25 Ağustos 2010 Çarşamba

Biz Ney'iz..?

"Aşk kime benzer" dedi..
"Aşk bir neyzene benzer" dedim..
"Aşk bir neyzene benzerse biz neyiz?" dedi..
"Evet" dedim "Çok doğru!...
Aşk bir neyzene benzerse.. Biz "Ney"iz !

..Mevlana

22 Ağustos 2010 Pazar

İyi ki Doğdum..!




Hani aylardan agustos..Günlerden pazar..
Taze ekmek kokusunda mis gibi bir gün..
Sene 2oo2 o zamanlar.. Reşit olma hevesi sarmış bünyeyi..Bilseydim bu kadar çabuk eskiyecek bu heves ,istermiydim öyle..
Bilemedik ki kıymetini, tadını çıkaralım..
Zaman geçmiş ,yıllar akmış..Daha tohuma kaçmadık ama epey yol almışız kayda değer..
Bir çok şey gördüm tabi bu sürede..
Notta alamadım aslında ama hafıza sağlam :) tutmuşum akılda..Şöyle bir zorlarsam ;

Sana Yapılanlar degil ,yaptıkların yol olurmuş mesela kendine..
Verdiğin kararlar yolun çizgileriymiş meğer..
Ne ekersen onu biçmenin yanında ,onu yiyormuşsun afiyetle zamanı geldiginde ..
Kime nasıl bakarsan bak o seni kendi dünyasından izliyor arkadaş :) yorma kendini bosuna..
Sevdiklerine bi adım attığında ,koşmasalarda geri dönüşü var , korkma..
Sonra canını en çok sevdiklerin acıtmıyor mesela.. Can acımak istesin yeter ki !


Böyle böyle gider bu liste aslında... Şu an kime sorsan hayattan ne öğrendin diye eminim sayacak en az on maddesi vardır..
Ben aslında tam olarak ne yazacağımıda bilmiyordum geçtiğimde klavye başına..İçimde öğrendiklerimi paylaşmakta yoktu..
Öğrendim bitti..bana kalsın demi onlar..
Aklımda daha duygusal,daha edebik konularla sadete bağlamak vardı mevzuyu ama vazgeçtim..
Blog benim degil mi ister saçmalarım ister duygusala bağlarım..
Hem bugün benim günüm..Te eşşek kadar olmanın şımarıklığı üstümde..
26 koca yılı bitirmenin haklı gururu üstümdeyken diyecek bir kaç cümlem var..Söyleyip gidicem..

İlk önce;
Bunca yıldır varlıgımın varlıklarına armağan olduğu Geniş ailem'e,
ve Bu sürenin 7. yılından itibaren 2o yıldır desteğini üzerimden esirgemeyen Eğitim ve Öğretim kurumlarına çok teşekkür ederim..

Ve arada tutan tüm şımarıklığıma rağmen yanımda olan,Desteğini,sevgisini ve umutlarını hiç bir zaman benden esirgemeyen Sevgili "Kuzum'a" Sonsuz Teşekkürler..

İyi ki doğdum !..

SaydeK® ..


10 Temmuz 2010 Cumartesi

Anne ve Baba Üzerine..


Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası göz kulak oluyordu.
Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine -çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla- ikram ettiği suları çay niyetine i...çerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu.
Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti.
Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?'

Sonuç-1: Anneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.
Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever...

8 Temmuz 2010 Perşembe

IsındıM.. (:

Üşüdüm." dedim.
- " Bir dakika, üstüme birşeyler alıp geliyorum." dedi.
- " Nasıl ya, üşüyen benim ama?" dedim.
- " Tamam işte, sen içimdesin ya." dedi.
- ' I S I N D I M. . . ''

29 Haziran 2010 Salı

SaYDeK Ne Arar La Bazarda.. !

Uzun zamandır ekranlarda ve internet aleminde dönen "Artiz ne arar la bazarda " repliğini hepiniz duymuş yada izlemişsinizdir mutlaka..Hatta bobiler.org'da o kadar çok espiri döndü ki bu konuda. Bkz.BobilerArtiz.



Yazık, adam ömrü boyunca basına böyle birşey gelebileceğini düşünmemiştir bile :)

Velhasıl bende boş geçemedim mevzuya bi monte'de ben yaptım :P



Saydek Ne Arar la Bazarda !



25 Haziran 2010 Cuma

DipNoTçA..

.../“Aşk!” dedim attım içime seni...
Sonrası kimsenin kalbini meşgul etmeyecek kadar basit:
İçimde bir sen aşk içinde... İçimde bir ben bir sen içinde...

DipNoT..

- "Küçükken nasıldı" diye sordu anneme
-''Küçükken yaramazdı" dedi Annem..
Tebessüm etti - "doğru mu ?" dedi gözLerime bakarak..
- Doğru .. Dedim ve aynen tekrarladım annemin sözlerini
"Küçükken yaram azdı''



Yasin Semiz ..

19 Haziran 2010 Cumartesi

Bana bir Masal Anlat Baba..







Hani derler ya bir kadının hayran oldugu ilk erkektir..
Ya da aşık olunan ilk erkek..
Öylemidir degilmidir bilemem ama bir kadının hayatına giren ilk erkek diyebiliriz aslında "baba" kavramı için..
Anneler özeldir,güzeldir,sevginin başlangıç kaynağıdır.
Ama baba farklıdır.Güven gelir insanın içine ilk başta.Adını duymak bile yeter insana..
Babamla yıllarca baba- kız evlat ilişkisi içinde büyüdük.Benim isteklerim oldu o karşıladı..Kimi zaman teşekkür ettim ,belki kimi zaman etmedim bile.Babaydı belkide yapacaktı nasıl olsa.
Herşeyin bi zamanı vardı.Sen erken istesende herşey zamanı gelince olurdu mutlaka..
Bunun farkına varmam için büyümem gerekiyormuş yeni anladım..Şimdi kabul etmesekte iki arkadaşız sanırım babamla..
Ben yapmadan o farkediyor, O söylemeden ben anlayabiliyorum onu..
Ne istediğini biliyorum benden,neden istediğini..Sonrasında neler olacağını..
O biliyor her hareketimin sebebini.Ne kadar büyüsemde dudagımı büzdürdüğümde biliyor ne için yaptığımı..

Yıllarca ders çalışayım diye evdeki interneti kestirmeyi düşünen babam ,şimdi ben gelmeden bağlıyor neti eve :) geldiğimde sıkılmayayım diye..
Dedim ya herşeyin bir zamanı var ona göre..

Herkes kadar bende Çok şey öğrendim babamdan hayata dair.
Kendime duyduğum özgüven,yere basarken hissettiğim gurur ,Karşılıksız sevebilme hissi ve belkide babam gibi sakladığım daha nice duygularım ondan bana miras...

İyi ki varsın baba ! Arkama dönüp baktığımda ,Senin kızın olmaktan her zaman gurur duyacağım..
Seni Çok seviyorum..
Küçük eşşeğin SaydeK..








9 Haziran 2010 Çarşamba

♥ İkİ Kum Tanesİnİn AŞkı ♥


♥ İkİ Kum Tanesİnİn AŞkı ♥

Günün birinde bir çölde iki kum tanesi karşılaşmış ve birbirlerini çok
sevmişler uzun bir süre çok yakın olmuşlar. Birbirlerini yanlarında
canlarında olarak sevmeyi öğrenmişler.

Derken bir rüzgar çıkmış kum tanelerinden biri yerinde kalırken diğeri biraz uzağa
savrulmuş. Çok uzak değillermiş ama yinede göremiyorlarmış birbirlerini. Sevgileri hiç
azalmamış yine sevmeye devam etmişler. Birbirlerine ulaştırabildikleri
sesleriyle haberleriyle yaşıyorlarmış ve artık görmeden seslerinde
sevmeyi öğrenmişler.
Bir gün biri diğerine "sevdamız sonsuza erişmesi için aynı anda bir
dilek dileyelim" demiş. Ikisi de aynı anda bir dilekte bulunmuşlar ve
tam o sırada bir fırtına çıkmış. Bu kavuşmamız sevdamızın sonsuza dek
sürmesi olabilir diye ikisi de kendilerini fırtınaya bırakmışlar.
Gözlerini kapayıp fırtına dindiğinde sevdalarının yanı başında olmuş
olmayı arzulamışlar. Fırtına o kadar kuvvetliymiş ki o güne kadar
yıllarca yerlerinden kıpırdamayan kumlar bile başka yerlere
savruluyorlarmış.
Fırtına günlerce sürmüş kum taneleri de oradan oraya savrulup durmuşlar.
Ikisini de bir sabırsızlık sarmış. Fırtına durmuyor aksine artıyormuş.
Fırtına dinmek bilmedikçe onlarda sabırla sevmeği öğrenmişler.

Günler geçmiş sonunda fırtına durmuş gözlerini açtıklarında ikisi de başka
alemlerde bulmuşlar kendilerini. Bu fırtınanın onları birleştireceğine
o kadar inanmışlar ki birbirlerini yanlarında bulamayınca yüreklerinde
derin bir acı hissetmişler ve acıyla sevmeği öğrenmişler.

Kendilerine birazcık geldiklerinde ikisi de bu fırtınayla başka başka yerlere
savrulduklarını anlamışlar. Biran ölmek istemişler ama sonra
birbirlerini hiç görmeden mesafelere engellere rağmen sevmeği
öğrenmişler.
"Eskisi gibi bağırsakta sesimiz ulaşmaz ki birbirimize"
demişler. Ikisi de yeni yerlerinde kimseyle konuşmamışlar ve yıllarca
hep susmuşlar. Hep yeni bir fırtına ümidiyle birbirlerine ihanet
etmeden beklemişler. Böylece umutla sevmeyi öğrenmişler. Yıllar geçmiş ama

sevgileri hiç geçmemiş.
Birbirlerinden hep umutlu olarak yaşamışlar. Bir gün ikisi de
birbirlerinden habersiz aynı anda gözlerini kapamışlar ve kavuşmak için
yeniden fırtına çıkmasını dilemişler. Beklemişler beklemişler ama
fırtına bir türlü çıkmamış. Kendilerini tüm benlikleriyle fırtınaya
bırakmak için oldukları yerde dönmüş durmuşlar ama hepsi nafile küçük
bir rüzgar bile çıkmamış. Sonunda durmuşlar ve gözlerini açmışlar.
Sevdiklerinin sevdalarının yıllarca beklediklerinin tam karşısında
durduklarını görmüşler ve hemen ikisi de yıllar önce diledikleri dileği

anımsamışlar.
Dilek şöyleymiş "Allah'ım bizi birbirimize her şeyiyle sevmeği
öğrendiğimizde kavuştur. Öğle kavuştur ki sevdamız sonsuza erişsin."
Sonunda anlamışlar ki birbirlerinden çok uzaklarda geçirdiklerini
sandıkları yılları aslında birbir yanı başlarında geçirmişler.
Dileklerinin kabul olması için yılların geçmesi gerektiğini öğrenmişler
çünkü onlar sevmeği her şeyiyle öğrenmeği dilemişler.

Dilekleri kabul olmuş umutla sabırla acıyla yakında uzakta...her
şeyiyle sevmeği öğrenip birbirlerine kavuşmuşlar. Sevmeği bildikten sonra mesafeler acılar yıllar aylar...asla sevdayı
söndürmez ama sevmeği bilmedikten sonra yanı başında ki sevdiğini bile
yıllarca göremeyebilir insan...

30 Mayıs 2010 Pazar

İkinci "Manga"

Eurovision'da birinci Almanya
Oslo’da yapılan 55. Eurovision Şarkı Yarışması'nda Almanya birinci olurken Türkiye ikinci oldu.






OSLO - Norveç'in başkenti Oslo'da yapılan Eurovision Şarkı Yarışması'nı Almanya 246 puanla kazanırken, Türkiye, 170 puanla ikinci oldu.

Manga üyeleri, yarışmadan sonra yaptıkları açıklamada, ''ülkelerin verdikleri puanların açıklandığı sırada çok heyecanlandıklarını, ancak bu sonucu hakettiklerini'' dile getirdiler.

Puan beklemedikleri bazı ülkelerden çok puan aldıklarını, puan bekledikleri bazı ülkelerden ise hiç puan alamadıklarını veya az puan aldıklarını ifade eden grup üyeleri, ''Eurovision'un kendileri için büyük bir tecrübe olduğunu, kendilerini profesyonel anlamda daha çok geliştirdiklerini'' söylediler.

Kendilerinin Rock grubu olmasına rağmen Eurovision'un müzik dünyası için büyük önemi bulunduğu görüşünde olduklarını da belirten Manga üyeleri, kısa bir tatilden sonra çalışmalarını sürdürmek istediklerini, çalışmalarına ara vermek istemediklerini de kaydettiler.

Sahneye stilist Mehmet Acar tarafından hazırlanan "Que" firmasının kostümleri ile çıkan Manga, koreograf Genevieve Cleary'in koreografisi ile diğer ülkelerden değişik gösteri sundu. Yarışmadaki tek rock grubu Manga, geleneksel Türk müziği ile modern Batı müziğini karıştırarak sunduğu sahne gösterisiyle çok başarılı şov yaptı.

Sahnede robot olarak insana dönen ve vokalist Ferman'a sarılan Natalie Marrable'ın, lazer ışıkları ile donanmış giydiği 70 kiloluk kostümü, büyük ilgiyle izlendi. 55 kilo ağırlığında olan Mararable'nin, 70 kiloluk kostümünü sahnede çıkarmakta zorlanmaması da dikkat çekti.

Manga finalde, "We could Be The Same" (Aynı Olabiliriz) parçasının Belçikalı prodüktör Hans Vrancken tarafından yapılan düzenlemesi ile sahne aldı.

Bas gitarda Cem Bahtiyar, bateride Özgür Öney ve DJ Efe Yılmaz tam rock grubuna yakışan tarzlarıyla salonda coşku yarattı.

MTV müzik kanlında kullanılan büyük şovlarına özgü görüntü, sahne ve estetik anlayışı Eurovision prodüktörleri tarafından Manga'nın Eurovision sahne şovunda kullanıldı.

Oslo'nun Telenor Arena salonunda, Norveç'in resmi televizyonu NRK'nin yönetimi altında yürütülen dev televizyon şovu, dünyanın her bir yanında yaklaşık 150 milyon kişi tarafından izlendi.

23 kamera ile canlı takip edilen yarışmada, gitarda Yağmur Sarıgül'ün sıçrama hareketleri ve sol gözündeki göz yaşını andıran boya gözden kaçmadı.

Finalde 4500 adet ışık, 23 naklen yayın kamerası, 134 dev hoparlör kullanıldı. Norveç Prensesi ve Norveç'in gelecek Kraliçesi Mette Maret, yarışmayı salonda izledi.

Yarı finalin başlangıcından önce şovlarıyla programı renklendiren Fra Wallmans Saconoor grubu, ABBA gösterisinin ardından Türkiye'ye 2003'te Riga'da birincilik kazandıran "Everyway That I Can" adlı parçasıyla salonu coşturdu.


http://www.ntvmsnbc.com/id/25100850/







29 Mayıs 2010 Cumartesi

Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler...




Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler...

Bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz.

İçinizin acılarını,sıkıntılarını,kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir...

Bazıları çamur yağmur, toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır.

Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider.

Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz,tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde "nasır" oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.

Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.

Aşık olabileceğiniz insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir"...

Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.

Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.

Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır.

"Bez" ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur.

"Marka" ayakkabı alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz.

Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı
zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır".

Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz".

Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik" bir aşkı onarmaya ..kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!
Can Dündar..

9 Mayıs 2010 Pazar

Nazım, Niyazım Bir Tek Sana..





Küçüktüm daha.. Çok küçük..
Düştüğüm zaman "ah yaparım ben orayı , üzülme sen" dediğinde anladım beni ne kadar sevdiğini..Yoksa insan hiç yeri ah! yaparmıydı..
Geceleri susadığımda anladım, beni benden daha çok düşündüğünü..Uykusundan kalkmıştı nede olsa..
Acıktım dediğimde "ne yapayım sana" demesiydi beni ona bağlayan..
Eli hep tenimdeydi, Gözü üstümde.. Beni, güvenimi sağlamam için özgür bıraksada varlığı hep benimleydi..Hep hayran oluşum bundandır belki de ona..
Sabrı öğrendiğim anlardı ,Birşeyler kırdığımda "canın sağolsun yavrum" demesi..
Büyüdüm şimdi..
Hala ilk günkü gibi sarılmasından öğrendim sadakati..
Değişen sadece zamandı onla..
Gözümün içine her baktığında farkettim,ben onda hiç büyümemişim aslında..

Şimdi sesini her duyduğumda anlıyorum, Hiçbir şeyi "Annem" kadar özleyemeyeceğimi..

Kucağına aldığın ilk günden itibaren ,Bir saniye bile olsa beni sevmekten vazgeçmediğin için, Her düştüğümde "yenilmek yok,kalkacaksın ki önünde ki yolu görebilesin" diyerek bana hayatı öğrettiğin için, Hatalarımı direk yüzüme söylemeyipte, görebileceğim yerlere koyarak beni kırmadığın için ve daha sayılamayacak kadar çok şey için Sonsuz Teşekkürler ANNEM..

Yüreğimdeki tebessümüm ; Anneler Günün Kutlu Olsun..


SaYDeK..

2 Mayıs 2010 Pazar

Bir Daha...







Offff... dedi.

-Ne oldu? dedim

-hiiiiiç, dedi.

-Herşeyi bırak qeL benimLe, dedim.

-OLur mu ? ...dedi.

-Topu topu bi tabak fazLa koyarız soframıza,dedim.

-OLmaz, dedi.

-Neden? dedim.

-Aynı tabaktan yeriz, dedi...

ßiR daHa sewDimm .

27 Nisan 2010 Salı

Güneşler size doğar, seviyorsanız eğer...


Yaşam, bilincine varıldıkça daha bir güzel... Acı-tatlı tüm olaylarıyla birlikte bizim olduğu için, bizden bir anlam taşıdığı için güzel... Eğer dışındaysak yaşamın, var olmanın tadına varamıyorsak mutsuzuz demektir. Mutsuz, yalnız ve sevgisiz...

İnsan yüreğini sevgiden başka hiçbir ışık aydınlatamaz. Hiçbir değer sevgi gibi güç vereme...z, yüreklendiremez insanı...

Oysa seviyorsanız, gücünüzü kendinizden alacaksınız demektir. Ve güçlendireceksiniz bir başkasını... “Seni böyle güçlü kılan, benim sana olan sevgimdir” gerçeğini yaşayabileceksiniz.

Tüm bedeni, tüm yüreği aydınlanır, ışır insan sevdikçe...

Kin, nefret, kuşku gibi duygular, sevgiyle bağdaşamaz. Baştan başa iyilik, doğruluk, erdem kesilir insan sevdikçe.

Vermenin, almaktan daha büyük bir değer olduğunun bilincindedir seven yürek... Verip aldığının hesabını da tutmaz üstelik... Vermelerinin en cömertinde, almaların en yücesini yaşar. Ve şükreder Tanrı’ ya, sevebilme gücünü verdiği için...

“Egoist insan, aslında kendisini de sevmez” diyen Fromin çok haklı söylemiş. Işıksız, kör lamba nasıl aydınlatsın kendisini? Ve sevgisiz karanlıklardan nasıl seslensin insanoğluna?

Mutluluk yüreklerde, kitaplarda, sandıklarda kalıp gizlenecek bir kavram değildir. Şarkı olur, ışık olur, mutluluk da , dudaklardan gözlerdin taşıp gider... Zaptedemezsiniz; özgürlükle kardeştir. Baskıyı sevmez. Sessizliğin en derini, coşkuların en çağıltılısı onunla birliktedir. Güneşler size doğar, seviyorsanız eğer...

Varlığın ve yaşamın tadına, bilincine varıp, en belirgin sorumluluklardan en yüce özgürlüklere uçar insan sevdikçe...

Küçücük yüreğine tüm evreni sığdırır da insan gözlerinde yansıyan gerçeği haykırmak, anlatmak, duyurmak ister... Yüreğini ve gözlerini susturamaz. Işık ışık dağıtmak ister sevgisini yüreklere...
İyilerin en iyisi, güzellerin en güzelidir insan sevdikçe.....
( Alıntı )

20 Nisan 2010 Salı

Al Ömrümü...

aL ömrümü, koy ömrünün üstüne,
Senden geLsin öLüm, başım üstüne...





















21 Şubat 2010 Pazar

Görmeden Gören Beynin Sırrı ..

Doğuştan görme yetisine sahip olmayan Eşref Armağan, dünyayı tanımak için 6 yaşında resim yapmaya başladığında, bilim kitaplarını da alt üst edecek bir hayata ilk adımını attı. Parmaklarıyla dokunduğu eşyaları, önce çivilerle tahtaya çizmeye başladı, sonra da 12 yaşında kuru boya ile ilk kelebeğini yaptı. Artık dünyayı parmaklarıyla görüyor, parmaklarıyla resmediyordu.

Eşref Armağan, zamanla renk geçişleri, perspektif, gölge ve ışık oyunlarını da öğrenerek tuvaline aktardı. Resimlerindeki ileri teknik, yurtdışındaki ressamların yanı sıra bilim adamlarının da ilgisini çekmeye başladı. Öyle ki 2004 yılında Harvard Üniversitesi’ne çağrılarak, beyin ve göz taramasından geçirildi. İşte o zaman bilim adamlarını da şaşırtmayı başararak, ünlü New Scientist Dergisi’ne konu oldu. Çünkü kör insanlarda, karanlık olan beynin görme merkezi, o resim yapmaya başladığında aydınlanıyordu.

Toronto Üniversitesi’nden Prof. Dr. John Kennedy, yakın takibe aldığı Eşref Armağan’ı “Dünyada örneği olmayan istisnai bir yetenek” olarak tanımladı. Ünü giderek yayılan Armağan’ın bu gizemli yeteneği, Discovery Channel’da yayınlanan bir belgesele konu oldu.




Eşref Armağan-Dünyayı Şaşırtan Türk

16 Şubat 2010 Salı

Maymun Gözünü Açtı.. !


En çok satan kitaplar listesinde haftalarca birinci sırada yer alan Freakonomics kitabının yazarı Steven Levitt, yaklaşık bir yıl önce New *York Times'da, Yale Üniversitesinde yapılan çok ilginç bir araştırma hakkında ses getiren bir yazı yazdı. Yazının ve araştırmanın ilginç olmasının nedeni, bu araştırma para ve maymunlarla ilgili olmasi.

Keith Chen, Yale Üniversitesinde ekonomi bölümünde görev yapan bir profesör. Keith Chen'in araştırması; Maymunlara, para kullanmayı öğretmek ve bunun sayesinde topladığı bilgileri, bizlerin yani insanların, para ile olan ilişkisini karsılaştırıp, çeşitli sonuçlar çıkarmak.

Araştırma, Yale
Üniversitesinin maymun laboratuarında başlıyor. Bu laboratuarda 7 adet capuchin maymunları, bir ana ve birçok küçük deney kafeslerinde, para kullanmayı öğreniyorlar. Para olarak, gümüş renkli, somun kullanılıyor. Süreç gayet basit. Ana kafesten bir maymun alınıp, deney kafesine koyuluyor. Bu maymuna para adını verdikleri somun veriliyor. Maymun öncellikle bu somunu kokluyor, ağzına götürüyor. Bu aşamada bir tepsi içinde çeşitli yiyecekler getiriliyor: elma, üzüm ve jell-o. Amaç, bu 7 maymunun her birinin sevdiği yiyecek türünü bulmak ve bu yiyeceği elde etmek için parayı kullanmalarını sağlamak. Deney kafesindeki maymun elmayı seçiyor. Araştırmacılar, maymuna elmayı vermeden önce, elinden parayı alıp, maymuna yiyeceği veriyorlar. Bu süreç haftalarca sürüyor ve maymunlar birkaç hafta sonra, ellerindeki somunun yani paranın gücünü anlamaya başlıyorlar.

Maymunlar paranın kullanımını; araştırmacılar, en çok tercih edilen yiyeceği *öğrendikten sonra, yeni bir süreç başlıyor: fiyatlandırma. Bu yeni süreçteki amaç, maymunların, biz insanlar gibi rasyonel kararlar verip vermediğini bulabilmek. Böylece araştırmacılar, birçok maymunun tercihi olan jell-o'nun fiyatını iki somun, elmanın fiyatını yarım somun ve üzümün fiyatını ise bir somun yapıyorlar.
Buldukları sonuç ise gerçekten ilginç. Maymunlar, deney sırasında, biz insanlar gibi para harcama konusunda çoğu zaman rasyonel davranıyorlar. Parasını, en çok yiyecek alabileceği şekilde harcamaya başlıyorlar.
Maymunlar, 1 somun verip, 2 dilim elma almayı, fiyatı 2
somun olan bir adet jell-o'ya tercih etmeye başlıyor.
Buraya kadar her şey güzel!

Günlerden bir gün, yine ana kafesten, deney kafesine alınan maymun, deney kafesindeki bir tepsi içinde bulunan 12 somunu *görüp, aniden çılgına dönüyor. Paraların bulunduğu tepsiyi kapıp, ana kafese *fırlatıyor ve kendisini de ana kafese atıyor. Ana kafesteki bütün maymunlar bir anda gökten para yağdığını görüp, yere düşen paraları
kapışmaya başlıyorlar. Levitt, bunu yazısında maymun tarihinde gerçeklesen ilk "banka soygunu"(maymunun tepsiyi çalması) ve "hapishane kaçışı" (maymunun deney kafesinden, ana kafese kaçışı) olarak tanımlıyor.
Bütün bu kaos içinde araştırmacılar, ana kafesteki maymunlardan parayı geri almaya çalışıyor.
Olay biraz yatıştığı bir anda Keith Chen, hiç görmemeyi tercih ettiğini söylediği bir olaya şahit oluyor: Erkek maymunlardan biri, dişi maymunlardan birine yaklaşıp, ona elinde bulunan somunlardan birini veriyor ve bunun karşılığında dişi maymun, erkek maymunun seks teklifini
kabul ediyor! İşin ilginç yanı bu iki maymunun "işi" bittikten sonra, dişi maymun "kazandığı" parayı araştırmacıya getirip, bununla üzüm almaya çalışıyor. Chen, bu olayı maymun tarihindeki ilk "fuhuş" olarak tanımlıyor.

Üniversitenin araştırma etik bölümü, maymunlar üzerinde yapılan para araştırmasının, maymunların yaşam koşulunu, değerlerini ve gündelik yaşamlarını tamamen değiştirdiği ve zedelediği gerekçesiyle, araştırmayı iptal edip, maymunlara para verilmesini yasaklıyor. .

3 Şubat 2010 Çarşamba

Saydek Soruyor ; Örnek Aldıgınız Kişi Kim ?


Şimdi seninle İdol Kişi'nin kim olduğunu bulucaz . Hemen alt tarafa geçme, önce sayısal işlemi yap.


Ne kadar hassas işlem olduğuna şaşıracaksın ! Dikizleme ve kopyalama yok !


1) 1-9 arasında favori sayını seç

.

2) Seçtiğin sayıyı 3 ile çarp

.

3) 3 ekle

.

4) Bulduğun sayıyı tekrar 3 ile çarp (Hesap makinasını almanı bekleyebilirim

.
5) Şimdi muhtemelen iki haneli bir rakam buldun ....

.

6) Bulduğun sayının rakamlarını topla

.


Şimdi aşağıya doğru ilerle Bulduğun sayı, idol kişinin kim olduğunu aşağıdaki listeden gösterecek :




1. EİNSTEİN

.

2. OPRAH WİNFREY

.

3. SNOOPY

.

4. BİLL CLİNTON

.

5. BİLL GATES

.

6. GANDHİ

.

7. BRAD PİTT

.

8. ANGELİNA JOLİE

.
9. SaydeK
.
10. RASET SOYER


Biliyorum , biliyorum .... Bu kişiler içerisinde beni örnek aldın. Bir gün sen de benim gibi olacaksın..


Neden gülüyorsun? :)

8 Ocak 2010 Cuma

Bir Kurşunkalem Hikayesi ..


Çocuk, büyük babasının mektup yazışını izliyordu... Birden sordu: "Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikaye olma ihtimali var mı?" Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: "Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin." Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. "İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!" "Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun. "Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah' dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir." "İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar." "Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir." "Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın." "Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın."