş daha güzel, doyasıya gülümsemek ve sevginde nefes almak güzel. Ayrılığında tutulduğum hastalık bile geçti..Acılarım eriyor günden güne. Üşümüyor yüreğim..Titreyen ellerim artık kalem tutuyor..Her satırında mutluluklarla sana akıyor fakir cümlelerim. Artık cümle sonundaki süslü kafiyeler hayatı yada seni anlatıyor. Her gülüş �seni� andırıyor..Hayat seninle daha güzel oluyor. Çünkü seni seviyorum ve seviliyorum.

Kırık aynalar bile şarkılarda senin gözlerini anlatıyor.Hüzün yok artık. Bulutlar bile kulaklarıma nağmeler fısıldıyor. Yağmurun her düştüğü yerde bir çicek ekiliyor senin adına..Kırıyorum pas tutmuş zincirleri.. Kısır döngüler başımı ağrıtmıyor..Karanlıklar içinde benliğimi aramıyorum. Yokluğun yitik düşmüyor tozlu yollarda..Her duvarda bir gülüşün çizili..Her cümlenden sonra içimden � seni seviyorum � demek geliyor. Aldığın her nefeste daha çok gülümsüyor yüzüm. Zaman sevdaya akıyor. Artık hüznün çeşmelerinden ayrılıkları içmiyorum. Sen varsın. Bir nefes kadar yakınsın. Umutlarım yüreğime dolmuş ve bahar ise gözlerimde ..Karakış olsa bile ben gözlerinde yaşıyorum güneşli sabahları. Çünkü seni seviyorum ve seviliyorum..

10 Haziran 2009 Çarşamba

Sana Dökülüyor Kelimelerim (:

Karanlık düşürmüş ayını masmavi denizin üstüne...
Her yakamoz...
İçimde her geçen büyüyen inançlı sevdamın sevinçli ezgilerinde,
sana dökülüyor kelimelerim...




Kalbimin çıkmaz sokaklarına düşen bir ışıksın sen sevgili...
Gece tüm karanlığıyla gelirken üstüme üstüme,
bir gülüşünle aydınlanıyor siyaha kesmiş odam...
Koynuma dolduruyorum seni yıldız yıldız...
Bir sözünle duruluyor hırçın dalgalı KARADENİZ'im...

SENİ SEVİYORUM...




Özgürlük rengi gülüşler afişliyorum kentimin duvarlarına...
Soysuz vakitlerin darağacına asıp
kanlı cam kırıklarıyla dolu geçmişimi,
tek hamlede infaz ediyorum ihanete yenik acılarımı..

ŞAH diyorum işte kanayan yerlerime.
umudun direnciyle ördüğüm KALE'lerin aşılmaz yüksekliğinde,
MAT ediyorum çirkinlik şahı sancılarımı..
başı dumanlı dağların sevdayla emzirdiği
cesur (b)akışlı coşkun bir nehir dökülüyor KARADENİZ'ime...
Tepeden-tırnağa AŞK kesiliyorum (b)akışının karşılığı...





Seni umudumla,seni direncimle,
seni tüm kalbimle seviyorum sevgili...
Taşa değmesin diye yola çıkmış düşlerin,
her gün mıntıka temizliği yapıyorum yollarına...
Düştüğün Uzlet_i sancılara koşturuyorum tüm varlığımı...
Seferberlik ilan ediyorum içimde...
Gece yarılarında,kulağıma fısıldadığın AŞK kokan sözlerle
huzur dolu uykulara uyuyor ruhum...

SENİ SEVİYORUM





Sabahları açtığım gözlerime
günaydın oluyor gülümseyen yüzün...
Sularımda dürülen dalgalarım tarıyor kumral saçlarını...
AŞK (b)elâ'sıgözlerini bir dem unutmuyorum
yalnızlığımın en ağır zamanlarında bile...




Seni yüreğimle,seni düşlerimle,
seni dilimdeki türkülerle seviyorum sevgili...
İçtiğin sigaranın dumanındaki halkalara asıyorum özlemlerimi...
Bir uzun hava gibi soluksuz çekişini izliyorum kendimi...
ve altıgen kül tabağında sönüşümü...

Seni canımla,seni kanımla,
seni tüm varlığımla seviyorum sevgili...
İhanet düşmüş düşlerimizin karanlığında;
tedirgin zamanlardan çekip çıkardık bu sevdayı...
Sen acılarına ağlıyordun,
ben tenimde unutulan yangınlarda yanıyordum...
buluştuğumuz kavşakta bakınca gözlerine,
yok saydım tüm acılarımı(zı)...




Şimdi bir koluma özgürlüğümü,
diğerine seni takıp yürüyoruz sokaklarda...
Tanı(ya)madığımız hain yüzleri ardımızda bırakarak...

Seni bedenimle,seni ruhumla,
seni (c)esaretimle seviyorum sevgili...




Dilim(iz)de ıslıkla söylenen sevda türküleri :

"DEMİR KAPLARI YAKIP GELDİM...
ALEVLERİM İSYANDIR...
UMUDU KUŞANIP GELDİM...
SICAKLIĞIM SEVDAMDIR..."




Hasan Karadeniz

ÇOk Şeyim ,Her Şeyim.. (:



İklimlerin her daim rotasında dönüp duran,
Alacalı renkleriyle doğanın tüm kızıllığını gölgede bırakan
SEVİMLİ KELEBEĞİM...




Özgürlüğüm,
Yaşanmışlığım,
Ve yaşanması için ömrüne
ÖMÜRLER ADADIĞIM...




İnsanın gün içinde aldığı soluk kadar
İsmini tekrarladığım,
Verdiği soluk kadar yanına en renkli çiçek adları
YAKIŞTIRDIĞIM...



Kuruduğum anlarda yağan
NİSAN YAĞMURUM...
Ümitsiz kapanan her gün için
Bir sonraki gün ki
UMUDUM...




Sırf suretini baki kılabilmek için hayallerimde,
GÖZLERİMİ YUMDUĞUM...




Yalın sabahlarda ki
GÜN IŞIĞIM..
Yağmurdan sonraki,
GÖKKUŞAĞIM..
Tenimden bir parça gibisin,
Olmadan
YAŞAYAMAYACAĞIM...




Kimsenin cevaplamasına izin vermeden,
Çözmeye ömrümü adayacağım
SORUM..
Bir kaç insanın ağzından söylenmiş,
Anlamaya en açık
YORUMUM...





Yüreğimde ki elektiriklerin kesilme ihtimaline karşı,
Her daim yanmaya hazır
MUMUM...




Bir okyanus olup, sahillerime vuran
KUMUM...
Daha önce kaç ağızdan duydun bilmiyorum..
Yürekten duy istedim bir kerede,
SENİ SEVİYORUM


4 Haziran 2009 Perşembe

(Sen) Olmasan Da, (Sen)siz Olmuyor...

“(Sen) Olmasan Da, (Sen)siz Olmuyor...”

Ayyuka çıktı içimdeki parçalanmışlıklar, ismi konulmamış ezgilerle çağırırken yarımı… bir yağmur damlası var kaderimde, ya da belki de bir başkaldırı... süzülüyor içimden kaybedilmiş vaktimin ılık kanı… kitabımın ortalanmamış noktasına çakıyor kelamlarını… tadıyorum hala ağzımda adı: ''acı''…

Bir kelime türetsem gizlice; dokunamasa kimse mesela;ufkunda aralamasa… başucundan ayakucuna kadar tazelik solusa… yeni bir (ses)te yeniden doğsam ve büyüsem… yağmalanmamış bir göğün yanıbaşında… adımlanmamış ıslak bir şehrin bakir toprağında… ve o çok sevdiğim şarkıların nakaratları boyunca…

Hep o sona yaşanıyor ya nefesler… (git)mekten bir ayak önceki (kal)maya… yavaş yavaş geçiyor gözlerimin renginden; "kısa metrajlı filmi(m)''… talan edilmişliğimden,arta kalanıma… ince bir ''es'' dolanıyor parmak uçlarıma… yalan binbir kılığıyla dolaşıyor akıl sokaklarımda… gölgesi bir uçurumun boşluğuna düşüyor… uçurumun boşluğu ''adı(n)a''…

Kirpiklerimin kenarında asılı bırakılmış;bir gözyaşı ısıtıyorum avucumda… gecenin sürfilelerinden söküyorum şiirlerimi usulca… suçlu bir çocuk ağladı mı hiç omzunda…? bir şairin o en çok sevdiğin dizeleri ağzında:

Ben sevmeyi beceremedim
Belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım, bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım, bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım, şehre yağmur yağdı
Ben
''yağmur'' ağladım…


Saat sabahı vuramadı henüz daha… ve susamadı hiç satırlarım,beyhude bir beyitin kollarında… biliyorsun ya; üşümeyi sevdim senden sonra… ve alıştım artık bu evrenin yalnızlıklarına…

Bir kadın,''kendinden kaçak'' kelimeler fısıldıyor kulağıma… susuyor ve tükeniyor hecelerim sonunda… son bir yankıyla;

”(Sen) Olmasan Da, (Sen)siz Olmuyor"...”

3 Haziran 2009 Çarşamba

Fuzuli | Beyit 4

Gazel
1 ya rab belayı aşk ile kıl aşina beni
bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni

2 az eyleme inayetini ehli derdden
yani ki çok belalara kıl mübtela beni

3 oldukça ben götürme beladan iradetim
ben isterim belayı çü ister bela beni

4 gittikçe hüsnün eyle ziyade nigarımın
geldikçe derdine beter et muptela beni

5 öyle zaif kıl tenimi firkatinde kim
vaslına mümkün ola yeürmek saba beni

6 nahvet kılıp nasib fuzuli gibi bana
ya rab mukayyed eyleme mutlak bana beni

-----------------------------------------

1 tanrım, aşk belasıyla beni tanıştır
bir an bile aşk belasından uzak tutma beni

2 elinin bolluğunu dert isteyenlerden esirgeme
yani bir sürü belalara müptela et beni

3 ben olduğum sürece beladan dileğimi çevirme
çünkü ben belayı istiyorum, bela ister beni

4 sevgilimin güzelliğini gittikçe artır
bela geldikçe derdine daha beter müptela et beni

5 vücudumu onun ayrılığında öyle hafif kıl ki
hafif esen sabah rüzgarı bile ulaştırabilsin ona beni

6 kibirlilik edip fuzuli gibi bana
ey tanrım, bir an bile başbaşa bırakma kendimle beni

-----------------------------------------

iradet: dilek
nahvet: kibirlilik
nigar: sevgili

Fuzuli | Beyit 3

Gazel
1 hasılım yok ser-i kuyunda beladan gayrı
garazım yok reh-i aşkında fenadan gayrı
-
2 ney-i bezm-i gamem ey ah ne bulsan yele ver
oda yanmış kuru cismimde hevadan gayrı
-
3 perde çek çehreme hicran günü ey kanlı sirişk
ki gözüm görmeye ol mah-likadan gayrı
-
4 yetti bikesliğim al gayete kim çevremde
kimse yok çevrile girdab-ı beladan gayrı
-
5 ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı
-
6 bozma ey mevc gözüm yaşı hababın ki bu seyl
koymadı hiç imaret bu binadan gayrı
-
7 bezmi aşk içre fuzuli nice ah eylemeyem
ne temettu bulunur bende sadadan gayrı

------------------------------------------

1 senin etrafında elde edebildigim bir sey yok beladan baska
bir amacım yok aşkının yollarında kendimi kaybetmekten başka

2 uzuntu toplulugunun neyiyim, ne bulursan rüzgara ver
ateşle yanmış kuru cismimde havadan başka

3 hicran günü yüzüme bir perde çek ey gözyaşı
ki gözüm kimseyi görmesin o ay yüzlü güzelden başka

4 yetti artık kimsesizliğim, çevremde kim varsa al
dönen hiç bir şey yok bela girdabından başka

5 ne yanar kimse bana gönül ateşinden özge
ne açar kimse kapımı sabah rüzgarından başka

6 ey dalga! bu sel gözümün yaşının bir kabarcığıdır, bozma
sağlam hiç bir şey bırakmadı bu binadan başka

7 aşk alemi içinde ah edip sızlanma ey fuzuli!
ne kar bulabilirsin ki kendinde bu sedadan başka

------------------------------------------

bi-keslik:kimsesizlik
çevrile: dönen
habab: kabarcık
mah-lika: ay yüzlü
mevc: dalga
reh: yol
seyl: sel
sirişk: gözyaşı
temettu: kar

Fuzuli | Beyit 2

Gazel
ey firak-i leb-i canan ciğerim hun ettin
çehre-i zerdimi hun-ab ile gul-gun ettin

ciğerim kanını gözyaşına döktün ey dil
vara vara anı Kulzüm bunu Ceyhun ettin

nice hüsn ile seni Leyla'ya nispet kılayım
bilmedin kadrimi terk-i ben-i mecnun ettin

ahd kıldın ki cefa kesmeyesin aşıktan
aşık-ı vade-i ihsan ile memnun ettin

cüra cüra mey içip zib-i cemal artırdın
zerre zerre gözümün nurunu efzun ettin

ey fuzuli akıdıp seyl-i sirişk ağlayalı
aşk ehline figan etmeği kanun ettin

---------------------------------------

cüra: yudum
efzun etmek: çoğaltmak
hun: kan
kulzüm: kızıldeniz
seyl-i sirişk: gözyaşı seli
zerd: sarı
zib: süs

Fuzuli | Beyit

Gazel

1- Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı

Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı

2- Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele
ver

Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

3- Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde

Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı

4- Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı

5- Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen

Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı
Açıklama:

1-Senin sokağının başında beladan başka
elde ettiğim (bir şey) yok -aşkının yolunda
yok olmaktan (ölmekten) başka da bir amacım
yok.

2-Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim,
ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka
ne bulursan yele ver (savur) dağıt.

3-Kimsesizliğim o dereceye vardı ki,
çevremde -bela girdabından başka dönen
kimse yok.

4-Bana, ne gönül ateşinden başka kimse
yanar,-ne de tan yelinden başka kimse
kapımı açar.

5-Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah
etmeyeyim? -bende sesten başka ne kâr
bulunur.

GazeL..

Gazel
1 bende mecnundan füzun aşıklık istidadı var
aşık-ı sadık benem mecnunun ancak adı var

2 kıl tefahür kim senin hem var ben tek aşıkın
leylanin mecnunu şirinin eğer ferhadı var

3 ehl-i temkinem beni benzetme ey gül bülbüle
derde sabrı yok anın her lahza bin feryadı var

4 öyle bed-halem ki ahvalim görende şad olur
her kimin kim dehr cevrinden dil-i naşadı var

5 gezme ey gönlüm kuşu gafil feza-yı aşkta
kim bu sahranın güzer-gahında çok sayyadı var

6 ey fuzuli aşk men'in kılma nasihten kabul
akl tedbiridir ol sanma ki bir bünyadı var

Açıklama

1 bende mecnundan daha fazla aşıklık özellikleri var
sadık olan aşık benim, mecnunun sadeece adı var

2 ben senin aşığınım ki bununla övünmelisin
nasıl leylanın mecnunu şirinin ferhadı var

3 aklım başımda ey gül beni bülbüle benzetme
onun derde sabrı yok her an feryadı var

4 öyle kötü haldeyim ki halimi görenler mutlu olur
zamanın çarkından kimin neşesiz bir gönlü varsa

5 ey gönlümün kuşu, aşk aleminde boş boş gezme
cunku bu alemin her yolunda birçok avcısı var

6 ey fuzuli! aşkı yasaklayan nasihatçıya uyma
o aklın tedbiridir sanmaki onun bir temeli var

---------------------------------------

aşk men'i: aşkı menetme
bünyad: temel
dehr: zaman
ehl-i temkinem: ağırbaşlıyım
nasih: nasihatçı
naşad: neşesiz
tefahür: iftihar

Sensizlikle Terbiye Ettim Yüreğimi

Sensizlikle Terbiye Ettim Yüreğimi

Arzu Bahar

Üzerine kurulmuş bir hayattı benim ki. Nefes aldığında nefes alıyor, güldüğünde gülüyor, üzüldüğünde kahroluyordum. Seni tanıdığımda doğmuş, sensiz kaldığım her an yeniden ölmüştüm.
Sensiz kalmak... Ne çok yokladı beni bu acı! Başını alıp gittiğin zamanlarda beni de bensiz bırakıyordun. Seni beklemekten başka bir de kendimi bulmam gerekiyordu. Yalnızca fiziksel değildi gidişlerin. Yanı başımdayken gidiveriyordun birden bire uzaklara. Aklın, kalbin, düşüncelerin gidiveriyordu, ellerin ellerimdeyken bile. Bilemediğim o yerlere gidiyordun ansızın. Kaybolmuş çocuklar gibiydim o zamanlarda. Dörtlüğünü bulamamış mısralar gibi anlamsız bir hayat kalıyordu bana yalnızca.
Benimse sabırla söylediğim şarkı aynıydı;
Hep aranan hep özlenen/ Gelir diye yol gözlenen/Öldürse de çok sevilen/ Sizden biri...
Sorgusuzca bekledim. Neden gittiğini, nereye gittiğini, ne zaman geleceğini sormadan, sadece bekledim. Nefes alacağım zamanı bekledim.
Her gelişin şenlik, her dönüşün bayramdı sanki. Sen de çok sevmesen gelir miydin hiç? Özlemesen benim kadar döner miydin?
Gidişlerine bahaneler bulmak en iyi yaptığım şeydi benim. Mecbur olmasan bırakıp gitmezdin ki beni sen. Vardı mutlaka kendince sebeplerin. Önemli olan gelmendi. Dönmüştün ya artık. Ne önemi vardı neden gittiğinin!
Şimdi anlıyorum ki, bu senin sevdiğin bir oyundu. Her gidişte geride bekleyenin olmasını seviyordun sen. Geleceğin yer aynı, bekleyen aynı, bulacağın sevgi aynıydı çünkü. Kendini güvende hissettirdi, gururunu okşadı.
Aslında bir küçük çocuk gibiydin. Dolaba saklanıp annesini korkutarak sevgisini ölçmeye çalışan bir çocuk gibi. Sınırlarımı ölçmek istedin her seferinde. Ne kadar sevdiğimi görmek istedin. Daha ne kadar dayanabileceğimi sınadın.
Fark edemediğim ise; hiçbir sevginin beslenmeden büyümediğiydi. Ben kendim besledim sevgimi, senin için büyüttüm. Kara kıştan, sert rüzgârlardan, yakan güneşten korudum senin için. Sen bir damla su bile vermedin. Kurak topraklara benzedi yüreğim, bir küçük çiçeğin bile büyüyemediği topraklara... Güneşe döner gibi yüzümü döndüm sana, sen bulutların ardına saklandın.
Ve ben derin uykumdan uyandım bir sabah. Anladım ki sevgimle birlikte bende kuruyor, ölüyorum. Sensiz olmaz derdim, baktım ki bensiz olmuyor. Daha fazla almadan benden beni bu sevda, koparıp attım ne varsa içinde yüreğimin, kanata kanata.
Şimdi sensizlikle terbiye ettim yüreğimi. Herkes gibi yaşamayı öğreniyorum yeniden. Kaçırdığım hayatı yakalamaya çalışıyorum. Sensiz nefes almayı başarmayı, günün, güneşin, yağmurun, karın tadını çıkarmayı öğreniyorum sensiz. Dolaştığımız yerlere yalnız gidiyorum, ağlamamayı öğretiyorum gözlerime. Seni hatırlatan şarkılar çaldığında dimdik duruyorum artık. Parçalara ayrılmıyorum gökyüzünü yalnız seyrederken.
Her şeyi öğretebildim kendime de; bir her sabah uyandığımda aklıma düşmeni engelleyemedim daha, bir de rüyalarıma girmeni.
Merhaba derken hayata yeniden, senin için söyleyecek tek sözüm var artık."Hoşça kal sevdiğim, nefesim, hayallerim, tek gerçeğim. Hoşça kal her şeyim!"



Arzu Bahar

Düşlerimle Geldim Sana

Düşlerimle Geldim Sana


Olgun Ekinci

......... Sarı yapraklı papatyaydın, doğmamıştın, fışkırmak için yeryüzüne günden öte saatleri, dakikaları sayarken, başka bir coğrafyanın ikliminde toprağı delen yaban dikeniydim ve sana o doğmadığımız zamanlarda vurulmuştum... Doğmadan önceki düşüm, öldükten sonra dahi sevdamın rakım yükselteceği gerçeğimsin... Tek, sarsılmaz, değişmez...

......... Elverişli ortamlardan hoşlanmayan farklı, tek kökten iki dal olan uzantısıydık ve güneşe dönerken yapraklarını sen, dikenlerim toprakla beslenir, asi rüzgârların esintisinde ısınır,kavuran güneşin altında üşürdük, biz bilirdik, kimse bilmez, duymaz, görmez ve anlamazdı ve bizim bizi anlamamızdı aslolan, diğerleri yabangülüydü bir başınalıklarında... Savrulurken boranlarda, köklerimizdi bağıtlayan bizi bize ve sadece dışsallığımızdı ayrılan, o kökler ki bu cumhuriyetten daha sağlam ve sarsılmazdı...

......... Varsıllığımız düşlerimizdi, gerçeğimizi yoksul yüreklere taşırken ve sana her gelişim de varsıllığımı taşır, yüreğindeki bitip tükenmeyen melek kokunla birleştirip gökyüzüne salardık barış güvercinleri kanatlarına taksın, yoksul ülke halklarının yüreklerine su serpsin, açlıktan esmer, siyah, beyaz renkli çocuklar ölmesin diye... Yarınları çalınan, ellerinden alınmak istenen ülkelerin umutlarına serperdik düşsel zenginliklerimizi ve her kayan yıldıza başka anlamlar yükler, gemicileri öldürmezdik yıldızsız gecelerde... Her yıldız sen olurdun...

......... Tahrip gücü yüksek havai fişekler sessiz kalırdı sen yıldız yağmuru olup yüreğime akarken ve gerçeğin düşlere karışıp ayrımına varamadığımız gecelerde gökyüzünü kandırırdık düşlerimiz rengârenk hatlar çizerdi, ay bile bizi izler gülümserdi... Her hattın yolcusu da biz, taşıtları da bizdik ve kaybolan yıldızların boşluğuna düşsel renkler eklerdik, yıldızlar arası sonsuz yolculuğumuzda... Luna parktaki en tehlikeli ve hızlı binekler az kalırdı gökyüzü yolculuğumuzun düşselinde ve ben çok korkar, belli etmez, sana sıkıca sarılırdım, aslında deli cesaretindi sarıldığım, gökyüzüne ipek dokulu, ıtır kokuların yayılırken...

......... Arındığımız yalnızlıklarımızdan çıkarsız, yalın, çırılçıplak gerçeklerimize dönüşür her vuslat ve her soluğumuzda içine gömülür, soluklandıkça batardık içinde asla çıkmak istemeden, kurtulmayı yok sayarak... Çırpındıkça gerçeklerimize sarılır, sarıldıkça orman yüklü özlemler doğardı yüzlerimize, gözlerimizin ormanlarında kaybolurken dünyanın tüm yağmurları iliklerimize dek yağar, yağmur sonrası o doyumsuz ve serin havayı solurduk soluduklarımız yağmur kokulu aşka dönüşürdü... Her yağmur damlası sen, yanağıma düşen her damla sen olurken...

......... Pusulası bozuk kaptan olurdum düşler gerçeğe sarmalanıp kaybolduğunda ve rota yön, istikamet denen algılardan uzaklaşır, nadasa bırakılan tarlaların arasında unutulan, filizlenen patates yumrusu olurdum, bir an önce kökleşip, güneşe dönmek için yüzümü, güneş sendin, sende ısınır, seninle uzardı köklerim, hiçbir kent kaldıramaz ve saklarken yüreğimin ağırlığını, saklar ve ezilirken düşlerimin gerçekliğinde en büyük emekçi, en kutsal alın teri sen olurdun, taşırdın beni düşlerimin gerçekliğinde... Hem de hiçbir gün yorulmadan, hiçbir gün dinlenmeden... Düşlerim miydi? Sana gelişlerimde ayakta tutan...


Olgun Ekinci