30 Haziran 2009 Salı

Ben Aşk | Hakikatin diyemediği her kelama "Öz" olurum..



Ben aşk...

Kalbin kafesindeki deruni büyünüz. Vakitsiz yollara düşüp aradığınız, tam buldum derken kaybettiğiniz mahrem-i esrarınız. Gah bir irem bahçesi gah bir mahbes yerine koyduğunuz... Hayatınızın en serin barınağı saydığınız gül kokulu eyvan. Her aşık için adım başka başkadır. .Bir adım aşk, bir adım yalnızlık, bir adım acı, bir adım mutluluk ve bir adım firak...
Bütün yola çıkmış sevdalara ben kılavuzluk ederim. Önceleri yol kenarlarında hanım elleri kokar, mor menekşeler selam durur bana.

Aşıklar hep benim adımı söylerler.Adımı ağızlarına pelesenk ederler. Tatlandırırlar. Tüm zorlu yollar benimle aşılır. Şirin’e varan dağlar benim soluğumla delinir, Aslı’ya giden yola benimle düşülür. Varılmaza varılır. Tüm karanlık geceler, benimle birer yıldız şölenine dönüşür. Benim efsunumun kokusu ölgün yürekleri ayaklandırır. Gülzar bahçelere dönüşür kötürüm duygular. Gelişim gül açtırır, gidişim dert saçtırır.

Sevdanın uyuduğu bir fecir vaktinde...

Ben, yüreklerin en kuytu vahasında çiçek açmaya dururum.




Ben aşk...

Kalbin hüznüne derman olurum. Yağmur olur, dökülürüm ayaklarına peri bakışlı güzellerin. Umudun keskin şavkında, rahmet olup yağarım, utangaç delikanlının bezgin yüreğinin çatlaklarına.

Vakit akşam olunca, hüzünlü imbat rüzgarı olup, inceden inceye eserim avare yüreklere. Sevgi selinin hırçınlığı, alır götürür sevenleri yalnızlığın okyanusuna. Sessizlik biçare yüreklerde derinleştikçe, ben agah olurum. Hükümdarlığımı kurarım gönüllerin en yüksek taraçalarına. Tahtım kavi değildir. Keşakeş kavgalar beni savurur buzul yangınlarına, Aşıklar ellerini çekince üzerimden rüzgar girdaplarına tutunurum. Giderim.
Sevgilinin sesine birazcık ney olurum.



Ben aşk...

Erguvan dallarını sessizce ben tutuştururum. Duygu merdivenini sözsüz bir musikiyle ben bırakırım yüreklerin ayaklarına . Dünyanın kalbine basa basa gelir bulurum sermayemi. Çok uzaklardaki bir sabahtan uyanıp gelen, ürkek ve çekingen bir kuş gibi, gelir konarım sevdanın hayal çiçeklerine. Sözün bittiği demlerde, benim türküm söylenir. Sırmadan hayal ipliği dokunur geceler boyu. Aslında sessiz bir fısıltıdır benim varlığım.
Yalnızlığın derinleştiği demlerde sessizce okunurum




Ben aşk...

Güvercin güzelliğinde geldiğim dallara, kara kış indiğinde, hicret ederim vefa elbisesi giyinmiş yüreklere. Oyalanıp dururum gönüllerin kıyısında . Çiçeklerden bir tapınak yaparım. Sular, benim serinliğime iner ayaklarıma. Rüzgar, çiçek kokulu heybesini bırakırken kıyıma, yanında gözyaşıyla ıslanmış hatıraları da boşaltır dehlizlerime... Benim acı veren taraflarım vardır ... Öldürmeyen, kanatan, acıtan... Benden sonra şarkıların yüzü kızarır. Saadetin yalanı karışır çapkın rüzgarlara. Çiseleyen yağmurlara hasret, inleyen çöller bulurum. Her şeyin sustuğu demlerde...

Hakikatin diyemediği her kelama öz olurum




Ben aşk...

Sizden yana derdim çok ey insanlar... Beni, her yalanınıza katıp düşürdünüz ayaklarınıza. Sebat etmeyi bilmeyen yüreklerinizi örten çağın kırk bohçalı feracesi miydi sizi böylesine hissiz yapan? Her sabah güneşin akıp giden ırmaklara dalışı gibi, daldınız her gördüğünüz durgun sulara... ölgün bir utancın kucağında Kelimelerin diyemediği, sözlerin yetmediği, bitmiş türküler söylüyorsunuz benden yana. Oysa ben bitmiş türküleri sevmem. Yitik sevdalara, küsülüdür yüreğim. Sadakat, güneş gibi yakmayınca, aşk ilahi şifrelerden taşıp akmayınca, benim adım anılır mıymış? Sadakatin kirli urbalara sarındığı bir zamanda, her adam, aşık sanılır mıymış?
Ben de topladım heybemi. İşte gidiyorum. Adımı bundan böyle yalanlarınıza adamayacaksınız. Sevda denilen periler ülkesinde, sadakat denen nazlı gelincik, ninniler söylemeyecek. Akşam bulutu dolaşmayacak bundan böyle üzerinizden.
Çok uzaklarda kalan aşık ve maşuka yana yana köz olurum




Ben aşk...

Ten ülkesindeki sevdalara benim değil, eşkıya düşüncelerin hükmü geçer. İşte... Muhayyer makamında ezgilerin yakıldığı bir fasıldı, geçti gitti. İlkbaharın tatlı rüzgarı, narin tepeciklerin ardına saklandı. Ruhumun esrarı, göçebeler gibi uzaklara sürüklendi. Tülümsü hatıralar, böğürtlenli yamaçlarda kır uykusuna yattı. Öylesine huzurlu, öylesine aşikardı yüreklerin rıhtımı. Sözde saadetin yalanı, yıktı beyaz taşların vakurunu. Duygular, deruni duygular ölümüne yumdu gözlerini. Fırtına, en keskin fistanını dikti çalılıklardan. Kanata kanata, deli gömleği gibi giydirdi sevdalara. Ben unutuldum, sevdalar bitti...Ne aşık kaldı ne maşuk. Leyla, Mecnun’unu yitirip çöle vermişken, Aslı Kerem’ine kavuşmamışken, Züleyha aşk şarabını zehir niyetine içmişken, hünkar gönüllü ulular gitmişken, sevdanın esamesi okunmazken...


Hiç yorum yok: