29 Temmuz 2009 Çarşamba

Ya aşk , Ya akıl..

Akıl Geleceğini düşün derken,

Aşk Ne geleceği? Ne zaman Azrail ile karşılaşacağını biliyor musun? der.

Akıl, anlık mutlulukların sonu olmadığını, bir düzen kurman gerektiğini söyler,

Aşk ise anı yaşaman için bastırır.

Akıl, kaybedeceklerini hesapla diyerek dikilir karşına,

Aşk ise gemileri yakman için ateşi tutuşturmaya kalkar eline.

Akıl, paran yoksa bu hayatta adam gibi yerin yok, beni başına topla derken,
Aşk, o aklı başından almak için pusuya yatmıştır bir yerlerde.

Akıl, sükûneti, huzuru tavsiye ederken,

Aşk hemen devreye girer ve serüvensiz bir hayatı, otların da yaşadığını fısıldar kulağına.

Akıl, tutkuları denetim altına almayı öğütlerken,

Aşk, bu dünyada Akıllı insanların değil, tutkularıyla yaşayanların arkalarında izler bıraktığına yemin üstüne yemin eder.

Akıl, yaşının adamı ol diye gözlerini kısıp kaşlarını çatarken,

Aşk, içindeki çocuğu sakın ola öldürme diye öğüt üstüne öğüt verir.

Akıl, içinde yaşadığın toplumun hiç değilse genel olarak normlarını kabul et derken,

Aşk tam bir başkaldırıya çağırır.

Akıl, sayısız tehlikeyi sıralayarak kendini korumanı önerirken,
Aşk, ruhunu bile çırılçıplak soymanı ister.

Ve sen, ya aklı seçersin ya da aşkı...

Seçim senin...

Kazara Keşfedilen On Ürün



Patates cipsleri: New York'ta keşfedildi

Aşçı George Crum, bir müşterisi patates kızartmalarının çok kalın olmasından şikayetçi olunca, çok ince doğradığı patatesleri kızartmaya başladı ve böylece patates cipsi doğmuş oldu.





Viagra: Galler'de keşfedildi

Galler'de, Merthyr Tydfil kasabasında ereksiyon problemi olan erkekler üzerindeki klinik çalışmaların sonucunda keşfedildi.






Oyun hamuru: New York'ta keşfedildi

1940'larda bir James Wright adlı bilimadamının savaşta kullanmak üzere "sentetik lastik" üretme çalışmaları, oyun hamurunun keşfiyle sonuçlandı.





LSD:

İsviçre'de keşfedildi

İsveçli bilimadamı Albert Hoffman, doğum üzerine yaptığı çalışmalarda bambaşka bir sonuçla karşılaştı: En yaygın uyuşturucu madde olan LSD




Mikrodalga

Fırınlar: Masaçusets'te keşfedildi

1946'da Percy spencer adlı mühendisin cebindeki şekerler, bir magnetron tarafından eritilince günümüz mutfaklarının vazgeçilmezlerinden mikrodalga fırın keşfedilmiş oldu.






Penisilin: İskoçya'da keşfedildi

Alexander Fleming adlı bilimadamı gribe çare ararken, içinde bakteri bulunan bir kapta mantar üremesiyle Penisilin'i keşfetmiş oldu.




X Ray cihazı: Almanya'da keşfedildi
19. yy'da Alman bilim adamı Wilhelm Röntgen radyasyon ile deney yaparken göründüğünü keşfetti.








Yapay tatlandırıcılar: Nebraska'da keşfedildi

Bütün yapay tatlandırıcılar, deney yaptıktan sonra ellerini yıkamayı unutan bilimadamları tarafından keşfedildi.






Brendi:

Ortaçağ tüccarlarının şaraptaki suyu kaynatmalarıyla keşfedildi. Böylece, şarap yolculuklarda daha az yer kaplıyordu.

Atlantis bugünkü dünyayi nasil etkiliyor?

Atlantis bugünkü dünyayi nasil etkiliyor?
Atlantis için çaglardan beri hep "var mi, yok mu?" tartismasi yasandi. Biz ise, onun varligini kabul edip, insanlarinin yaptiklari hatalara ve bu hatalarin bugünün Dünya'sini etkilemesine bir göz attik. Varligina inanip, inanmamak size kalmis…

Tarihin kadim zamanlarinda büyük bir uygarlik vardi. Insanligin ulasmis oldugu en yüksek uygarlik seviyesine ulasmis olan "Mu" Uygarligi. Mu'nun çevresi de yavru uygarliklarla çevriliydi. Bu yavru uygarliklardan biri de Atlantis Uygarligi'ydi. Bugün, her iki uygarlik hakkinda "efsanevi" tanimlamasi yapiliyor olsa da onlarin varliklari bilimsel arastirmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazaniyor. Onlarin varligina kanit arayanlar için bir kaç örnek verebiliriz: Eflatun, Atlantis'le ilgili ilk yazdigi eseri Timea (Timaios) ve daha sonra MÖ.345 yilinda "Kritias"I yazdigi zaman kaynak olarak M.Ö.7. yy'da yasamis atasi politikaci Solon'u gösteriyordu. Solon M.Ö 590'da Misir'a gitmis ve Misirli rahiplerden kadim bilgiler edinmisti. Bu bilgiler Atlatis'de yasam seklinin yani sira Misir Uygarligi'nin köklerinin Mu ve Atlantis'e dayali olduguna iliskindi. Bu büyük ada ülke Solon'un anlatimlarina göre, Solon'un dogumundan 9 bin sene önce çok güçlü bir krallikti ve buradan gelen isgalci kabileler, Akdeniz kiyisindaki tüm ülkelere yayilmislardi.Ve Solon rahiplerden birsey daha ögrenmisti; uzun yillar boyu Misir'in bati ülkeleriyle baglantisinin kesilmis oldugunu. Bunun nedeni Atlantis'in deprem ve su taskinlari sonucu batmasinin ardindan, Atlantik Okyanusu'nun, Atlantis'in varoldugu kabul edilen bölgesinde, denizin bir çamur ve yosun tabakasiyla geçit vermez olusuydu. Bu durum baska tarihçiler tarafindan da anlatilir. Rusya'da St. Petesburg Müzesi'nde bulunan ve bilinen en eski papirüslerden olan bir papirüsde ise, Ikinci Hanedan Firavunlarindan Sent'in, onlara bilgeligi getiren atalarinin, anavatanlarini arastirmak üzere bir arastirma grubunu Atlantik Okyanusu'na gönderdigi yazilidir. Arkeolojik açidan bu konuya iliskin önemli bulgular ise, Eski Truva'da Dr. Schliemann tarafindan bulunan ve ithaf yazisinda "Atlantis Krali Kronos"dan yazili "Baykuslu Vazo" ve yine üzerinde ayni yazi bulunan"Kus Sfenksi"dir. Kanit olarak; çözülmüs Naacal Tabletleri'ndeki anlatimlar, Misir Uygarligi'nin hiyerogliflerinden elde edilen bilgiler, Maya yazitlari, efsaneleri, ilahileri de gösterilebilir. Jeolojik kanitlar ise, Kuzey Atlantik Okyanusu'nun dibi ya da yataginin biçimidir. Buradaki veriler "bölgesel çökmeye" isaret etmektedir. Bugünkü teknolojiyle Kuzey Atlantik bölgesinde Atlantis'in haritasi da çikarilmistir. Jeolojik olarak da kabul edilen diger kanitlar ise söyle siralanabilir: Amazon Denizi'nin yok olusu, Missisippi Vadisi'nin kurumasi, St. Lawrence Vadisi'nin kurumasi, Florida'nin ortaya çikisi, Kuzey Amerika Atlantik kiyi hattinin genel olarak genislemesi… Bunlarin hepsi de büyük bir kütlenin denize batmasi ve batma nedeniyle deniz dibinde olusan büyük çukura çevre sularin dolmasini kanitlar niteliktedir. Ayrica jeologlar, Brest ile A.B.D.'nin kuzeyi arasindaki alanda 15 bin yil öncesine ait açik havada katilasmis olan lav parçalari kesfetmislerdir.


Atlantis'in, efsane mi, gerçek mi oldugu, Rönasans döneminde de kafalari en çok mesgul eden sorulardan biri durumundaydi. Özellikle 17. ve 18 yy'da bu tartismalar oldukça yogunluk kazanmisti.
Atlantis, Dünya Edebiyati'nin devleri tarafindan da tartismisti. Bu tartismalarin sonucunda onun varligina tüm kalpleriyle inanan yazarlar; Montaigne, Bafflon ve Voltaire olmuslardi..
Atlantis vardi ve batti? Peki neden? Neden çok basit, sadece küçücük bir kelime; "ego"... Bugünkü biz Dünya çocuklarina ne kadar da yakin gelen bir sözcük degil mi? Hemen hemen tümümüzün içini kemiren, bizi olmadik yollara, asklara, yasamlara ve hirslara sürükleyen o çoklukla kontrol edemedigimiz yönümüz içimizdeki yaramaz çocuk ego... Peki Atlantislileri bu ego'nun en uçlarina sürükleyen ve onlari yokolusa götüren nedenler nelerdi? Aslinda bu nedenler bugün yasadiklarimizdan hiç de farkli degildi? Insanlari, geçmiste toplu yokoluslara götüren hatalar günümüzde hala tüm hiziyla devam ediyor? Peki devam etmek zorunda mi? Bu sorunun yaniti tabii ki "Hayir"... Simdi, bu "Hayir"i gerçeklestirmek için Atlantis'in tarihine bir göz atalim...
(Asagidaki bilgiler Eflatun'un "Kritias", Akasa Yayinlari'nin "Galaktik Insan", Ruh ve Madde Yayinlari'nin "Kahin" isimli kitabinda Edgar Cayce'nin, 1000'e yakin kisiye yaptigi -önceki yasamlara döndürme seanslari- sirasindaki Atlantis dönemine iliskin okumalarindan elde edilmistir).
Dünya'nin unutulmus tarihinin önemli bir bölümünde, Dünya üzerindeki hakimiyet dinozorumsu ve sürüngenimsi irkin kurmus oldugu uygarliklardaydi. Bu irklar bugünkü Dünya insanlariyla kiyaslanacak olurlarsa üstün bir zekaya sahiptiler. Ama kötü bir yanlari vardi, kendileri disindaki fiziksel varliklara yasam hakki tanimiyorlardi. Bu nedenle, 900 bin yil kadar önce, o dönemlerde karada yasayan, memeli deniz öncelleri dedigimiz varliklarin ( yunuslar ve balinalar) ve Dünya spiritüel hiyerarsisi'nin de destegi ile Dünya'dan yokedildiler. Ve bu yokedilisten bir süre sonra Dünya'da insan irki var olmaya basladi. Dünya insanlari ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan, Lemurya Kitasi (MU) denilen yerde kurdular. Insanin bes irkinin bu kitada yaratildigi ve sonralari Dünya'ya yayildiklari söylenir. Ilk koloninin kuruculari olan bu insanlar, hayatin tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli oldugu bir Lyra/Srius uygarligi olusturdular. Sonraki 850.000 yil boyunca Lemuryalilar bir dizi yavru imparatorluklar kurarak Dünya'ya yayilmaya basladilar. Bu yavru imparatorluklarin en önemlisi, Atlantik Okyanusu'nun ortasinda bulunan kocaman bir ada olan Atlantis idi. Atlantis'in batisinda Kuzey ve Orta Amerika, dogusunda ise Avrupa ve Kuzeybati Afrika yer aliyordu. Yüzölçümü bugünkü, Avrupa ve Rusya'nin birlesik yüz ölçümlerine esitti. Poseidon, Atlantis'in kurucusuydu. Atlantisliler, babalari oldugunu kabul ettikleri Poseidon için bir tapinak yapmislardi. Her bes ve her alti yilda bir insanlar burada toplanir ve bogalar kurban ederek tapinagin sütünlarina islenmis kutsal yazilara riaet için yemin ederlerdi. Atlantisliler topraktan gelmis insanlardan, Euenor'un kizi Kleito'yu anneleri olarak kabul ederlerdi. Insanlari; kültüre, bilime, sanata oldukça düskündüler. Kibar insanlardi. Atlantis'de çogunluk kizil irktaydi. Yönetim sekli ise, sosyalist egilimli bir monarsiydi. Toplumda din adamlarinin sayisi hayli fazlaydi. Din adamlari, o devrin en bilgili kadin ve erkekleriydiler. Hekimlik,vicdani ahlaki degerlerin danismani olarak görev yapiyorlardi. Atlantis varoldugu dönem boyunca üç imparatorluk dönemine ayrilmisti. "Galaktik Insan" Kitabi'nda Atlantis'in yükselisini ve düsüsünü incelerken söyle bir anlatima yer veriliyor; "Atlantis'in tarihinin üç imparatorluga ayrildigini görürüz. Ilk tarihi dilime "Eski Imparatorluk "denir (M.Ö 400.000 yildan 25.000 yila kadar uzanir) Eski Imparatorluk, Lemurya ile ayni zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya'nin yikimini planladi. Ikinci tarihi dilime, "Orta Imparatorluk" denir (M. Ö 25.000 yildan 15.000 yila kadar uzanir) ve o, Dünya Gezegeni'nin ilk gerçek hiyerarsik yönetimine sahne olmustur. Son tarihi devreye ise "Yeni Imparatorluk" denir. O Atlantis tarihinin son 5000 yilini kapsayan nihayi çatisma ve yikimin öyküsünü içerir (MÖ. 15.000 yildan 5000 yila dek uzanir). "Santesson kitabinda ise Atlantis'deki yasam, Eflatun'un yazdiklarindan yola çikarak Atlantis'i söyle tasvir edilir; "Atlas soyundan gelenler, Atlantis'e hakim olmayi sürdürdüler. On bölge yöneticisi, birbirlerinden sadece askeri islerle ilgili ayrintilar bakimindan ayriliyorlardi. Atlantis krallarinin her biri kendi ülkesinde hükümdardi, ama hepsi merkezi adadaki Poseydon Mabedi'nde dikili, Orisalk'tan yapilmis bir sütüna, ilk on kral tarafindan kazilmis bir isarete itaat ederlerdi. Atlant krallarinin ilk yasasi, birbirlerine karsi silah kullanmamak, hücuma ugramalari halinde birbirlerine yardim etmekti. Atlantis'in dogal kaynaklari sanki sinirsizdi. Kiymetli madenler çikariliyor, kokulu bitkilerden kokulu özler damitiliyordu. Köprü ve kanal agi, ülkenin çesitli bölgelerini birlestiriyordu. Kitanin altinda bulunan tas ocaklarindan çikarilan beyaz, siyah ve kirmizi taslar, evlerin ve sair yapilarin yapiminda kullaniliyordu. Her bir araziyi çevreleyen duvarlar yapiyorlar, bu dis duvarlari bakirla kaplarken, sehri tahkim eden iç duvarlari orsalk, orta duvarlari ise kalayla kapliyorlardi. Merkezi adada kurulu sehirde saraylar, mabetler ve halka ait diger binalar kurulmustu. Merkezde altin bir duvarla kusatilmis bir mabed bulunuyordu. Bu mabed, Kleyto ile Poseydon'a adanmisti… Bahçe ve koruluklarda sicak su kaynaklari akiyordu. Çesitli tanrilara adanmis birçok mabet, insan ve hayvanlar için arenalar, hamamlar ve bir hipodrom vardi. Pek büyük limanlardan kalkan gemiler, Dünya'nin her yerine gidiyordu. Bölge halkinin nüfusu o kadar yogundu ki her yerde sesleri isitiliyordu. Merkezi sehrin etrafinda, sarp yükseklik ve güzelliklerinden dolayi ünlü daglarin korudugu çok genis bir ova uzaniyordu. Ovada senede iki kez hasat yapiliyordu. Bu büyük imparatorluk Helen Devletleri'ne en kudretli ve sanli olduklari bir devirde hücum etti. Ve böylece bilgelik ve biat yolundan sapti. Ölçüsüz alanlara sahip olan Atlantis krallari, tüm Dünya'yi zapt etmek azmindeydiler." Bundan sonraki bölüm, "Kritias"in orjinalinde söyle devam ediyor; "Zeus, Iste o zaman bir vakitler erdemli olan bu soyun bahtsizligini farkederek, onlarin aklini basina getirmek, onlari uslandirmak için cezalandirmaya karar verdi. Bütün tanrilari, evren'in ortasinda kurulu ve oradan durmadan degisen her seyi gören en kutsal evinde bir araya topladi; onlara dedi ki…" Eflatun'un "Kritias"I burada sona eriyor. Sonrasi malum…
Atlantis'i tufanlara ugratanlar
Atlantis batisindan önce üç kez tufana ugramistir.

Edgar Cayce'nin okumalarina göre, bu tufanlar günümüzden; 50 bin, 28 bin ve10.600 yil kadar önce gerçeklesmistir. Bu tufanlarin nedenlerini inceledigimiz de günümüzle ne kadar da özdes olduklarini tüm gerçekligiyle görüyoruz. Ilk tufanin nedenine baktigimizda günümüzde de siklikla kullanilmakta olan kimyasal maddeleri ve silahlari görüyoruz. Bu maddelerin ilk kez yogun olarak kullanilmasinin öyküsü ise söyle; M.Ö. 50200 yilinda etobur, iri cüsseli hayvanlar, insanlar için büyük sorun olusturmaya baslayinca Dünya'nin bes ulusundan gelen, bes irkin temsilcileri bir araya geldiler, topraktaki ve havadaki unsurlarda bulunan güçlü kimyasal enerjileri hayvanlara karsi kullanmak için karar birligine vardilar. Bu kararlarin sonucunda hayvanlarin yasadiklari magaralara ve bölgelere çok büyük miktarlarda kimyasal maddeler, gazlar verildi. Bilinçsizce kullanilan bu kimyasal maddeler ve güçlü patlayicilar doganin dengesini bozdu. Verilen gazlar, halen sogumakta olan yerkürede volkanik patlamalara, zelzelelere, buzul çagina girilmesine ve Atlantis'in ilk tufanini yasamasina yol açti. Bu maddeler size de tanik geliyor mu???
Atlantis de uzun yillar boyunca toplumsal olarak da karisikliklar yasandi. Toplum yönetiminde hakim olan ve Isigi temsil eden Bir'in Ogullari; bir tanri, bir din, bir es kurallarini toplumda yerlestirmeye çalisirlarken, Karanligi temsil eden, Belial Ogullari'nin, bu kurallar hiç islerine gelmiyordu. Onlar toplumsal normlari hiç sayiyor, insan haklari konusunda ise kayitsiz kaliyorlardi. Maddesel, sefahata egilimli, siddete dayali bir hayat biçimi ve anlayislari vardi. Toplum hayatinda bu iki grubun anlasmazligi gittikçe artiyor, bu da iç savaslara ve huzursuzluklara neden oluyordu. Belial Ogullari'nin bedene bagli, materyalist yasam biçimleri bazi Bir'in ogullarina da cazip geliyor ve onlarin tarafina geçmelerine neden oluyordu. Belial Ogullari, bugün Dünya üzerindeki hakim güçlere baktigimizda, sizce de bildik birilerini animsatmiyorlar mi???
GÜÇ YANLIS AMAÇLARLA KULLANILDI
Atlantis'teki ikinci tufan ise M.Ö. 28.000'e dogru gerçeklesti. Bu tufanin öyküsü ise söyle anlatilir; Atlantisliler ilk tufanin sokunu atlattiktan sonra hizli bir toparlanis dönemi geçirdiler. Atlantis'in ikinci döneminde Atlantisliler, elektrik ve elektronik alaninda önemli buluslar yaptilar ve büyük gelismeler gösterdiler. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini tasimacilikta kullaniliyolardi. Laser gibi her türlü isikli sualar kesfetmislerdi. Ölüm suasi da bu gruba dahildi. Sivi hava, sikistirilmis hava, kaucuk ve bugün henüz bilinmeyen bakir, aliminyum ve uranyumdan meydana gelen madeni alasimlar kullaniliyordu. Asansör, telefon, radyo, Tv yaygindi. En önemli bilimsel basarilari ise günes enerjisine hakim olmalariydi. Bu gücü denetim altinda tutan merkeze,Tuaoil Tasi veya Ates Tasi adini veriyorlardi. Bu dönemde insan bedeni, kristallerden çikan sualarin hafifletilmis bir uygulamasi ile gençlestirilebiliyordu. Bununla berebar Ates Tasi yikici amaçlarla iskence ve agir cezalarin yerine getirilmesinde de kullaniliyordu. Bu merkezin kuvvetinin, çok ileri bir düzeye ulastigi bir zamanda yapilan bir hata, suanin elektrik güçleriyle birleserek topragin bagrinda birçok yanginin çikarmasina yol açti ve volkanik patlamalar meydana geldi. Güç kaynaklarinin bilinçsiz ve kötü kullaniminin bugünün Dünyasi için de yok olusu getirecegi çogumuzun kabul ettigi bir gerçek degil mi???
GENLERLE OYNADILAR
Atlantililerin hatalarindan birisi de "gen"lerle oynamalari olmustur. Belial Ogullari'nin etkisi altindaki, Atlantislilerin yaptiklari, bugünün dünya insanlarini genetik bakimdan indirgenmis ve mutasyana ugratilmis durumda da birakmistir. Nedir bu genetik bakimdan indirgenmis ve mutasyona ugratilmis olmak?
Yapilan islem bugünün gen mühendislerinin üzerinde çalistiklari yöntemlere çok benzer. Sadece Atlantisliler bu islemi yaparken, hayvan türleriyle yetinmemisler, insanlar üzerinde de denemeler yapmislar daha da ileri giderek insan ve hayvan karisimi yaratiklar meydana getirmislerdi. Atlantisliler bu yaratiklari köle olarak en agir islerde kullaniyorlardi.Insanlarin önceleri daha büyük olan kafa yapisini küçültenlerde yine Atlantisliler oldu. Atlantislilerin hirsi sinir tanimiyordu. Yaptiklariyla yetinmeyip, insanlarda önceleri 12 sarmalli olan DNA yapisini, 2 sarmala indirdiler. Öfke, korkular, siddet egilimi, telepati yetenegimizin azalmasi gibi olumsuz durumlar insan irkindan bu sarmallarin çalinmasi sonucu olustu. Ve bizler günümüzde bu hirsizligin bedelini hala yasamlarimizda ödüyoruz. Peki bugünün dünyasin da yapilan genetik çalismalar, acaba onlarin gelecegi nereye dogru gidiyor???
KENDiLERiNi TANRIYLA ES KOSTULAR VE ACIMASIZLASTILAR
Atlantislilerin zamanla, yaptiklari yaratim ve genlerle oynama çalismalarini öylesine abattilar ve Dünya'ya hakim olma istekleri öylesi bir boyuta geldi ki, bir anlamda kendilerini, Allah, Tanri, Yaradan, Ogan, Kutsal Beyaz Isik gibi birçok isimle anilan "Büyük Yaratici Güç"le es görmeye basladilar. Çünkü onlar "yaratmanin" sirrina erdiklerini düsünüyorlar ve "Büyük Yaratici Güce" ihtiyaçlari olmadigini iddia ediyorlardi. Isi iyice ileriye götürüp basta Alpha Centauri ve Pleiades kökenli ve Dünya Spiritüel Hiyerarsisi tarafindan dislanan "asiler" denilen gruplarla ittifak içine girdiler. Öte yandan, Dünya'daki askeri gücün büyük bölümüne sahip olma istekleri onlari Ana imparatorluk "Lemurya"yi yok etme düsüncesine de götürdü. Çünkü Lemurya'da tipki, Atlantis gibi egosunu ön plana almis, Dünya üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen bir konumdaydi ve Atlantis'in Dünya'ya hakim olma yönündeki amacina engel teskil ediyordu. O tarihlerde Dünya'nin iki tane ayi vardi. Atlantisli'ler uzayli asilerle yaptiklari ittifaktan da güç bulurak bu aylardan birini kullanarak Lemurya'yi yok etmeye karar verdiler. Simdiki Dünya ayinin dörtte üçü büyüklügündeki ayi spiral çizen bir yörüngeye soktular. Uzay gemileri, çekme isinlarini kullanarak, Dünya'nin aylarindan birini Lagranj( kritik kütle konumu) noktasina yaklastirdilar. Uzay gemileri parçacik isin silahlarini atesleyerek ayi, otam Lagranj noktasina girmeden önce parçaladilar ve ay parçalarinin olusturdugu meteor saganagi Lemurya'yi ve kitayi suyun üzerinde tutan gaz odalarini parçaladi. Böylece Lemurya okyanusun derinliklerine, büyük depremler, su baskinlari ve üzerinde yasayan binlerce insanla birlikte batti. Hirs ve gücün bilinçsizce kullanilmasinin getirecegi sonuçlar bugünün ülkelerinin, kitalarinin da sonu olamaz mi sizce???
YERKÜRE'NiN DENGESiNi BOZDULAR
Atlantislilerin bu uzayli asi gruplarla is birligi, Dünya'ya savasi getirdi. Bu dönemde Atlantislilerin Dünya'ya hakim olma istekleri ve kendilerini "Yüce Yaratici"yla es kosma kibirleri çok daha uç boyutlara geldi. Yaratici güce sirtlarini döndüler. Tapinaklarda insanlar kurban edilmeye baslandi. Doga güçlerini kötüye kullaniyorlardi. Günes prizmalarinin iskence ve ceza amaçli kullanimi öylesine artmisti ki halk bunlara "Korkunç Kristaller" adini vermisti. Insani degerlere hiç saygi kalmamisti. Askeri üstünlük için, yerküreyi onlarin degimiyle, "Leydi Gaia"yi dengelemek amaciyla kullanilan Maldek ayini kendi çikarlari dogrultusunda kullanmaya basladilar. Bu kullanim Dünya'ya isyanlari ve kaos dolu günleri getirdi. Engizisyon ve iskence dönemi basladi. "Yü" gibi, Lemurya'nin yavru imparatorluklari Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalayalar'a oradandan yerin altina siginarak bugün Agarta veya Sambala denilen 5. boyutsal bir uygarlik kurdular. (bu konuya iliskin farkli bilgilerde mevcuttur). Bir'in Ogullari insanlari uyariyor, dogruya çekmeye var güçleriyle ugrasiyorlardi. Ama Belial Ogullari'nin insanlara, zaaflarina yönelik sunduklari olanaklar her geçen gün Atlantisli insanlarin Karanligin temsicileri Belial Ogullarinin tarafina daha fazla yönelmesine neden oluyordu. Belial Ogullari ve Bir'in Ogullari arasindaki savaslar öyle bir duruma geldi ki kristal tapinaklara saldirilar sonucu Dünya'nin iklimini dengede tutan gökkubbelerde önemli boyutta çatlamalar meydana geldi. Iste bu çatlamalar Atlantis'in sonunu hazirladi. Dev ada büyük bir tufanla karsi karsiya kaldi. Depremler, saganak yagislar volkanik patlamalar sonucu Atlantis'in batisi gerçeklesti. Atlantis'in ilk olarak 11.500 yil önce bir dip yükseltisi olusturarak battigi, daha sonra bu günkü seviyesine indigi söylenir. Bermuda Seytan Üçgeni'nin de Atlantis'in batmasi sonucu olusan boyutlar arasi bir geçis kapisi oldugu söylenir.
RUHSAL DÜSÜSE NEDEN OLDULAR
Eflatun, Kritias'I Zeus dedi ki;… diye bitirmisti…Onun Zeus olarak nitelendirdigi, bizim Allah dedigimiz o "Yüce Yaratici Güç" belli ki tufan emri vermisti. Yahudi ve Hristiyan metinlerinde Atlantis'in sulara gömülüsü "insanin düsüsü olarak" ele alinir. Çünkü Atlantisliler yaptiklari hatalar nedeniyle insan irkinin spiritüel yani ruhsal olarak düsmesine neden olmuslardir.
Bu gün isimler farkli olsa da zulme ugrayan, sürülen halklar ve Dünya üzerinde güç ve iktidar hirsi içinde olan ülkelerin yaptiklari bu anlatilanlarla ne kadar da çok benzerlik gösteriyor degil mi? Bugün de Dünya'da gücü elde etmek amaciyla üretilen nükleer silahlarin denemeleri sonucunda ozon tabakasi delinmiyor mu? Kutuplardaki buzlar, eko dengenin bozulmasi nedeniyle eriyor ve bu durum Dünya'yi sular altinda birakma tehlikesini beraberinde getirmiyor mu? Vücutlar kimyasal maddelere kanserle karsilik vermiyor mu? Biyolojik denemelerin kötü amaçlarla kullanilmasi daha önce adini bile bilmedigimiz hastaliklarin bizlere bulasmasina neden olmuyor mu? Ve genler üzerinde yapilan denemeler; melez hayvanlarin yaratilmasi, hayvan ve insanlarin kopyalanmasi bunlar acaba gelecekte ne ölçüde olumlu sekilde kullanilacak? "Tarih iyi bir ögretmendir" diyenler yaniliyor olamazlar. Bugünün hatalarinin yaratacagi sonuçlari, dünün Dünyasi'na bakarak anlamak olasi…
Atlantislilerin basina gelenler ve bugünün Dünya insanlarinin basina gelmesi muhtemel olanlar… Aslinda bunlarin yasanmamasi yine insanlarin elinde… Dünya insanlarina, Ona her ne ad veriyorsaniz biz yazimizda "Büyük Yaratici Güç" olarak niteledik, O Büyük Yaratici Güç'ten büyük bir sevgi ve isik yagmaktadir. Bu, peygamlerler, melekler, basmelekler, yükselmis üstadlar, mesih enerjisi, foton kusagi enerjisi, Beyaz Yildiz enerjisi gibi birçok kanalla bizlere ulasmaktadir. Bu isigin amaci bizleri yeniden ilk varolusumuzdaki düzeye "Galaktik insan" bilincine ulastirmaktir. Yani sevgi dolu, egosunu asmis, bilge, yükselmis varliklara dönüsmemiz istenmektedir. Burada bize düsen görev içimizdeki sevgiyi, birligi, iyiligi kesfedip mümkün oldugunca egomuzdan siyrilarak yasamaya çalismamizdir. Yaptiklarimizin sonucunu görerek yapmamiz, çikar savaslarindan, siddetten, maddi çikarlarimizdan mümkün oldugunca vazgeçerek yasamamizdir. Yapmamiz gereken hem çok kolay hem çok zor, Parola "Egondan siyril"…
Okuduklariniz size bir masal veya bilim kurgu öyküsü gibi gelebilir. Ama masal ama gerçek. Ne farkeder? Anlatilan öykü egosuna yenik düsen, kibrin sinirlarini zorlayan, insan irkinin üzerinde haddini bilmezcesine tahakküm kurmaya çalisan bir uygarligin öyküsüdür… Gerçek mi, degil mi ? diye merak ediyorsaniz, yanitini kalbinize sorun. O size daima dogru olani söyleyecektir…
Atlantis kristalleri
Tüm Atlantis gizemleri içinde, hiçbiri kristaller kadar ilginç degildir.
Bunlar ruhani ve siyasi gücün mistik simgeleri miydiler? Yoksa bilinmeyen teknolojilerin ve psisik tesirlerin yüklendigi mineral aküler miydiler? Bunlar hâlâ okyanusun bilinmeyen derinliklerinde o batik kitanin yikintilari arasinda mi bulunmaktalar? Ya da afetten kurtulanlar tarafindan yeni kitalara mi tasindilar?
Bu sorularin yanitlarinin bazilari, 20. yüzyilin en ünlü psisigi Edgar Cayce'nin sözlerinde bulunabilir. Edgar Cayce trans hâlindeyken, zihni yogun bir biçimde degisime ugrayip ruhu farkli boyutlara süzülebildiginden ötürü "Uyuyan Kâhin" olarak anilir. Onun kendi adlandirmasiyla, bu "yasam okumalari" esnasinda Cayce, Atlantis tarihini yeniden hatirlamistir.
Cayce 1920'li yillarin sonundan 1945'deki ölümüne kadar, batik sehrin bütün detaylari ile birlikte dünyasal ve ruhsal amaçlar için kullanildiklari kabul edilen kristallerden defalarca bahsetmistir. Ona göre "Büyük Kristal"in kötüye kullanilmasi, onlarin kendi kendilerini yok edisine neden olmustur. Cayce'nin anlattigina göre felâketten geriye kalan insanlar kristal teknolojisi ile diger kitalara kaçarak sonraki uygarliklarin temellerini atmislardir.
Atlantis ile ilgili olarak antik döneme ait en eski bilgi, klâsik dönem filozofu Eflâtun'un 2350 sene önce yazdigi bir çift diyalogtan ibarettir. Sasaali ve parlak Bronz Çagi uygarligindan bahsederken Eflâtun, ne TIMAEUS ne de KRITIAS adli eserinde kristallerde, ya da Atlantislilerin kristal esasi üzerine kurulmus teknolojilerinden bahsetmemistir. Bununla birlikte Eflâtun, aslen özellikle Atlantis kültürünün asker" ve etik yönleri ile ilgilenmis oldugundan, tasvirleri; Cayce'nin "yasam okumalari" ile çelismez. Cayce ise esas olarak Atlantis'te teknolojik ve baskalasimla ilgili elemanlar olarak kristal kullaniminin ve bunun suistimal edilmesinin neden oldugu açmazdan bahsetmistir. Her ikisi de Atlantis'in yikimina kendi bireylerinin neden oldugunu ifade etmis olup, dejenerasyon öncesi Atlantislerin erdemli ve olaganüstü yetenekler bahsedilmis insanlar olarak esi benzeri görülmemis bir uygarlik seviyesine ulastiklari konusunda hemfikirdirler. Eflâtun'un anlatimi, tam Atlantis'in çöküsünü belirtirken bilinmeyen nedenlerden ötürü an"den kesilir.
Filozofun durakladigi noktadan Cayce devam ederek; ulusal açgözlülükleri yüzünden kozmik kuvvetlerle oynamanin getirdigi felâketi anlatarak devam eder. Onun açiklamasina göre: "Atlantis'te dünyanin içsel tesirleri ile baglanti kurmak amaci ile kazilmis çukurlara yerlestirilmis kristaller mevcuttu. Bu kristallere günes isiginin düsürülmesi ile meydana getirilen güçlü isinsal etki, yikici bir nitelige sahipti." Ve daha sonra "...Tasin (Tuaoi) küreler üzerindeki ilkesi... bunlar yikici güçleri meydana getirmistir."
Tüm Critias Dokümanlari
Platon'un Timaeusve Critias adli dialoglari Atlantis'in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen tek yazili kayitlardir. Dialoglar Sokrates, Hermo Crates, Timaeus ve Critias arasinda geçen konusmalar seklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates'in ideal toplumlar hakkinda yapmis oldugu bir konusmaya "hayal ürünü olmayan gerçek bir hikaye" ile katilmaya karar verirler.
Hikaye Platon'un 9000 yil öncesinde antik Atina ve Atlantis arasindaki savas hakkindadir. Uzak geçmise ait bilgiler Platon'un Atina'da yasadigi zamana kadar unutulmus, Atlantiss'in hikayesi Solon'a Misir'li rahipler tarafindan aktarilmistir. Solon hikayeyi Dropes!e yani Ciritias'in büyük büyük babasina aktarmistir. Critias hikayeyi kendisiyle ayni ismi tasiyan büyük babasindan ögrenmistir. Asagida yazili olan dialoglar Platon tarafindan asagi yukari M.Ö. 360 yilinda yazilmis ve ingilizceye tercüme edilmistir
NOT: (BENJAMIN JOWET'TIN NOTU) : Dialoglarin sayfalari ve paragraflari arasindaki kurgu tarafindan yaratilmistir. Bunlar kasten uzun geçmise bagli kisaltmalar yapilmasi ve bilgisayar ekraninda okunmasini kolaylastirmak amaci ile gerçeklestirilmistir.
TIMAEUS
Timaeus, Atlantis'e ait hikayeyi özetleyerek bir ön giris yapmak görevini üstlenir. Yazinin büyük bir kismi, olusum evresinin tarif edilmesi ve dogal fenomenin izah edilmesi hakkindadir. 2 nci sayfa Timaeus'un Atlantis'ten söz ettigi ve onu tanimladigi tek bölümdür.
CRITIAS
Critias, kayip adanin detayli olarak tanimlanmasini saglamis ve bu adanin hakki hakkinda en az antik Atina kadar bilgi vermistir. Bu hikayede adi geçen veya yer alan bütün kahramanlarin (Timaeus disinda) antik Yunan' da gerçekten var olduklari bilinmektedir. Onlarin hayatlari ve ölümleri hakkindaki diger kayitlar, baska bir zaman periyodu içinde kaydedilecektir.
NOT: Hikayede adi geçen iki Critias adli kisi bir karmasaya neden olabilir. Birinci Critias dialoglarda yer alan gerçek kisidir. Atlantis'in hikayesini Sokrates'e anlatan odur. Ikinci Critias yani birinci Critias'in büyük babasida dialoglarda geçer. Bu büyük Critias Atlantis hakkinda hikayeyi torununa anlatmis, torunuda bunu dialoglarda görülecegi gibi Sokrates'e tasimisti.

DIALOGLARDA AKTIF OLARAK YER ALAN KISILER SUNLARDIR.
TIMAEUS: Hakkinda tarihsel bir kanit yoktur.
CRITIAS : Platon'un büyük büyük babasidir.
SOKRATES : Platon'un akil hocasi ve ögretmeni. Atina'nin otoriteleri tarafindan, Atina'nin gençliginin ahlak yapisini zedeledigi için idama mahküm edilmistir. M.Ö. 466-399 yillari arasinda yasamistirr.
HERMOCRATES : Devlet adami Syracuse'un askeri
DIALOGLARDA BAHSI GEÇENLER
SOLON ; Atina'li gezgin, sair ve yasamaci, asagi yukari M.Ö. 638-559 yillari arasinda yasamistir. Plato'ya göre Misir'li rahiplerden, Atlantis'in hikayesini ilk ögrenen odur.
DROPIDES :Critias'in büyük büyük babasi. Hikaye ona uzaktan akrabasi ve yakin arkadasi olan Solon tarafindan anlatilmistir.
CRITIAS ropides'in oglu ve dialoglarda yer alan Critias'in büyük babasi. Hikayeyi Critias'a aktaran odur.
--------------------------------------------------------------------------------
Timaeus: Ne kadar minnettarim , Sokrates, sonunda gelebildim, uzun bir seyahatten dönen yorgun bir gezgin gibi. Artik dinlenebilirim. Varligima dua edebilirim. O hep yasli oldu ve beni ifsa etti, bagisladi, sözlerime katlandi ki onlar dogru ve kabul edilebilir bir sekilde ona söylemisti. Ancak kasitli olarak kötü bir sey söylemedim. Beni yormasi için ona dua ettim. Ödül ve ceza için ve sadece ödül ve ceza için yanilan dogru yola getirilmeliydi. Dilerim ki gelecekte tanrilarin jenerasyonu ile alakali dogru seyler söylerim ve bana bütün ilaçlardan mükemmel ve iyi olan bilgiyi vermesi için dua ederim. Benim duacima, bagislamasi için, bütün kanitlari Critias'a verdim. O anlasmamiza göre sonraki konusmayi yapacak olandir.
Critias : Ve ben, Timaeus güvenin disinda ve seninde basta söyledigin gibi önemli mesafeler hakkinda konusacaktim. Dilerim ki sana biraz ve hos görü gösterilir. Ayni sabir ve hos görüyü kendi söyleyeceklerim içinde istiyorum. Ve çok yi bilirim ki bu istegim zamansiz ve nezaketsiz görünebilir. Her seye ragmen yapmaliyim. Hangi insanin duygulari söylediklerini yalanlamak ister. Ben yalnizca senden fazla göz yummak için tesebbüs gösterebilirim. Çünkü benim temam çok daha zor. Ve tartisabilirim ki tanrilarin iyisiyle konusmak insanlarin iyisiyle konusmaktan kolay görünebilir. Tecrübesiz ve söze önem vermeyen dinleyicilerinin her hangi bir konuda konusmasi, ona büyük bir yardimla es degerdir. Biliyoruz ki biz tanrilarla karsilastirildigimizda ne kadar bilgisiz kaliriz. Ancak maksadimi anlasilabilir hale getirmeliyim, eger Timaeus sen beni takip edersen herhangi birimiz tarafindan söylenen her sey ancak sahte ve temsili olabilir. Ressamlarin vücutlari tanrisal ve cennetsel benzerlikler içinde yaptiklarini hesaba katarsak, memnunlugun degisik ölçümleri, izleyicilerin gözlerinin nasil algiladiklarina baglidir. Görürüz ki herhangi bir devrede sahte dünyalar, irmaklar, agaçlar, evren ve orada bulunanlari yaratan sanatçilardan memnun oluruz. Hiç bir sey böyle bir konuyu özetleyemez. Resmi incelemeliyiz ve analiz etmeliyiz. Istenen belli belirsiz ve aldatici bir durum ve karanliga ilerleme. Ancak ne zaman her hangi biri insan formunu basit ve çabuk resmetmek isterse, bizde hatalari bilmek için çabuk oluruz. Ve tanidik benligimiz bizi sert bir yargiç yapar, benzerligin her noktasini kaybetmek ister gibi, ayni seyin söylemlerimizde de olmasina riayet ederiz. Tanrisal veya cennetsel bir resimden memnun oluruz, onun benzerleri de bizi memnun eder. Oysa ahlaki ve insansal elestirilerimizde daha özetsel olur. Eger ki konusmalarimizda anlatmak istediklerimizi uygun bir sekilde dile getiremiyorsam bani bagislayiniz. Insani seylere benzeyenlere onay ve önem vermek, iyinin tersini yapmaktir. Size önermek istedigim bu durum ayni zamanda yalvarmak, Sokrates artik daha az olmamaliyim, fakat az sonra söyleyeceklerime daha müsamali. Hangi lütuf ki istemekte hakliyim, sende bagislanmaya hazir olursun.
Sokrates: Tabi ki Critias senin istediklerini karsilayacagiz ve ayni seyi Hermocrates'den de bekliyoruz. Sen ve Timaeus kadar iyi, herhangi bir kuskum yok ki kisa bir süre sonra onun sirasi gelince oda ayni isteklerde bulunacaktir. Senin gibi eger kendisine taze bir baslangiç saglanabilirse ve defalarca ayni seyleri söylemeye mecbur kalmazsa, birakalim anlasinki müsamaha uzun süredir ondan beklenen bir seydi. Dostum critias sana tiyatronun yargisini bildirecegim. Genel düsünce son aktörün sasilacak kadar basarili oldugu, onun yerini alabilmek için büyük bir müsamaya ihtiyaç var.
Hermacratos: Uyari, Socrates ona ögütledigin sey, benimde kendim için yapmam gereken bir sey. Ancak unutma Critias bu zayif kalp asla zaferi yükseltmez. Bu nedenle gitmeli ve tartismaya bir erkek gibi katilmalisin. Ilk önce Apollo ve Musa'ya yalvar ve sonra seni öven sesleri duymamizi sagla ve herkese büyük hünerli kadim yurttaslarini göster
Critias: Dostum Hermociritias , sen ki son mevkidesin, ve önünde baskasi, kalbini henüz kaybetmedin durumun agirligi seni yakinda ortaya çikaracaktir. Bu arada senin davetine ve cesaretini kabul ediyorum. Ancak bununla beraber bahsettigin tanrilar ve tanrisal varliklar arasindan, ben özellikle mnemosyne yalvarirdim. Konusmamin bütün önemli kismi onun lütfüna muhtaç ve eger benim tarafimdan söylenen ve solon vasitasiyla buraya ulasan seyleri yeteri derecede hatirlayabilir ve dile getirebilirsem, süphem yok ki bu tiyatronun isteklerinden memnun olacagim. Ve simdi, daha fazla oyalanmadan baslayacagim. Izin verin önce gözlemlerimle baslayayim. Bu geçen 9000 yil Heracles'in, Pillar's disinda ve içinde ikamet edenlerin arasinda olan savastan itibaren olan zamanin toplamini ifade eder ki bu savasi size izah edecegim. Bir taraftaki savasçilar Atina'nin liderleri olarak kaydedilmis, ve savasin disinda dövüsmüsler, öteki taraftaki savasanlar ise Atlantis'in krallari tarafindan kumanda edilmisi ki bu ada (Atlantis) Libya'dan, Asya'ya kadar uzaniyor. Ve bir deprem sonucu batiyor. Buradan okyanusa açilmak isteyen denizcilere geçilmez bir çamurdan engel olusturuyor.
Tarihin gelisimi ile çesitli milletlerden, barbarlarin ve Helen uygarliklarinin basarili bir sekilde ortaya çikmalari ve sahnede var olmalari sonucu ancak özellikle size o dönemde ki Atina'yi tarif etmeliyim. Onlarla savasan düsmanlarini ve bu iki kralligin saygi deger ve güçlü devlet adamlarini Atina'nin üstünlügünü teslim edelim.
Eski tanrilar zamaninda tüm dünya tanrilar arasinda dagitilarak pay edilmisti. Tartisma yoktu. Dogru kabul etmezsek dahi, tanrilar hangi kismi kendileri için uygun oldugunu bilmiyorlardi. Veya bildikleri halde kavgayla kendilerine daha uygun ve ötekilere ait bazi bölümleri almak isterlerdi. Onlar yalnizca pay ederek istedikleri yerleri almak isterlerdi. Kendi yolunda ilerleyenler ise ki onlar bize bakan insanlardi. Onlarin bakiciligi ve bonkörlügü aynen bir çobanin bir sürüye bakmasi gibiydi. Yalnizca felaketleri kullanmayanlar veya vücutsal güçlerini kullanmayanlar, ani çobanlarin yaptigi gibi ancak bizi kayigin arka tarafini idare eden pilotlar gibi yönetirlerdi. Bu hayvanlari yönetmek için kolay bir yoldur. Ruhumuzu kendi zevklerine göre inanç dümeninden tutarak, tüm ölümlü yaratiklara rehberlik ettiler. Simdi degisik tanrilar degisik yerlerde siralanmis, kendi paylarina sahipler. Hephaestus ve athena ki onlar erkek ve kiz kardestiler. Ayni babadan tohum almislardi. Ortak dogalara sahip filozofi ve sanat sevgisi ile birlestirilmis. Bu topragin ortak parçasini elde etmis. Isimleri korunmus ancak eylemleri gelenekleri ve hatalarini kabul edenleri yakilarak yok etmislerdi.
Ne zamanki kurtulanlar olmus ki zaten bunu söyledim. Onlar daglarda oturan insanlardi. Yazi sanatina önem vermezler. Yalnizca toprak hisirtilarini tanrilar ancak bu hirsizlarin neler yaptiklarini bilmezlerdi. Çocuklarina vermek istedikleri isimler yeterli olacak isimlerdi. Ancak hünerlilerin ve sedeflerinin biraktiklari yalnizca karanlik gelenekleri kabul eden kuramlardir. Bunlar kendilerini ve çocuklarini hayatin bir çok gereksiniminden yoksun birakirdi. Bütün dikkatleride isteklerinin saglanmasina yönelttiler. Konusmalari uzun süredir ihmal edilmeleriydi. Mitoloji ve eski arastirma sehirlere bos vakitlerin ortaya çikmasiyla girdi. Bununla beraber hayatlarinin gereksinmelerinin karsilandigini gördüler. Bu benim vardigim sonuç. Çünkü Solon dedi ki savasta bahsi geçen isimler ki onlar Theseus'da önceki zamanda kaydedilmis Cecrops, Erekhtheus, Ericthonus,Eryssichton ve buna benzer kadin isimleri. Bununla beraber kadinin ve erkegin beraber savasla ugrastiklari zamandan itibaren o dönemin erkekleri zamanin adetlerine göre bir figür olusturmuslar, ve tanrisal varliklari zirhlarla çevrili olarak görmüslerdir. Kanit olarak beraber yasayan hayvanlar erkek ve disi hünerler ve onlara verilen cinsiyet farki kabul edilmistir.
Sehirde oturanlar çesitli siniflardan oturan yurttaslardi. Zanaatciler vardi. Aile babalari vardi. Bir de ilahi, tanrisal insanlar tarafindan olusturulmis savasçi bir sinif vardi. Sonra ikamet edenler doga ve egitim için gerekli olan her seye sahiptiler. Kendilerine ait fazla bir seyleri olmasa bile olanlari ortak kullanmaktan memnunluk duyarlardi. Yiyecekleri disinda digerlerinden bir seyler almayi talep ederlerdi. Ve dün tarif ettigimiz bütün ugraslari yaparlardi. Sanki bizim hayal gardiyanlarimiz gibi.
Sehir hakkinda Misir'li rahiplerin söyledikleri yalnizca muhtemel seyler degil kanitlarla dogrulanmis seylerdir. O zaman ki sinirlar Isthmus tarafindan çizilmistir. Cithaeron ve Panes yükseltilerine kadar kita boyunca uzanan bir yol izliyordu. Deniz dogrultusunda asagiya devam ediyor. Oropus'u sagina aliyor Asopus nehri ile sol sinirini olusturuyordu. Topraklari dünyanin en iyi topraklariydi. Bu sebeple genis bir orduyu besleye biliyordu. Bu ordu çevrede bulunan insanlardan olusuyordu. Atticca'nin kalintilari ile (hala vardir.) dünyanin herhangi bir bölgesiyle karsilastirildiginda çesitlilik ve mükemmellik bakimindan otlaklarinin her çesit hayvan için uygun olmasi bakimindan gelismistir. Günümüzde bile bu topraklarda bol ve bereketli üretim devam etmektedir. Bunlar ki söylediklerimin dogru oldugunu kanitlar.
Size nasil anlatsam , acaba hangi parça o topraklarin artigi olarak kabul edilebilirdi? Tüm sehir kitanin geri kalanindan itibaren deniz üzerine uzanan bir burun gibiydi. Çevreleyen sular ise komsu bölgelere nazaran çok daha derindi. Bu geçen 9000 yil içinde bir çok sel meydana gelmisti. Geçen onca zamana , su ana kadar ve onca degisime ragmen hiç bir zaman daglardan gelen toprak ve kirin kayda deger bir birikmesi olmamis. Diger yerlerdeki gibi ancak dünya bütün çevresinde alçalmis ve görme alanindan çikmistir. Sonuç olarak, geçmisle bugünü mukayese edersek, yalnizca iskelet kalintilari, küçük adaciklar, akan toprak ve kirin zengin parçaciklari daglarinin yüksek yamacinin toprakla kaplanmis oldugu, ovalar ve düzlükler (bizim tarafimizdan yok edilmis). Phellus'un toprakla dolu oldugu ve daglarinda bereketli olmalari oldu görülür.
Bütün bu son izlerle beraber. Bugün bazi ormanlardaki besinler ancak açlarin ihtiyacini karsilaamaya yeter. Halen oradan kesilen kereste ile yapilan çatilari görmek mümkündü ki bunlar en büyük kulelerin çatilarini bile kaplamaya yetecek büyüklükteydi. Çok büyük baska agaçlar vardi. Insan tarafindan islenmek ve çiftlik hayvanlari beslemek için bereketli otlaklarda. Üstelik topraklar yillik dogal yagmurlar ile kendiliginden biçilecek hale geliyor. Simdiki gibi bosa akan sularla toprak kaybetmiyordu. Ancak bereketli imkanlara bütün bölümlerinde sahip. Bunu kendi bünyesinde sagliyor. Ve bereketli zengin kil yataklarina sahip, bunlar oyuk ve çöküklerin içine birakiliyor ve yukarilarda olusan akintilarla ve akarsularla besleniyordu. Halen bile eski bereketli kutsal kalintilar arasinda bir zamanlar akan akarsu , su izlerine rastlanabilir. Bunlarda söylediklerimin dogru oldugu bir kez daha kanitlar. Ülkenin dogal durumu ki toprak islenmistir. Inanabilir ki ülkenin iddiali, çaliskan, dogru insanlarinca yapilmistir. Bu kisiler onurlarina asil dogayi seven insanlardir. Buralar dünyanin en iyi kiline ve bereketli suyuna, cennetsel denebilecek bir iklime sahiptir. Su anda sehir bu bilgiye göre düzenleniyor. Ilk olarak akrapolis su anda oldugu gibi degildi. Bir aksam yagan siddetli yagmur sonucu bütün toprak temizlenmis ve kaya oyularak çiplak kalmistir. Ayni zamanda depremler ve olaganüstü su baskinlari ki bu Deocalion'un büyük yikima ugramasindan önce üç kez olmustur. Ancak ilkel çaglarda Acropolis dagi Eridanus ve ilisus'a kadar uzanir. Pnyx'i bir taraftan içine alir ve Lbcabettus'u Pnyx'in ters tarafindan sinir kabul ederdi.
Iyi bir kitle tepeden itibaren kapliydi ve bir iki yer hariç yüksek zirvesi vardi. Acropolis'in disinda ve daglarin eteklerinin zanaatçilar otururlardi. Çiftçi olanlar topragi sürer, savasçi sinif ise Athene ve Hephaestus'un zirvede bulunan tapinaklarinda yasardi. Üstelik buralari bir evin bahçesi gibi parmakliklar ile çevirmislerdi. Kuzeyde insanlar beraber yasar ve kisin yemek yemek için barinaklar kurarlardi.
Tapinaklarin yaninda ortak kullanim ve ihtiyaçlar için binalar yapmislardi. ancak bunlarin hiç biri altin veya gümüs ile süslenmis degildi. Bunlari herhangi bir amaç ugruna degil amaçsizlik ve gösteris arasinda bir yön bulmak amaciyla kullanmislardi. Alçak gömülü evler yapmislar. Çocuklarina, çocuklari yaslandikça onlari kendileri gibi olanlara birakmislar ayni sey olmustur.
Ancak yazlari bahçelerini yemek, barinaklarini terk etmisler dagin güneyinde ayni amaçli yerler yapmislardi. Su anda Acropolis'in oldugu yerde bir su kaynagi vardi. Bu kaynak deprem ile yok olmus, geriye bir kaç ufak dere kalmis ve çevrede varligini hala sürdürmektedir. Ancak bu günlerde su kaynagi bereketli su vermeye devam etmis ve kisla yaz ,için uygun sicakligi ayarlamistir. Bu onlarin yasayis seklidir. Kendi yurttaslari için koruyucu olma halleridir. Ve Helen'e liderlik eden insanlar ve onlarin istekli
takipçileridir. Her zaman için ayni sayida kadin ve erkegin bulunmasina dikkat etmisler her zaman hazir savasçi bulundurmuslardir. Bugün ise sayilari 20 birdir. Antik Atina gibi bu tarzda ülkelerini ve topraklarini dogru bir sekilde yönetmisler ve ayni seyi kalan tüm Yunan için yapmislardir. Tüm Avrupa ve Asya'da ünlenmisler irklarinin güzelligi ve ruhlarinin hüneri ve yasayan insanlarin kabiliyetler,i onlari tanitmistir. Eger bana çocukken anlatilanlari unutmamis isem size onlarin düsmanlarinin temeli ve karakteri hakkinda bilgi verecegim. Dostlar hikayelerini kendilerine saklamamali ve paylasmalidir.
Hikayenin devamina geçmeden önce sizi uyarmak isterim. Eger hikayede adi geçen bazi yabancilarin yunan isimlerine sahip olduklarini duyarsaniz, size bunun sebebini anlatayim; Hikayeyi siirinde kullanmak isteyen Solon isimlerinin anlamlarini arastirir ve ögrenir ki bunu yazan eski Misir'lilar bunu kendi dillerine çevirmislerdir. Solon hikayeyi dilimize çevirirken isimlerin manalarini düzeltir. Benim büyük büyük babam Dropides'te orjinal metin vardi. Bunlar hala bendedir ve tarafimdan dikkatlice çalisilmistir. Bu nedenle böyle isimler duyarsaniz sasirmayin. Hikaye su sekilde basliyor.
Daha önce ki konusmamda tanrilar paylarindan bahsetmistim. Onlar dünyayi farkli genisliklerde parçalara ayirmislardi. Ve kendileri için tapinaklar ve ilahi kurumlar kurmuslar. Possesidon, kendi payi olan Atlantis adasini aldiginda, fani biz kadindan çocuklar almis ve adanin bir yerine yerlestirmis ki az sonra anlatacagim. Burasi denize dogru bakiyormus l , ancak adanin en orta yerindeymis burada ovalarin en güzeli denebilecek bir ova ve bereket varmis. Ovanin yaninda fazla yüksek olmayan bir dag bulunuyormus. Bu dagda adanin en ilkel insanlari yasiyormus. Bunlardan birinin ismi Evanor imis. Karisinin ki ise Levcippe ve Cletio adinda bir kizlari varmis. Bu bakire kiz evlenme yasina geldigi siralarda annesi ve babasi ölmüs. Possedion bu kiza asik olmus. Ve onunla görüsmeye baslamis. Topragi yararak hem denizden hemde karadan kizin yasadigi dagi çevirmis. Iki karadan üç'te denizden olmak üzere nöbet bölgeleri yapmis bunlari adanin tam ortasindan ayni uzaklikta olmak üzere çita ile çevirmis. Böylece insanlar bu adaya ulasabilseler dahi, gemiler ve gezginler ulasamayacaklarmis.
Kendisi bir tanri olarak adanin merkezinde degisiklikler yapma konusunda güçlükle karsilasmiyormus. Topragin altindaki iki pinar getirmis, biri sicak biri soguk akiyormus. Kilden bereket alan bu pinarlar toprakta her çesit yiyecegin yetismesini sagliyormus. 5 ikiz çocuk getirip adayi 10 parçaya bölmüs. En büyük ilk ikizlere annesinin yasadigi yeri ve çevresini vermis. Burasi en büyük ve en güzel yermis. Onu digerlerinin krali yapmis. Digerlerine de prenslikler, emirlerine askerler ve genis araziler vermis. Hepsini isimlendirmis. Büyük olana yani krallik verdigine Atlas ismini koymus. Ondan sonra tüm ve okyanus Atlantik adiyla anilmis. Onun kendisinden sonra dogan ikiz kardesine Heralles'in Pillar'sin karsisindaki büyük payini vermis. Burasi gades bölgesi denilen yere bakiyormus. Yunanca Eumellus adini vermis. Bu kendi dillerince Gaderius demekmis. Ikinci ikizlerin birisine Ampheres digerine Evaemon ismini takmis. Üçüncü ikizlerin büyügüne Mneseus küçügüne ise Autochthon ismini vermis. Dördüncü ikizlerin büyügüne Elasippus, küçügüne Mestor ismini vermis. Son olarak besinci ikizlerin büyügüne Azaes, küçügüne ise Diaprepes ismini vermis. Onlar ve onlarin torunlari adada yasayanlar ve açik denizdeki adalari yönetenler olmuslar. Ve belirtildigi gibi tüm ülke üstünde Pillars'tan Misir'a ve Thrrhenia'ya egemen olmuslar.
Artik Atlas büyük ve saygi deger bir aile sahibidir. Krallik onun elindedir. En büyük oguldan ogula uzun süredir geçmektedir. O ana kadar hiç bir kralin sahip olmadigi büyüklükte bir zenginlige ve egemenlige sahiptir. Bunun tekrar olmasi olasi görünmekte ve ihtiyaci olan her seyle donatilmis durumdadir. Hem sehir hem ülke çok zengindir. Kurduklari imparatorlugun büyüklügü sonucu yabanci ülkeler onlara ganimet getirmekte ve zaten de adanin kendi kaynaklari onlara ihtiyaçlari olan her seyi sunmaktadir. Ilk basta topragi kazacak tuza benzer fusile denilen ancak daha sonra orichallum adini alan bir madde bulmuslardir. Tuza benzeyen bu madde altin hariç her seyden daha degerli kabul edilmekteydi.
Marangozluk için bereket alanlar ve kafi derecede evcil ve vahsi hayvan bulunuyordu. Üstelik adada çok sayida fil vardi. Diger hayvanlarin yasamasi için yeterli kosullar bulunuyordu bunlar göllerde, batakliklarda, daglarda ve ovalarda yasayan hayvanlardi. Kisaca tüm zamanlarin en genis ve en çesitli hayvan türleri yasamaktaydi. Ayrica yeryüzünde bulunan tüm güzel kokulu seyler, kökler, otlar, bitkiler, içecek ve meyvelerden damitilan esanslar bu topraklarda büyür ve yetisirlerdi. Yine topragin kabul ettigi her meyve islenebilir. Tüm kuru çesitten yiyecekler, kabuklu meyveler, içkiyi, eti, ilaci karsilayabilecek ürünler, eglence ve mutluluk veren bitkiler. Yemekten sonra bizi rahatlatabilecek seyler, çesit çesit tatlilar, bu kutsal ve bereketli adaya günes isigi gibi dagilmisti. Bir sonsuzlukla , böyle büyük bir kutsallikla toprak onlari donatmisti. Tapinaklarini, saraylarini liman ve rihtimlarini barinaklarini insa ettiler. Tüm ülkeyi asagida anlatilan düzenle idare ettiler.
Antik metropolis'i çevreleyen denizin denizin üstüne köprüler insa ettiler. Kraliyet sarayina giden bir yol yaptilar. Tanrilari ve atalari için saraylar insa ettiler. Basarili senerasyonlar yarattilar. Her gelen kral bir öncekinden daha basarili ve üstün oldu. Ta ki güzellikteki ve büyüklükteki ölçüyü kaçirana kadar. Denizden baslamak üzere 300 feet genisliginde 100 feet derinliginde ve 50 feet uzunlugunda bir kanal kazdilar. Bu kanali kanalin içine tasiyarak denizle arasinda bir geçis yeri olusturdular. Böylece bir liman olusmus oldu. Böylece genis kayiklari yanasmasi mümkün oldu.
Artik denizden ayrilan bölgenin genisligi 3 feet olmustu. Bundan sonra gelen kara parçasi esit genislikteydi. Ancak diger iki bölge biri deniz biri toprak olmak üzere 2 feet'di. Ve adayi çevreleyen ise 1 feet kalmisti. Sarayin bulundugu adanin çapi ise, 5 feet'di. Bunlara ilaveten Stadium'un 6/1'i genislikte bir parça etrafi kaya parçalari ile kaplanarak kalelerin ve bahçelerin oldugu ve köprüyle denizin geçildigi yerdeydi.
Kullanilan kayalar adanin merkezinin altinda buluna tas ocagindan ve toprak parçasindan alinmisti. Bunlar beyaz, siyah ve kirmizi renkte idi. Bu çökük iki çukur olusturuyordu. Bu çukurlarin dogal kayalardan çatisi vardi. Binalarin bazilari gayet basitti. Digerlerin ise renkleri degisikti. Böylece göze hos görünüyor. Dogal zevkliligi gösteriyordu. Duvarlarin tüm çevresi ince tabaka pirinç alasim ile kaplanmis daha sonraki duvar ise kalayla kaplanmisti. Üçüncü duvar ise Orichallum'un kirmizi isigi ile parliyordu.
Saraylarin yapiminda kullanilan düzen söyledir. Merkezde Cleito ve Poseidon'a ait kutsal tapinaklar vardir. Bunlar erisilmez tutulmaz ve altinla kaplanmistir. Burasi 10 prens ve ailelerin isigi ilk gördükleri noktadir. Oraya insanlar geleneksel olarak sezonun ürünleri 10 parça halinde getirirler ve her birine armagan ederler.
Poseidon'un kendi tapinagi bir stadyum büyüklügündedir. Yarim stadyum genisligindedir. Buna oransal yüksekligi garip barbarsal görüntü verir. Tapinaklarin disinda doruklari hariç gümüs kaplama, doruklari ise altin kaplamadir. Duvarlar sütunlar ve zemin orichalcum ile kaplanmistir. Tapinaklarda altindan yapilma heykeller bulunur. Tanri 6 atin çektigi bir at arabasi üzerinde neredeyse kafasi çatiya degecek yükseklikte insa edilmistir. Etrafinda ise 100 nerein yunuslar üzerinde yer alir ayrica yine tapinaklarin içinde diger önemli objeler bulunur.
Tapinagin çevresi ise altindan heykellerle çevrilmistir. 10 kral torunlari, esleri, akrabalari ve diger önemli kisiler ile yer alir. Bir de mihrap vardir. Bu mihrap muhtesemligi ve büyüklügü ile genel düzene ayni ahenkle uyar ve kralligin ve tapinagin yüceligini, büyüklügünü isaret eder. Diger bir tarafta birinden sicak birinden soguk su akan çesmeler, harika bol bir akicilik içinde harika ve mükemmel bir uyum yaratirlar. Etrafinda insaatlar yapmislar. Uygun agaçlar yetistirmislerdir. Ayrica sarniçlar insa ederler. Bazilari gökyüzüne dogru açik, bazilari ise çatilari kapali hamamlari vardir. Özel önemli kisilerin hamamlari vardir. Kadinlar için uzakta ve ayrilmis özel hamamlar bulunur. Bununla bize bereket ve hasat veren atlar ve çiftlik hayvanlari için ayri bölümler bulunur.
Suyun bir kismi Posedion korusuna tasinmis, burada her türlü güzellikte ve agaçlar yetistirilmis topragin mükemmelligi sonucu tüm artiklar köprüler vasitasi ile çevre disina tasinmistir. Ayrica çesitli tanrilara adanmis bir çok tapinak insa edilmis. Egitim ve talim için alanlar ve bahçeler yaptirilmis. Bazilari erkekler ile bazilari atlar için olmak üzere insa edilen iki ada bölgenin üzerinde binicilik egitimi için bir stadyum genisliginde bir alan ve adalari genisliginin el verdigi ölçüde binis yerleri yapilmistir. Ayrica araliklarla nöbetçiler için n2nöbetçi kuleleri yapilmis, güvenilir olanlar ise Acropolis çevresindeki bölgeleri korurlar. Bu koruyuculara genel mahal içinde yakin insanlarin kaldigi bölgeden evler tahsis edildi. Rihtimlar ise deniz askeri malzeme ile dolu olur. Ve kullanima hazir bulundurulurdu.
Saraydan çikilinca ve üç kara parçasi geçirince denizin hemen önünden baslayan ve uzayip giden bir duvarla karsilasirlar. Bu duvar her yere yaklasik 50 feet uzakliginda her yeri kaplar. Sonu2u kanalin agzi ile birlesir ve denize uzanirdi. Geri8kalan ar7zi ise, yogun olarak oturanlar ile doluydu. Kanal ve liman tekneler ve ticari gemiler ile doluydu. Bunlar degisik bölgeden gelen kalabaliktan yükselen sesle inleyen her türlü gürültü ve patirtini gece ve gündüz oldugu bir yerdi.
Size sehri ve yöreyi , antik saraylari neredeyse Solon'un sözleriyle aktardim. Simd1de adanin geri kala kisminin dogal durumunu ve isleyisini anlatayim. Tüm ülke onun dedigi kadariyla çok yüksek bir uçurumun üzerinde denize dogru, ancak yerlesim bölgeleri hemen etrafinda düz ovalarda, bu ovalar denize dogru inen tepeler ile kapli; düz ve boyu eninden uzun bir görünüme sahip, bir yönde 3000 feet stapia uzunlugunda uzanmakta, merkezi kisim ise 2000 feet uzunlugunda uzaniyor. Ada güneye bakiyor ve kuzeyinden korunakli. Çevreleyen daglar numaralarina. büyüklüklerine ve güzelliklerine göre aniliyor. uzaginda hala var olan yerel halk köyleri var Ayrica göller , nehirler her çesit agaç ve her türlü bereket var
Simdi size olayi tarif edecegim. Burasi doga ile süslenmis, çaliskan bir sürü kral ve onlari generasyonu ile büyük bir bölümü dikdörtgen seklinde ve boyu eninden fazla, dairesel bir hendek çevresinde yer aliyor. Bu hendegin eni, derinligi ve uzunlugu inanilmaz boyutta. Uzun bir süre çalisilmis olmanin izlenimini yaratiyor. Ilaveleri olmasina ragmen bir sahtecilik havasi vermiyor. 100 feet kadar derine kazilmis, genisligi ise her yerde bir stadyum büyüklügü kadar. Tüm ovayi çevreliyor ve 10.000 feet uzunlugunda. Daglardan gelen akarsulari içeriyor. Ovayi dönerek sehre ulasiyor ve sonunda deniz ile birlesiyor.
Iç kisimlarda ayni sekilde 100 feet eninde kanallar ovayi bölerek hendekle bulusuyor. Ve denize ulasiyor. Bu kanallar 100 feet araliklarla kurulu. Bunlarla agaç ve kereste daglardan sehre ulasiyor. Meyveler gemilerle tasiniyor. Çapraz geçitler kanallari kesiyor ve sehre giriyor. Yilda iki kez yagmurlarin ve kisin armagani olarak mayva toplaniyor. Ve yazin kanallarda bulunun ve irmaklarla saglanan su topragi suluyor.
Nüfus orani,her paylasim bölgesi bir lider bularak uygun bir askeri güç olusturuyor. Bir paylasim bölgesi 10 feet kare kadar. Tüm paylasim bölgelerinin toplami 60.000 kadar daglarda ve sehir disinda yasayanlarda büyük kalabaliklar olusturuyor. Bunlarda paylastirilmis. Her birine bir lider tahsis edilerek bölgelerinin ve köylerinin yönetimi saglanmis. Lider olasi bir savas için 6 savas arabasi, 10.000 kadar savasçi, iki at sürücüleri ile birlikte, bir çift savas arabasi ati sürücüsüz, bir at bakicisi ki gerektiginde savasabilecek ve yiyecek tasiyabilecek ve silahli adamlarin ardindan iki ata yön verecek bir arabaci iki agir silahli asker, 2 sapanci,3 tas atici,3 mizrak aticisi hafif silahli olacak ve 4 denizci 1200 tekneyi tamamlayabilen bulunuyor.
Bu anlatilan kraliyet sehrini askeri gücü, diger 9 paylasim bölgesi ise bazi farkliliklar gösterse bile onlari saymak yorucu olabilir. Kendi bölgesindeki her kral kendi sehrine sahip ve halki üzerine mutlak güç sahibi, yasama gücüne, istedigini cezalandirma ve öldürme hakkina sahip. Aralarindaki rütbe farkina ve ikili iliskilere göre Poseidon'un emirleri onlara yardimci oluyor. Bunlar ilk krallar tarafindan orichalcum sütunlara yazilmis ve adanin ortasina yerlestirilmis. Poseidon'un tapinaginda krallar nereye toplanirsa her 5 veya 6 yilda , her tek veya çift sayiya esit onur veriliyor.
Ne zaman krallar bir araya gelseler ortak çikarlarini tartisirlardi. Eger biri günah islemisse sorusturuluyor, yargiya havale edilir ve birbirlerine kefil olunurdu. Tapinakta dizilen iri yari adamlar olur. 10 kral tapinakta yalniz birakilir, tanriya dualar yapildiktan sonra, ona uygun kurban yakalanir, iri yari adamlara teslim edilir. Onlara silah verilmez ancak ancak tahta ve kement verilirdi. Kurbanini yakalayan avci sütunun tepesinde çikar ve kutsal bir kanit gibi bogazini kestigi kurbanin kanini asagiya akitirdi.
Sütunda, yasalarin disinda, söz dinlemeyecek için yemin, yalvarma yazisi bulunurdu. Öldürmeden sonra buna alisik olan avci organlarini yakar. Bir çanak sarap doldurur., içine akitilan bir yudum kan tüm sütunlarda dolasir ve içilir. Diger suçlular daha sonra atese atilirdi. Altin çanaktan içki içilir ve her sey atese itilaf edilirdi. Sütunlarin yasasina göre yargilama yapilacagina yemin edilir. Günah islemis olanlar cezalandirilir, kurallara karsi gelenler, onlara emir verenler verilen emirlere uymayanlar, babalari Poseodon'un yasalara uymayanlarin cezalandirilacagi bildirilir. Bu kendilerine ve torunlarina önerdikleri ibadet sekliydi. Ayni zamanda içmek ve kupayi tanrilarina adamak ve onun tapinaginda içmek, ne zaman tatmin olur ve kurbanin yakildigi ates sönerse herkes en güzel gök mavisi gök mavisi giysileri giyer. Yere oturur, kurbanin atesindeki köz üzerine yemin eder. Tapinaktaki atesi söndürür. Adalet alir ve verir. Eger herhangi bir suçlama getirirse, kendi cümlelerini gün yarisinda altin tabletlere yazar ve cüppelerini anit olarak adarlardir.
Tapinaklar hakkinda krallari etkileyen birçok özel kanun vardir. Ancak asagidakiler en önemlileridir. Hiç kimse birbirine silah çeviremez. Kraliyet evini yikmak veya ele geçirmek isteyen olursa herkes yardima gelmeyi kabul eder. Tipki kendi atalari gibi, savas hakkinda ortak karar alinir ve üstünlük Atlas'in soyuna verilir.
Kral kendi akrabalari üstünde yasam veya ölüm karari verme gücüne sahip degildir. Çogunlugun düsüncesine saygi göstermek zorundadir. Tanrilarin kayip ada Atlantis üzerine koydugu kati güç daha sonra asagidaki geleneksel nedenlerden dolayi bizim topraklarimiza da siçramistir.
Uzun yillardir, uzun süredir ilahi doga sürekli onlardaydi. Yasalara itaat ettiler. Tanrilar karsisinda etkilendiler. Onlari yaratti, dogrulugu sahiplendiler ve büyük ruhun yer yönüyle, nezaketi bilgiyle birlestirerek hayatin çesitli evrelerinde hep alis-veris halinde oldular. Erdem hariç her seyi hor gördüler. Hayatlarinin var olan haline çok az sey kattilar. Altini ve diger ganimeti az düsündüler. Bu onlara bir yük gibi göründü. Lüksten sarhos olmadilar. Zenginlik onlarin kontrolünü yok edemedi. Akli basinda oldular. Gördüler ki bu ganimet ancak hüner ve dostlukla artar. Oysa bu büyük riayet ve saygi, kayboldular ve dostluk onlarla gitti.
Bu yansima onlarda ilahi doga ile devam etti. Anlatmaya çalistigimiz kalite onlarla büyüdü ve gelisti. Ne zaman ki kutsal paylasim dolmaya basladi, ne zaman ki sulandi, ahlaksal karisim ve insanin elini yukariya dikmesi ki sonra kendi gelecegini çizemedi. Yakisiksiz davrandi. Gözle görünür sekilde alçaldi, degerli ve güzel hediyeleri kaybetti. Gerçegi görmeyi beceremeyenler, her sansli ve kusanmis göründüler. Oysa para hirsi ve dogru olmayan kuvvet ile doluydular.
Tanrilarin tanrisi Zeus, kurallara göre yöneten böyle seyleri görebilen , kavradi ki , onurlu kosu feci bir durumda ve onlari cezalandirmak istedi. Böylece gelise bilir ve temizlenebilirlerdi. Tüm tanrilari kutsal ikametinde topladi. Burasi dünyanin merkezinde yer alir. Bütün yaratilanlari içerir. Ne zaman ki herkes toplandi , o söyle konustu;
Diyaloglarin diger kisimlari kaybolmus veya hiç bir zaman kaleme alinmamis olabilir."

Moebius Şeridi




Tarih:
Moebious şeridi kendisi ilk tek yüzlü bir şekil olup
A.F.Moebius (1790-1860) tarafindan bulunmuştur. fakat bulunur bulunmaz
meşhur olamamıştır, meşhur olması bir matematikçi ve sanat adamı olan
M.C.Escher (1898-1972) sayesinde gerçekleşmiştir.
Siz de bir Moebious Şeridi yapabilirsiniz:
Dikdörtgensel bir kağıt şerit alıyoruz, sonra bir ucundan tutup 180 derece
çevirip şeritin diger ucuna yapıştırıyoruz, hepsi bu kadar.İşte size tek yüzeyli
moebious şeriti.

26 Temmuz 2009 Pazar

Farketmez Babacığım..

Üç Vakte Kadar..

Bir karı-kocanın aynı gün günlüğe yazdıkları...



Kadının Günlüğüne yazdıkları:


Bugün üç yıl bitti.

Onun karşısına gelinlikle çıktığım günkü
kadar mutluyum. Tanrım, onu ne kadar seviyorum.

Mükemmel bir erkek,cazibeli, yakışıklı, anlayışlı,sevecen, her şey var.

Bugün Cumartesi,bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin.

En sevdiği yemek olan pastırmalı Kurufasulye ile pilav yapıyorum.

Pişti, demleniyor.

Banyo yaptım, en sevdiği kıyafeti giydim.

Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız...

Eve geldi sonunda.
Beni öpüşü biraz soğuktu, aklı başka yerde sanki.

Aman Tanrım, yoksa?

Tüm cilvelerime rağmen, bana yanaşmadı. Arkadaşlarıyla ne
yaptığını sordum,
ağzında birşeyler Geveledi.

Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu, ama hala dalgın,hala uzak,hala kabuğuna
çekilmiş.

Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor.Benden genç mi acaba?
İşyerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın?

Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım 'neyin var?'
diye sordum. Gülümsedi, zoraki bir gülümseme, acı dolu, uzaklık
dolu.. 'Yok birşeyim' diye geçiştirdi.

O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum,

daha dün bana ebediyete kadar benimle olmak istediğini söylüyordu.

Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile.

Belki de kilo alıyorum. Çok mu vır vır
yapıyorum? Elini tuttum. Elimi okşadı,ama eller hissiz, parmak
uçları soğuk... Stepe başlasam? Çocuk istesem? Yalan, yalan,
yalan.
Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar.
Bitti...Bittti...Bitti. Tanrım, ölmek istiyorum. Kendimi son kez
onun kollarına attım. Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım.





Kocanın Günlüğüne yazdıkları :


Öff be, Fenerbahçe her zaman kı gıbı yine yenildi. Ama, kuru fasulye güzeldi.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Sinirlenen Erkek ve Bayan Arasında ki Farklar.




Sinirlenen Bir erkek neler yapabilir..
Ya da bir bayan sinirlenince neler olur..

Görmek isterseniz buyrun burdan yakın..

BURADAN

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bu bir Farkındalık Testidir..

Hayatınızda gözünüzden kaçan bir ayrıntı mutlaka vardır..
Dikkatli yaşayın..


18 Temmuz 2009 Cumartesi

Michael Jackson'ın ölümünden sonra ortaya çıkan video



Jacksonın Saçları Alev Alev Yanmış
Michael Jackson'ın sahnedeyken saçlarının nasıl yandığını gösteren bu video ilk kez yayınlandı. 25 yıl sır gibi saklanan ve basına verilmeyen görüntü, Jackson'ın ölümünden sonra yayınlandı.





Michael Jackson'ın sahnedeyken saçlarının nasıl yandığını gösteren bu video ilk kez yayınlandı. 25 yıl sır gibi saklanan ve basına verilmeyen görüntü, Jackson'ın ölümünden sonra yayınlandı.

Pop kralı Michael Jackson'ın şimdiye kadar yayınlanmamış bir görüntüsü ortaya çıktı. Jackson 27 Ocak 1984 tarihinde Pepsi reklamı için sahneye çıkıyor.

Çekim sırasındaki patlama olması gerekenden daha erken meydana gelince sanatçı patlamanın ortasında kalıyor. Daha sonra saçlarının alev aldığı görülen Jackson, ilk etapta performansına devam ediyor fakat birkaç saniye sonra alevlerin farkına vararak arkaya doğru koşuyor. Çevreden yetişenlerin de yardımı ile ateş söndürülüyor.

Jackson 3. dereceden yanık nedeniyle hastaneye kaldırılıyor. Bu yanık sonrasında Jackson'ın hayatı değişmeye başlıyor. Bitmek tükenmek bilmeyen ameliyatlar başlıyor.

y7vn9pb84z

Herodot

Herodot (Halikarnassoslu Herodotus) (Yunanca: Ηροδοτος Herodotos) (M.Ö. 484, Halikarnas - M.Ö. 425), M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı tarihçi ve antik yazar. Tarihin babası olarak anılır. Gezilerinde gördüğü yerleri ve insanları anlattığı, Herodot Tarihi olarak bilinen eseriyle tanınır. Eserinin esas konusu, Persler ve Yunanlar arasında yapılan Pers Savaşları'dır (M.Ö. 492-449).

Ünlü Cicero (De leg. 1,5) tarafından tarih yazarların babası veya ilk tarih yazarı olarak tanımlandı. Latince pater historiae (tarihin babası) ünvanına sahiptir.

Yaşamı

Herodot Halikarnassos'da Batı Anadolu'daki bugünkü Bodrum yakınlarında Türkiye'de dünyaya geldi. Tiran Lygdamis tarafından sürülmesi üzerine, gençliği o zaman bilinen dünyanın birçok yerine yaptığı gezilerle geçmiştir. Uzun süre Atina'da yaşıyan Herodot'un Mısır'a gidip Assuan'a kadar indiği, Mezopotamya'yı, Filistin'i, Güney Rusya'yı gördüğü, Afrika'nın kuzey kıyılarında bulunduğu sanılmaktadır. Yaşlılığında İtalya'daki Thurii adlı Yunan koloni'sine çekilmiş, kendisine "Tarihin Babası" olma ününü kazandıran eserini yazmıştır.

Eseri Üzerine Bir Yorum

Birincisi yazarın doğumundan önce, ikincisi de çocukluğunda geçen Pers-Yunan Savaşları Herodot Tarihinin asıl konusu olmakla birlikte, bu eser yalnızca bir tarih kitabı değildir. Eski Yunan'ın bu ilk nesir sanat eseri, aynı zamanda çeşitli ulus ve ülkeler üstüne, efsaneyle karışık coğrafik ve sosyolojik bilgiler de veren bir hazinedir. Herodot, Tarih'inde bize kendisinin Yunan ve Atina değerlerine bağlılığını sezdirmekle birlikte, olağanüstü bir hoşgörü ve tarafsızlık duygusuna sahip olduğunu da gösterir.

Herodot Tarihi yazılışından yüzyıllar sonra, Hellenistik dönemde bir İskenderiyeli yayıncı tarafından büyük ustalıkla dokuz kitaba bölünmüştür. Bu dokuz kitap üçer üçer Pers-Yunan ilişkileri açısından anlamlı bölümler meydan getirmektedir. İlk üç kitap Asya'da, İkinci üç kitap Avrupa, üçüncü üç kitap da Yunanistan'da geçen olayları hikâye etmekte; ilk üç kitapta Persler ağır basmakta, son üç kitapta Yunanlıların Thermopylae yenilgisinden sonra, Salamis, Plataea ve Mycale zaferleri anlatılmaktadır. Perslerin İskitye ve İyonya yenilgileri, Yunanlıların Marathon yenilgisi.( Maraton Savaşı sayfasında Yunanlıların zaferi deniliyor.Bu kısım yanlış olabilir...... http://tr.wikipedia.org/wiki/Maraton_Sava%C5%9F%C4%B1 ) Pers hükümdarları bakımından; ilk üç kitapta Kyros ve Kambyses ile Darius'un başa geçişi, ikinci üç kitapta Darius, üçüncü üç kitapta da Kserksess istilası hakkında bilgi toplayıp, ilkin bu kitapların son üçünü yazdığı, baştaki altı kitabı ise daha sonra hazırladığı anlaşılmıştır.

Eserin tenkiti

Heredot, belirtildiği gibi, antik Romalı siyaset adamı ve tarihçi Cicero'dan itabaren "Tarihin Babası" olmakla tanınmakla beraber, antik çağlardan itibaren de eseri ve işlediği konulara tutumu üzerinde büyük tenkitlere uğramıştır ve Herodot'a bir diğer lakap olarak "Yalanların Babası" adı da verilmiştir. Herodot, antik çağlar yazarlarıından beri, yanlığı, yaptığı hatalar ve intihalciliği dolayısıyla kritik edilmiştir. Örneğin, Roma İmparatoru Septimius Severus döneminde çok ün kazanan ve imparator Elagabalus dönemi sonuna kadar yaşamış olan ünlü Roma yazar ve retorik (belagat) hocası Claudius Aelianus (d. yak. 175 - ö. yak. 235) zamanımıza gelebilen "Varia Historiae (Çeşitli öyküler)" adlı eserinde Herodot'u "yalancı" olmakla nitemiş ve kavramsal olarak oluşturduğu "takdis edilimişler adası"nda Herodot'un yeri olmadığını açıkca belirtmiştir. Birçok modern tarihçiler ve filezoflar, özellikle tarihin objektif olmasını kabul edenler, tarafından bu tenkitler kabul edilmemekle beraber, bu kritik fikirler modern düşünürler arasında hala da tutulmaktadır. Bunlardan bazıları Herodot'u kaynaklarını icat etmekle, yaptığı gezileri abartmakla ve bu abartmalar ve icatların gerçek olmadığını bile bile onlara eserinde gerçekliklerine inanırmış gibi önemli yer vermekle itham etmektedirler.[2] Gerçekten eserinde görülen kendine ün kazandıran birçok hallerde Herodot belli bir olay veya sürec hakkında gerçeği bilmiyorsa veya kendine bildirilen sıkıcı gerçekler kendi fikir ve inançlarına uymuyorsa, o olay veya süreç hakkında birkaç değişik alternatif vermekte ve bunlardan hangisinin kendi fikirine göre daha olası olduğunu bildirmektedir.

Truva Savaşı

Efsanelere göre şehri ilk kuran Trak'lardır. Bunlar İsa'dan önce 3000 yıllarında Boğazlar yolu ile Anadolu'ya geliyorlar ve Çanakkale dolaylarını dolaşıyorlar. Sonra Hisarlık Tepesini şehir yapmaya elverişli buluyorlar ve ilk Truva şehrini kuruyorlar. Yine efsanelere göre şehir bilinmeyen bir zamanda kim olduğu bilinmeyen Tros (veya Dardanos) adlı kral tarafından yapılıyor. Akha'ların Iliada'da anlatıldığı gibi yakıp yıktıkları şehir altıncı Truva'dır. Truva şehri tarihte birkaç defa yıkılmış ve tekrar yapılmıştır. Schliemann'a göre Truva'da birbiri üzerine dokuz şehir kurulmuştur. İlk şehir taş devrinin sonlarında, son şehir ise Romalılar tarafından yapılmıştır. 6. şehrin etrafındaki surlar efsanelere göre eski Truva kralı Laomedon tarafından Tanrılara (Poseidon, Apollon) yaptırıldığından çok sağlam ve kalındır. Truva şehri bu yüzden o zamanlar hiç alınamaz olarak bilinirdi. Ama Truva'nın ilk krallarından Laomedon, Herakles'i kızdırdığından Herakles, Telamon'la birlikte bir ordu toplayıp bir günde Truva'yı zaptetmişti. Bu olay, Agamemnon komutasındaki kuşatmadan onyıllar önce olmuştu. Truvalılar, ticaret gemileri ile kara, Marmara ve Ege Denizinde ticaret yaparak çok zengin olmuşlardı. Çanakkale Boğazının, Ege Denizinin giriş kapısında olduğundan aynı zamanda boğazı da kontrol altına almışlardır. Halbuki bu sırada Minos devleti, Akha'lar tarafından yıkılmış, Ege Denizi ticareti ve Çanakkale boğazı bunlar tarafından ele geçirilmek istenmiştir. İşte bu rekabet yüzünden Truvalılar ile Akha'lar arasında hep bir sürtüşme olmuştur. Truva şehrinin Priamos isminde 50 çocuk babası bir kralı vardı. Priamos, Laomedon'un sağ kalan tek oğluydu. Diğerlerini Herakles öldürmüştü. Pekçok cariyesi ve sevdiği eşiyle mutlu olan Priamos'un ilk oğlu Hektor, ikincisi de Paris'ti. Priamos'un karısı Hekabe bir gece tuhaf bir rüya gördü.
Hekabe'nin Rüyası

Kraliçe Hekabe yine hamileydi ve rüyasında bir çocuk yerine bir meşale doğurduğunu gördü. Meşalenin alevlerinin Truva şehrini yakıp kül ettiğini gördü. Hekabe, rüyasını kocası Priamos'a anlattı. Kahinlerin "bu çocuk ileride Truva'nın yıkılmasına sebep olacak" diye kralı uyarmasıyla, çocuk doğar doğmaz Priamos'un izniyle yokedilmesi için güvendikleri bir uşağa verildi. Fakat uşak bu güzel erkek bebeği öldürmek yerine İda Dağı'nın (Kazdağı) yamacında bir derenin kenarına bırakıp saraya döndü. Bebeği bir dişi ayı buldu ve onu 5 gün süreyle emzirdi. Sonra bir çoban bebeği buldu ve onu evlat edinip büyüttü ve çocuğa Paris adını verdi. Paris büyüdü ve çok yakışıklı bir delikanlı oldu. İda dağında çobanlık yapmaya başladı.
Peleus ile Thetis'in Düğünü


Olympos'lular kavga ve nifak tanrıçası olan Eris'ten hiç hoşlanmazlar, verdikleri şölenlere onu çağırmazlardı. Savaş tanrısı Ares'in kızkardeşi Eris, bu yüzden günün birinde öc alacağına yemin etmişti. O gün geldi çattı sonunda. Kral Peleus (Akhilleus'un babası) ile nereidlerden (su perileri) Thetis (Akhilleus'un annesi) Tesalya'daki Pelion Dağı'nın tepesinde evleniyorlardı. Kentauros Kheiron, düğün hediyesi olarak yakın arkadaşı Peleus'a özel bir mızrak ediye etti (Bu mızrak daha sonra Akhilleus tarafından Truva'da kullanılacaktır). Denizler tanrısı Poseidon'da düğün hediyesi olarak batı rüzgarı Zephyros'un iki atını hediye etti. Düğüne ölümsüzler ve bütün ölümlüler çağırılmıştı ve bir tanrıça olup ölümsüz olduğu halde Eris yine davet edilmemişti. Kavga ve nifak tanrıçası duruma kızdı ve bir zamanlar Herakles'ten aldığı altın elmanın üzerine "En güzel kadına" yazarak şölene gitti. Tanınmasın diye kıyafetini değiştirerek davetliler arasına karıştı. Sonra elmayı konukların arasına orta yere atıverdi. Bütün tanrıçalar elmaya sahip olmak istediler fakat sonra adaylar elene elene üçe indi. Hera, Aphrodite ve Athena. Onlar da kararı Zeus'un vermesini istediler. Zeus zor durumda olduğunu anladı. Athena öz kızıydı, Hera eşiydi ve Aphodite ise güzelliği herkes tarafından kabul edilen bir tanrıçaydı. Zeus bu zor görevi İda Dağında çobanlık yapan Paris'e yıktı.
Paris'in Hakem Seçilmesi


Bir adı da Alexandros olan Paris, İda Dağına çobanlık yapmaya devam ediyordu. Zeus elçi olarak Hermes'i görevlendirdi. Hermes ve üç tanrıça altın elmayı da yanlarına alarak İda Dağına giderek Paris'i buldular. Paris önce korkudan kaçmaya kalktı. Hermes, Zeus'un adına bu seçimi yapması gerektiğine onu ikna etti. Tanrıçalar Paris'i etkileri altına almak için türlü kandırmacalar yaptılar, onu ikna etmeye çalıştılar. Paris, kararı kendisinin vereceğini öğrenince ilk önce çok şaşırdı. Kulübesine girerek "tek tek içeri gelin" dedi. İlk önce içeriye Hera girdi ve "beni seçersen Avrupa ile Asya'nın tek kralı yapacağım" dedi. Hera dışarıya çıktı, içeriye Athena girdi ve "beni seçersen bir bilgin olursun ve ayrıca girdiğin bütün savaşlarda sürekli zafer senin olacak, sana sonsuza kadar unutulmayacak bir şöhret" dedi. Nihayet Aphrodite ise "beni seçersen sana dünyanın en güzel kadınını veririm" dedi. Paris üçünün de dışarıda beklemesini rica etti. Altın elma elinde bir süre düşündükten sonra dışarıya çıktı. Bir süre daha düşündükten sonra altın elmayı Aphrodit'e uzatıverdi. Athena ve Hera bu duruma kızdılar ama o an belli etmeyerek ayrıldılar. Daha sonra Truva savaşının ilerleyen safhalarında Zeus'un eşi olan Hera bunun intikamını almak için Truva'lılara karşı olacak ve Zeus'u uyutarak Truva'lıların başarısız olmalarını sağlayacak, Athena ise savaş sırasında desteğini yunanlılardan tarafa koyacak ve Akha ordusuna yapacağı türlü yardımlarla Truva'lıların işini zorlaştıracaktı.
Paris'in Sparta'ya gidişi

Dünya'nın en güzel kadını Zeus ile Leda'nın kızları, Kastor ile Polluks'un kardeşi olan Helena idi ve güzelliği hem tanrısal hem de dillere destandı. Helena'nın babalığı Tyndareos üvey kızını kararsızlıktan birtürlü evlendirememişti. Sonunda tüm taliplilerden darılmayacaklarına dair söz aldıktan sonra ve biraz da Odysseus'un da araya girmesiyle kızı Agamemnon'un kardeşi Menelaos'a verdi. Damat Menelaos'u da Sparta'ya kral yaptı. Ama Aphrodit bir söz vermişti Paris'e. Dünyanın en güzel kızı Paris'in olacaktı. Paris uzun gemi yolculukları yaparak Sparta'daki Lakonia'nın ünlü şehirlerinden Thérapne yakınlarındaki Amyklai'ye Aphrodite'nin de yardımıyla sonunda ulaştı. Paris karaya çıkınca ilk iş olarak Eurotas ırmağında yıkandı. Temiz ve şık elbiselerini giydi ve Sparta'ya doğru yola koyuldu. Bölgenin başkenti olan Sparta o zamanlar Atreus'un oğlu Menelaos tarafından yönetiliyordu. Menelaos'un ağabeyi Agamemnon ise zenginliği ile meşhur bir kraldı ve Mykenai'de hüküm sürüyordu. Menelaos Paris'i güler yüzle karşıladı. Onu günlerce ağırladı. Bir süre sonra Menelaos kendisinin bir iş için (O günlerde Menelaos’un Girit’te yaşayan büyükbabası Katreus ölmüştür. Menelaos Girit’teki cenaze törenine gitmek zorunda kalır). Girit'e gitmesi gerektiğini söyleyerek hiç kuşku duymadan Sparta'dan ayrıldı. Ayrılırken de gelen konuklarını iyi ağırlamasını da karısı Helena'ya söyledi. Paris ve Helena, Menelaos'un yokluğunda, yalnız kaldıkları bir an Helena'ya Aphodit'in vaadinden ve yaptığı hakemlikten bahsetti. Aphodite zaten ilk günden beri sürekli olarak Paris'in yakışıklılığını artırıyor ve Helena'nın Paris'e aşık olmasını sağlamak için elinden geleni yapıyordu. Paris de Helena'ya sürekli ilgi gösterip onu hediyelere boğuyordu. Sonunda Helena ona aşık oldu ve Truva'ya kaçmaya razı oldu. Menelaos'un hazinesinden taşıyabilecekleri kadarını alıp, Helena'nın kızı Hermione'yi de geride bırakarak kaçtılar.


Paris Helena'yı kaçırıyor

Menelaos döndüğünde ise sarayda ne Paris'i ne de karısı Helena'yı bulabildi. Çılgına dönen Menelaos'un aklına Helena'nın üvey babası Tyndaros'a verilen o eski söz geldi. Sözün tutulmaması savaş demekti. Helena ve Paris, Hera'nın çıkardığı bir fırtına yüzünden Sidon'a (Fenike) sürüklendiler. Şehrin kralı tarafından iyi karşılanmalarına rağmen Paris şehri ele geçirip yağmaladı. Fenikeliler intikam almak için gemilerle peşlerine düştüler. Paris, kendi adamlarının bazılarını kaybetmesine rağmen onları geri püskürttü. Takip edilmek endişesiyle Kıbrıs'ta bir süre oyalandılar. Menelaos tarafından artık rahatsız edilmeyeceklerine emin olunca da yola çıktılar. Mısır'a uğradılar. Kral Proteus, onlara çok büyük konukseverlik gösterdi. Ama aralarındaki ilişkinin özelliğini bir şekilde öğrendi. Kızıp Paris'i krallığının dışına attırdı, Helena'yı da alıkoydu. Sonra da Menelaos'a haber gönderdi gelsin karısını alsın diye. Haberciler daha Menelaos'a ulaşmadan, Helena kaçmayı kafasına koydu. Paris uzun süre onu almak için gelemeyince, Menelaos'un hasretine dayanamayarak kocasına dönmek üzere bir gemi bulmak için şehirden kaçtı ama limanda karşısına Paris çıktı. İkisi bir gemi bulup türlü zorluklarla sonunda Truva'ya doğru yola çıktılar.


Ordu Savaş için toplanıyor

Menelaos tüm Yunanistan'a haber salarak yardım istedi. Yenilmez kahraman Akhilleus ile Ithaca (İthake) Adasının kralı kurnaz Odysseus hariç tüm yiğitler, komutanlar ve savaşçılar Sparta'ya akın etti.
Paris ve Helena Truva'ya varıyorlar

Mutlu aşıklar Çanakkale boğazına yaklaşıp Truva şehrine doğru gelirlerken surların üzerinde onları ilk defa Prenses Kassandra gördü. Apollon'un kahinlik öğrettiği Kassandra, Yunanistan'dan kaçırılan bu kadının kendi yurtlarına getireceği felaketi görünce ağlamaya ve saçını başını yolarak babası Priamos'a yalvarmaya başladı. Priamos ise olayı soğukkanlılıkla karşıladı. Hem sağlam surlarına hem de askerlerine çok güvendiğinden ileride olabilecek bir çatışmayı göze alarak Truva'nın kapılarını oğluna ve güzelliğiyle dillere destan gelinine açtı.
Ordunun Aulis'te toplanması

Aulis, Euboia yarımadasının tam karşısındaki limandır. Akha ordusu iki yıl süreyle burada toplandıktan sonra gemilerin yola çıkması için uygun bir rüzgar çıkmasını beklemeye koyulurlar. Orduların komutanları ise başa Agamemnon'un geçmesini istiyorlardı.
Odysseus savaşa katılmak istemiyor


Odysseus yeni evlendiği karısı Penelope'den ayrılmak istemediği için savaşa katılmak istemedi. Akıl hastası rolü yaparak bu işten sıyrılmak istedi. Aynı boyunduruğa bir eşek bir de öküz koşuyor, deniz kenarındaki kumları verimli toprakmış gibi sürüyor, tohum yerine tuz ekiyordu. Palamedes onun deliliğine inanmadı. Palamedes bir bilgin olarak bilinirdi. Harfleri, yazıyı, dama ve satrancı, tavla oyunlarını, ölçü sistemlerini onun bulduğu söylenir. Palamedes, onu denemek için Odysseus'un oğlu Telemakhos'u sabanın geçeceği yere koydu. Odysseus oğlunu yaralamamak için sabanı kaldırdı, çocuğun üzerinden aşırdı. Sahteciliği ortaya çıkan Odysseus, çaresiz kalarak Palamedes'le birlikte Aulis'e gitmeyi kabul etti. Odysseus, Truva savaşına katılmasına sebep olan Palamedes'i sonradan öldürecekti.
Akhilleus'un aranması



Odysseus'un orduya katılması ile komutanlar kendilerini daha rahat hissettiler. Akha ordusu komutanları savaş hazırlıklarını sürdürürlerken kahinleri Kalkhas'ın eğer Akhilleus sefere katılmazsa Truva seferinin başarısız olacağını söylemesi üzerine hep birlikte oturup düşünmeye başladılar. Kahin'e göre Akhilleus'un varlığı Truva'nın düşmesi için kesin gerekliydi fakat savaşın sonuna doğru Akhilleus, surların önünde ölecekti. Agamemnon ise Akhilleus'u hiç sevmiyordu. Komutanlar ve Odysseus, Kalkhas'ın da desteğiyle gelmiş geçmiş en büyük savaşçı olan Akhilleus'un mutlaka kendilerine katılmasını Agamemnon'a kabul ettirdiler. Birçok tartışma sonunda Odysseus, Akhilleus'u ikna edebilecek tek kişi olarak seçildi ve onu aramaya gönderildi. Akhilleus'un annesi bu yazgıyı eskiden beri bilmekteydi ve oğluna yazgısının kendi ellerinde olduğunu söyledi. Akhilleus, kısa ömrü ama sonsuza kadar devam edecek şöhreti seçti. Annesi ile babası ise bu kararı beğenmedi. Kheiron'un bu kadar emek ve zaman harcadığı oğullarının erken yaşta Truva surları önünde ölmesini engellemek için, Akhilleus'u ikna etmeye çalıştılar, çok dil döktüler. Akhilleus bu yalvarmalara daha fazla dayanamadı ve sonunda ikna olur gibi oldu. Akha önderlerinin savaş için sefer hazırlıklarına başladığı haberini alır almaz anne ve babası, Akhilleus'u Yunanistan'ın karşısındaki Skyros adasına gönderdiler. Orada kral Lykomedes'in sarayında konuk oldu. Akhilleus, kız kılığına girerek diğer saray kızlarının arasına karıştı. Kendisi uzun ince yapıda olduğundan kız kıyafetleriyle saklanmakta zorluk çekmedi. Haremde yaşamaya başlayan Akhilleus'a Pyrrha (kızıl saçlı) diyorlardı. Kral Lykomedes, Akhilleus'un Akha ordusundan saklandığını bildiğinden olup bitene sessiz kaldı. Hatta saray kızlarından birisiyle sevişmesini öğrenince de birşey yapmadı. Bu kız daha sonra Akhilleus'un oğlu Neoptolemos'u (Pyrrhus) doğuracaktı. Odysseus sonunda Skyros adasına geldi ve duyduğu söylentilerin doğru olması umuduyla Akhilleus'u burada aramaya koyuldu. Adaya gezgin bir satıcı kılığında çıktı ve Lykomedes'in sarayına geldi. Lykomedes, Akhilleus'un sarayında gizlendiğini kabul etmedi ve hatta sarayını aramalarına bile izin verdi. Odysseus, hareme yaklaşarak kızların önüne bohçasını açtı. Bir sürü değerli kumaş, dokuma ve ziynet eşyası ile kızlar ilgilenmeye başladı ama bohçanın dibinde birkaç kıymetli silah vardı. Pyrrha kılığındaki Akhilleus bunları görünce dayanamadıysa da kimliği açığa çıkmasın diye ilk başta silahlara el sürmedi. Odysseus tam bu anda savaş boruları öttürdü ve gürültüden kaçarak giden diğer kızlar ortada sadece Akhilleus kalacak şekilde boş bırakınca Akhilleus'un kimliğini açığa çıktı. Odysseus da dilenci kılığından sıyrılıp Akhilleus'a kendisini gösterdi ve Akha ordusunun savaş hazırlıklarının bitmek üzere olduğunu, onsuz sefere çıkılmayacağını, Patraklos'un Aulis'te onu beklediğini, Agamemnon'un orduların komutasını Akhilleus'a bırakabileceğini bildirirdi. Akhilleus bir kılıç alıp alıp elinde evirip çevirmeye başladı. Kılıç elindeyken Akhilleus'un aklına annesinin ona söylediği yazgısı geldi, yine eski kararından vazgeçmeyecekti. Üzerindeki elbiseyi yırtarak çıkardı ve savaşa katılmak istediğini söyledi. Kısa ömrü ve unutulmayacak ünü seçerek Odysseus ile birlikte Akha ordularının toplanma yeri Aulis'e geldi. Çok sevdiği Patroklos da oradaydı. Odysseus'un vaadettiği orduların komutası ise Akhilleus'a verilmedi, Agamemnon orduların komutanı olacaktı. Akhilleus bu duruma kızdı ama belli etmedi. Bu, Agamemnon'un ona yapacaklarının ilkiydi. Yola çıkılacağı son ana kadar annesi Thetis, sürekli Aulis'te bulundu ve oğlunun fikrini değiştirmeye çalıştı. Başarısız olunca demircilerin tanrısı Hephaistos'a gitti ve oğlu için çok güçlü zırh ve silahlar yaptırdı. Bunları Aulis'e dönerek ona verdi. Babası Peleus kendi emri altındaki Myrmidon'ları da Akhilleus'un yanına verdi. Peleus, düğününde Kheiron'un kendisine hediye ettiği, Kheiron'un kendi elleriyle dişbudak ağacından yaptığı özel, hedefini hiç şaşırmayan kargıyı ve Poseidon'un düğünde ona hediye ettiği iki ölümsüz atı da Akhilleus'a verdi.
Kurban törenindeki Ejder

Gemiler demir almadan önce geleneksel olarak bir kurban kesilmesini uygun buldular ve bunun için limandaki bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir çınarın altında bir mihrap hazırlandı. Kurbanın boğazı kesilmeden hemen önce mihrabın dibinden bir ejder çıkarak çınarın üst dallarına çıktı ve dallara sarıldı. Çınarın üst kısımlarında yaprakların arasında içinde 8 tane serçe yavrusu olan bir kuş yuvası vardı. Dişi serçe ejderi görünce yavrularını korumak istedi ama ejder dişi kuşu da yavruları da yuttu. Ejder yere indi ve oracıkta taş kesildi kaldı. Olayı izleyenler şaşkınlıklarından küçük dillerini yuttular. Kahin Kalkhas'a olayı yorumlaması için danıştılar. Kalkhas "yapılacak sefer büyük zorluklarla doludur, yunanlılar büyük bir zafer kazanacaklar. Savaş yılanın yuttuğu kuş sayısı olan 9 yıl sürecek ve onuncu sene Truva düşecektir. Bundan sonra hiçbir yabancı Yunanlıların karılarını kaçırmaya cesaret edemeyecektir" dedi.
Iphigenia'nın kurban edilmesi


Kalkhas bunları söyledikten sonra tüm ordu Aulis limanında yelkenleri şişirecek olan rüzgarları beklemeye koyuldu. Uzunca bir süre hiç rüzgar çıkmayınca komutanlar sabırsızlanmaya başlayıp bunun nedenini öğrenmek için kahin Kalkhas'a sordu. O da cevap olarak Agamemnon'un kızı Iphigenia'nın kurban edilmesi gerektiğini bildirince Agamemnon çileden çıktı. Tanrıça Artemis kendisine adanmış kutsal dişi geyiği av sırasında öldürdü diye Agamemnon'dan hiç hoşlanmamaktaydı ve kin duymaktaydı. Agamemnon bu geyiği donanma toplanırken vakit geçirmek için Aulis civarında çıktığı bir avda öldürmüştü. Bu yüzden de ordunun beklediği rüzgarları önlemekteydi. Tanrıça ancak Iphigenia kendisine kurban olarak sunulursa öfkesinden vazgeçecek ve filonun beklediği rüzgarların çıkmasına engel olmaktan vazgeçecekti. Agamemnon kızını kurban etmeye yanaşmadı. Günler haftalar geçti ve özellikle Menelaos ve Odysseus'un ısrarları sonucunda istemeye istemeye kızının kurban edilmesine onay verdi. Agamemnon karısı Klytaimnestra'ya haber göndererek kızını istetti, güya kızını Akhilleus ile nişanlayacaktı. Kurban olayından haberi olmayan Akhilleus bu hileye katıldı, sonradan öğrenince olayı engellemeye çalıştı. Engelleyemeyince de Agamemnon'a çok kızdı. Klytaimnestra kızıyla birlikte Aulis'e neşeyle geldi. Kızına eş olarak Akhilleus'un seçilmesi sevincini daha da artırmıştı. Kızını bekleyen kaderi öğrenir öğrenmez zavallı anne Agamemnon'u caydırmaya çalıştı. Agamemnon fikrini değiştirmeyince ona karşı büyük bir kin besleyerek oradan ayrıldı. (Klytaimnestra daha sonra Agamemnon Truva savaşı sonrası geri döndüğünde kendisini Khryseis'le aldatmasını bahane göstererek Agamemnon'u öldürerek öcünü alacaktır.) Iphigenia başına geleceklerden habersiz kurban taşının olduğu yere babası tarafından getirildi. Bu durumu yukarıdan izleyen Artemis kızın durumuna acıdı ve tam bıçak boğazına inerken onu dişi bir geyikle değiştirdi. Iphigenia'nın ruhunu havaya kaldırarak yanına aldı. Bu durumu gören Kalkhas "Tanrıça Artemis, Iphigenia'yı bu geyikle değiştirerek hem kurbanı kabul etti hem de durdurduğu rüzgarları engellemekten vazgeçti, herkes gemilerine!" dedi.

Savaş için denize ilk açılış, Philoktetes'in Lemnos adasına bırakılması ve rotadaki hata

Akhaia'li ve Aiolis'li yunanlı önderler Agamemnon komutasında denizden Truva ülkesine doğru yola çıktılar. Aralarında Aiaks (Aias, Ajax), Diomedes, Akhilleus, Odysseus, Nestor ile Philoktetes vardı. Truva'nın başlıca kahramanları Hektor ile Aineias idi. Akha ordusu bin küsur kadırga ile sefere çıktılar. Herakles'in sağ kolu olan Philoktetes'i ayağındaki yaranın kötü kokması ve acıdan çok bağırması yüzünden Lemnos'a bıraktılar. Daha sonra fırtına yüzünden rotada hata yaparak Truva'nın güneyindeki Mysia bölgesindeki Troas'a vardılar.
Truva yerine Mysia'ya çıkış

Burayı Truva sanarak yağmaladılar. Mysia'da bulunan Herakles'in oğlu Telephos onlara karşı çıktı ve çatışmaya başladılar. Telephos ordudan ileri gelenleri bir bir öldürmeye başlayınca Akhilleus duruma müdahale edererek onu kovalamaya başladı. Telephos koşarken Tanrı Dionysos'un araya karışmasıyla bir asma kütüğüne takılarak düştü. Arkadan hızla gelen Akhilleus ucu zehirli kargısıyla Telephos'u kalçasından yaraladı. Ordu yanlış yere çıktığını anlayınca tekrar denize açıldı. Telephos'un ise aldığı yara ise yıllarca iyileşmedi.

Fırtınanın orduyu Yunanistan'a sürüklemesi Yeni ve güçlü bir fırtına onları gerisin geriye Yunanistan'a attı.
Ordunun Aulis'te ikinci defa toplanması

Bir kez daha Aulis'te toplandılar. Sefer için tekrar bir araya gelirlerken sekiz yıl geçti. Bu arada Philoktetes hala Lemnos adasında yaşam savaşı veriyordu.


Telephos'un Aulis'e gelmesi

Telephos aldığı yara sonucu bir türlü iyileşememişti. Yıllarca iyileşememesini bir kahine sordu. Kahin "bu yarayı açan ancak iyileştirebilir" deyince Telephos Akhilleus'u bulmak için bir deniz yolculuğunu göze almak zorunda kaldı. Aulis'e ulaştığında Akhilleus'tan aldığı yara daha da kötüleşmişti. Telephos dilenci kılığında Akhilleus'un karşısına çıkarıldı, orada ağlayıp sızlandı. Agamemnon'un karısı Klytaimnestra bu arada oradaydı ve Telephos'a küçük Orestes'i rehin alarak Agamemnon'u tehtid etmesini salık verdi. Telephos buna cüret etmedi. Akhilleus kargısının pasından yaraya bir parça sürdü ve Telephos iyileşti. Telephos iyileşince Akhilleus'a şükranını nasıl ödeyeceğini sordu. O da Truva savaşında Akha'lara katılmasını önerdi. Telephos Akha ordusuna katılmayı redetti ama sonradan oğlu Eurypylos Mysia'lı bir bölükle Priamos'un yardımına koştu. Aigisthos, Klytaimnestra'yı Agamemnon'un yokluğunda baştan çıkardı ve sarayda hakimiyeti ele geçirdi. Klytaimnestra ile birlikte Agamemnon dönünceye kadar birlikte oldular. Agamemnon'un oğlu Orestes tarafından öldürülünceye kadar 7 yıl Mykenai'de kaldı.
Tekrar sefere çıkış ve Kyknos'un Truva'yı savunması

Ordular tekrar sefere çıktılar ve bu sefer bir sorun olmadan Truva önlerine geldiler. Poseidon ile Kalyke'nin oğlu olan Kyknos Truva'lılara yardım için ordusu ile kıyıya geldi ve karaya ilk çıkan kuvvetleri dağıttı. Tanrısal olmasından dolayı Kyknos'a silah işlemiyordu. Kyknos, Akhilleus karşısına çıkıncaya kadar Yunanlıların karaya çıkmasını uzun süre engelledi. Akhilleus, Kyknos'un karşısına çıktı ve iki yenilmez uzun süre çatıştı. Çevik Akhilleus sonunda Kyknos'un yüzüne kılıcının kabzasıyla vurabildi. Akhilleus, darbe alan Kyknos'u kalkanıyla geriye doğru iteleye iteleye püskürttü. Kyknos'un ayağı bir taşa takılınca yere düştü. Akhilleus, Kyknos'un üzerine çullandı ve ağırlığıyla onu boğmaya çalıştı. Poseidon ise oğlunun Akhilleus tarafından boğularak öldürülmesine seyirci kalmak istemedi. Oğlunu bir kuğuya dönüştürdü. Akhilleus Kyknos'u yenmişti ama onun bu şekilde büyük bir güçle kendilerine engel olmaya cüret etmesi, bunu kısmen başarmasına şaşırmıştı. Akha ordusu, bu hiç beklenmeyen güçte karşılarına çıkan savunma Akhilleus sayesinde ortadan kalkınca rahat rahat kıyıya çıktı. İlk başta kuşatmanın zaferle sonuçlanacağını ve bunun uzun sürmeyeceğini düşünmüşlerdi. İlerleyen aylar boyunca bu işin sonu gelmek bilmedi. Truva surlarını aşamayacaklarını anlayınca tüm Akha ordusu civar şehirlere saldırmaya başladı. İlk sene 23 Anadolu şehrini sadece Akhilleus ve savaşçıları yağmaladı. Truva civarındaki şehirlerden olan Lyrnessos şehrini tahrip ettikten sonra ele geçirilen esirler arasında Briseis isminde genç ve güzel bir kızı kendine ayırdı. Akhilleus daha sonra yakın bir bölgede bulunan Khyrsa kalesini ele geçirdi. Buradaki esirlerin arasında da genç ve güzel bir kız vardı. Khryseis ismindeki bu bakireyi Agamemnon kendisine ayırdı. Khryseis'in rahip babası zengin ve görkemli hediyelerle Agamemnon'un çadırına geldi ve kızının kölelikten kurtulması için yalvardı. Agamemnon Khryseis'in babasına acımadı, aksine ona türlü hakaretlerde bulundu. Getirdiği hediyeleri alıp yaşlı adamı kovdurdu.
Apollon'un kızgınlığı

Gözü yaşlı baba hiçbirşey elde edemeden geri dönerken olayı yukarıdan Apollon ilgiyle izliyordu. Kendi mabedinin rahibine yapılan bu muameleden ötürü çok kızdı ve sonradan Odysseus'un eline geçecek olan meşhur yayını eline alıp Yunan ordusuna oklarıyla ölümcül atışlar yapmaya başladı. Her tarafta yunan askerleri düşüp ölüyordu. 9 gün boyunca ölüleri yakan ateşler hiç sönmedi. Apollon sinirinden yunanlılara bir de veba salgını musallat etti. Akhilleus bu işe bir çare bulmak üzere ileri gelen komutanları bir araya topladı. Kalkhas, Apollon'un rahibine Agamemnon'un yaptığı aşağılama yüzünden başlarına bu derdin geldiğini açıkladı. Agamemnon Kalkhas'ın söylediklerinden hiç memnun olmadı ve Khryseis'i babasına önce geri vermek istemedi. Daha sonra ise bir şart koştu. Ancak Akhilleus kendi kölesi Briseis'i Agamemon'a verirse Agamemnon Khryseis'i babasına vermeye razı olacaktı. Akhilleus ise daha önceden kendi kızı Iphigenia'yı ordular denize açılabilsin diye kurban eden Agamemnon'a kin duyuyordu. Bu yüzden kendi gözdesini Agamemnon'a vermedi. Agamemnon Khryseis'i babasına geri yolladı ve Apollon'un öldürücü ok yağmuru kesildi. Agamemnon daha sonra zorla Briseis'i kendi çadırına Akhilleus'un haberi olmadan aldırdı. Durumu öğrenen Akhilleus böylece çileden çıkmış oldu. Akhilleus deniz kıyısında üzgün dururken Thetis geldi ve ona neden üzüldüğünü olduğunu sordu. Akhilleus annesinden Zeus'un Truva'lıları korumasını ve destek olmasını sağlamasını istedi. Böylece Agamemnon çaresiz kalarak sonunda Akhilleus'a gelip yalvaracaktı. Zeus, Thetis'e isteğini yerine getirebileceğini vaadetti. Thetis, sıkıntısını gidip Zeus'a anlattı. En başından beri Truva'yı destekleyen Zeus ise seve seve yardım edeceğini söyledi. Agamemnon bir gece uyurken Zeus ona bir rüya gördürdü. Rüyasında Nestor gelmiş ve Agamemnon'a eğilip bu gece hemen saldırırlarsa Truva'nın surlarının aşılacağını müjdelemişti. Agamemnon bu rüya hilesi sayesinde, gördüğü rüyadan etkilendi. Gece yarısı uyanıp ordularını toplamaya başladı.


Akhilleus'un savaştan çekilmesi

Agamemnon'un Briseis'i elinden alması ile üzülen ve kızan Akhilleus ise savaşçılarını almış ve çadırına çekilmişti. Akhilleus, Agamemnon'a haber göndererek artık savaşmayacağını bildirdi. Agamemnon'a çok kızmış olan Akhilleus, lalası ihtiyar Phoiniks'in söylediği nutukla biraz yatıştı. Agamamnon ise bu durumun fazla uzun sürmeyeceğini ve bu savaş için doğmuş olan Akhilleus'un eninde sonunda yola geleceğini düşünüyordu. Ayrıca gördüğü rüyanın etkisiyle surları onsuz da aşacaklarını sanıyordu.

Menelaos ve Paris gece yarısından sonra karşı karşıya

Zeus, İris ismindeki habercisini Truva'ya yollayarak büyük bir saldırının yaklaştığını haber verdi. Truva ordusu gelen haberle o gece hazırlıklarını yaptı. Yunan ordusu çok geç saatlerde saldırıya geçtiğinde, Truva ordusu onları bekliyordu. Böylece iki ordu surların dışında karşı karşıya geldi. Menelaos Paris'i görünce arabasına atlayarak hiddetle saldırdı. Paris ordunun gerilerine kaçarak kurtulunca durumu gören Hektor Paris'in korkaklığına kızdı. Hektor yunanlılara Paris'in teklifini söyledi. Menelaos ve Paris teke tek savaşacaklardı. Kur'a sonucu ilk hücum hakkı Paris'e çıktı. Paris'in attığı kargı Menelaos'un kalkanında eğildi. Menelaos kargısını savurduğunda ise kargı kalkanı delerek gömleğini yırttı. Menelaos kılıcı ile Paris'in tolgasına vurdu, kılıcı 3 parça olarak kırıldı. Silahsız kalan Menelaos bir hiddet çığlığı atarak Paris'e saldırdı, tolgasının püskülünden tuttu ve Yunanlılara doğru yerde sürükledi. Durumu izleyen Aphrodite Paris'e yardımcı olmak üzere Menelaos'un elinde tuttuğu Paris'in kayışını kopardı ve böylece Menelaos'un elinde sadece içi boş tolga kaldı. Tunç uçlu kargısı ile Paris'in peşine düştü fakat Aphodite Menelaos'u kalın bir sisle örterek onun etrafını görmesini engelledi. Karışıklıktan faydalanıp Paris'i alıp Helena'nın odasına götürürken şafak söküyordu. Bu arada Menelaos kızgınlıkla heryerde Paris'i arıyordu. Menelaos kendisinin zaferini ilan ederek Paris'in sözünde durmasını ve Helena'nın kendisine verilmesini istedi.
Menelaos yaralanıyor

Truva'nın tahrip edilmesini isteyen Athena Olympos'tan inerek Truva'lıların yardımına gelmiş olan Lykia'lıların arasına sabahın ilk ışıklarıyla karıştı. Ok atmakta ustalığıyla ünlü Lykaon'un oğlu Pandaros'u şeref ve zafer vaadiyle kandırdı ve Pandaros'un Menelaos'a bir ok atmasını sağladı. Lykia'lı okçu Pandaros'un attığı ok Menelaos'un böğrüne saplandı. Zaten çoktan bozulmuş olan Paris ile olan antlaşmaları (Paris'in kaçması yüzünden) Menelaos'un yaralanmasıyla artık hiçbir değer taşımıyordu. Agamemnon'un komutasında tek vücut olarak saldırdılar. Savaş tanrısı Ares, Truva'lıları canlandırıyor, Athena ise Yunanlıları kolluyordu. İki ordu yenişemeyince Athena savaşçılardan Stentor'un kılığına girerek orduya seslenerek onları yüreklendirdi. Truva'lılar böylece gerilemeye ve asker kaybetmeye başladılar. Hektor iki ordunun arasına girerek Yunanlılara savaşı sona erdirmek için kendine güvenenin öne çıkmasını istedi. 9 Yunanlı gönüllü savaşçı Hektor'la savaşmak için Agamemnon'dan izin istedi. Agamemnon ise Nestor'a ne yapılacağını sordu. Nestor bu dokuz kişiden Telemon'un oğlu ve güçlü kuvvetli Aias'ın uygun olacağını söyleyince Aias saldırmak için fırladı.


Aias ve Hektor karşı karşıya

İkisinin birbirine saldırması bir sonuç vermedi, yenişemediler. Ayrıca karanlık bastırınca savaşmayı kestiler. Her iki ordu da yıllardan beri artık bıkkınlık getiren bu savaşın bir an önce bitmesini istiyorlardı ama yine olmamıştı. Nestor'un tavsiyelerine uyarak kamplarının etraflarına hendekler kazdılar ve sahilin kara kısmını duvarla çevirdiler. Truva'lılar yunanların bu hazırlıklarını görünce Helena'yı Agamemnon'a vermeyi düşündüler. Paris bile vatanı ile Helena arasında bir seçim yapmak zorunda bırakıldı. Gün ağarınca Yunanlılar ve Truva'lılar ölülerini toplamak üzere savaş yerine geldiler ve birbirleri ile hiç çatışmayarak dini duygular içerisinde sadece ölülerini aldılar hatta kardeşçe birbirlerine yardım ettiler.
Agamemnon'un hatasını anlaması

Ölüler gömüldükten sonraki gün Truva ile Akha ordusu sabahın erken saatlerinden itibaren askerlerini toplayıp birbirlerine saldırdılar. Öğle saatlerinde Truva'lılar üstün gelmeye başladılar. Karanlık çökünce Truva'lılar yunanları bozguna uğratamadılar. Akşamın erken çökmesi mutlak bir bozgunu önlemişti. Bu yüzden Hektor askerlerine ertesi sabah erkenden saldırı emri verince askerler silahlarıyla uyudular. Yaktıkları yüzlerce kamp ateşi yunanlıları korkuttu. Hatta yunanlılar gemilerine binip geriye ülkelerine dönmeyi bile düşünmeye başladılar. Nestor'un Agamemon'a Akhilleus'un elinden aldığı Briseis'i hatırlatmasıyla Agamemnon hatasını geç de olsa anladı ve ileri gelen tüm komutanların önünde Akhilleus'a vereceği türlü altın, değerli eşya, onlarca esir kızı ve Briseis'i geri vereceğini vaadetti. Verilecek hediyelere sevinen şefler Akhilleus'un çadırına bir heyet göndermeye karar verdiler.

Akhilleus'a elçi gönderilmesi

Odysseus, Aias ve Akhilleus'un hocası ve lalası ihtiyar Phoiniks bu iş için seçildiler ve Akhilleus'un çadırının bulunduğu Myrmidon'ların kampına geldiler. Patroklos'a lir çalan Akhilleus dışında diğer savaşçılar uyuyorlardı. Yemekten sonra Odysseus Akhilleus'a Agamemnon'un Briseis'i ona iade kararından ve diğer vaadlerinden sözetti ama Akhilleus kararını değiştirmedi. Akhilleus'un kararını değiştirmemesi Agamemnon'un hoşuna gitmedi ve o gece rahat uyuyamadı. Nestor uykusuz Agamemnon'un yanına gelip askerlerin olası bir baskından çekindiklerinden bahsetti. Truva ordusunun neyi planladığını bir türlü kestiremiyorlardı. Bunun için Truva ordusuna sokulup bilgi almak maksadıyla casus göndermeyi planladılar.
Rhesos'un atları

Yunan şefleri Truva'lıların kamplarına yaklaşıp bilgi alması için Odysseus ve Diomedes'i seçtiler. Bu ikisi istemeye istemeye yola koyuldular. Bu sızma işi için en zayıf yer olarak düşündükleri Thrakia'lıların bölgesine girdiler. Thrakia'lı savaşçılar uykudaydılar ve orada meşhur kahraman Rhesos'un beyaz ve rüzgar gibi hızlı atlarını gördüler. Söylentiye göre birgün Rhesos atlarını Skamandros nehrinde sularsa bu atlar yaralanmaz ve ölmez olacak ve bu da yunanlıların işini zorlaştıracaktı. Bu sebeple Odysseus, kahramanı uykuda görünce eline geçen fırsatı değerlendirdi ve Diomedes'e Rhesos'u öldürmesini söyledi. Diomedes Rhesos'u öldürürken Odysseus da savaş arabasının arkasına bağlı durumdaki bu meşhur atları çözdü. İkisi cins atlara atlayarak Agamemnon'un kampına döndüler.


Zeus Truva'lılara yardıma geliyor

Ertesi sabah iki taraf kıran kırana tekrar birbirlerine girdiler. Truva'lılar sinsi baskında kaybettikleri Rhesos'un intikamını almak istiyorlardı. İki taraf birbirlerine bir üstünlük gösteremeden öğle saatlerine kadar pekçok kişi öldü. Öğleyin yunanlılar birbirlerini gayrete getirerek Truva ordusu saflarını yarabildiler. Agamemnon öne geçerek Truva'nın ünlü komutanlarından birisi olan Bianor'u mızrağıyla yüzüne vurarak öldürdü. Bu darbe anında Bianor'un kalın miğferi delindi ve yüzü parçalandı. Agamemnon Priamos'un oğullarından Antiphus ve İsos'u öldürdü. Komutanlarını ve prenslerini bir bir kaybetmeye başlayan Truva ordusunda büyük bir bozgun başladı. Hektor bu arada Zeus'un koruyuculuğunda bu kıyımdan bir zarar görmeden kurtuldu. Zeus, habercisi İris'i çağırdı ve Hektor'a dayanmasını için haber gönderdi. Hektor tanrıların tanrısının onlarla olduğunu öğrenince canlandı ve etrafındaki savaşçıları düzenli bir şekilde bir araya getirdi.
Agamemnon yaralanıyor

Yunanlılar surlara yaklaşınca karşı hücuma geçtiler. Agamemnon kudurmuş gibi gelen Truva ordusunu dağıtmak için çok uğraştı ve bu sırada kolundan bir mızrak yarası aldı. Çok kan kaybetti, morali bozularak geri dönüp çadırına çekildi. Yunanlı başkomutanın yaralanarak savaştan çekildiğini gören Hektor, askerlerinin kahramanlık duygularını alevlendirerek onlara seslendi ve yeni bir akın başlattı. Yunanlılara tekrar saldırdılar. Yunanlıların arasında başlayan paniği ve karışıklığı gidermek için çok uğraşan Diomedes'in ayağına Paris'in attığı bir ok isabet etti. Odysseus onun yardımına koştu ve vücudunu ona siper ederek oku çıkardı. Elinde mızrağı ile ayağa kalktığında ise Truva ordusu önünde neredeyse tek başına kalmıştı. Bu sırada bir mızrak gelip parlak zırhını parçaladı ve böğrüne girdi. Odysseus üç defa bağırarak yardım istedi. Menelaos ve Aias onun sesini duydular ve İthaka kralını son anda kurtardılar. Odysseus'un yarasını saran Asklepios'un oğlu becerikli doktor Makhaon daha sonra üç başlı bir okla yaralandı. Nestor Makhaon'u arabasına alarak tehlikeli bölgeden uzaklaştırdı, arabası ile yunan kampına girdi ve hızla Akhilleus'un çadırın yanından geçti. Akhilleus bu arada kendi gemisinden savaşı izlemekteydi. Nestor'un bir yaralı getirdiğini görünce Patroklos'u çağırdı ve yaralının kimliğini öğrenmesini istedi. Nestor Patroklos'a Akhilleus'un savaştan uzak durması ile başlarına gelenlerden birisi olarak Makhaon'un yaralanmasından bahsedince Patrokos'un canı sıkıldı. Bu arada yunanlıların son savunma çizgisine gelen Truvalı'lar artık neredeyse kampa girmek üzereydiler. Hektor'un liderliğinde ordu sonunda bu hattı da yararak kampa girdi. Menelaos, Agamemnon, Odysseus, Diomedes ve diğerleri gemilerine kaçtılar. Nestor'un kışkırtmasıyla kaçmayı düşünen Agamemnon ve diğer komutanlar savaşmak için kampa geri döndüler.

Apollon yardıma geliyor

Yenilmiş yunanlıların cesareti komutanlarının kendilerine yardıma gelmesiyle yeniden canlandı ve Truva'lılara karşı hücuma geçtiler. Truvalı'lar bu karşı saldırıdan dolayı şaşırdılar ve biraz geri çekildiler. Bu sırada Aias'ın fırlattığı büyük bir taş Hektor'a isabet etti. Hektor yere yıkılınca birkaç savaşçı onu bir arabaya koyarak oradan uzaklaştırdı. Hektor yarası yüzünden cesaretini kaybetti ve korkuya kapıldı. Apollon buna seyirci kalamadı ve cesaret vermek için Olympos'tan aşağı indi ve Hektor'la konuştu. Hektor kendine geldi ve koşarak askerlerinin bulunduğu yere ulaştı. Yunanlılar onu tekrar karşılarında çok kızgın bir halde görünce şaşırdılar ve kaçmaktan başka birşey düşünmediler. Apollon bu arada tanrısal gücüyle yunan kampının önünde bulunan hendeklerin etrafındaki engelleri ve parmaklıkları kaldırıverdi. Yunanlıların kamplarını korumak için büyük emeklerle yaptıkları kalın duvarları yıktı ve onları sürükleyerek gemilerinin önüne kadar götürdü.
Sarpedon'un ölümü

Sarpedon, Truva ordusunda değerli bir komutandı. Zeus ile Europe'nin oğlu olan Lyklialı kahraman Sarpedon, Anadolu'lu olduğundan Truva'ya destek için savaşa katılmıştı. Sarpedon, Patroklos'la çarpıştı ve bu tanrılar katında büyük tartışmalara neden oldu. Sonunda Zeus, oğlu Sarpedon'u feda etmek zorunda kaldı. Sarpedon'un ölüsünün başında çok şiddetli çarpışmalar oldu. Zeus, üzüntüsünden gökten yağmur gibi kan yağdırdı. Zeus'un emri ile Apollon o kargaşada Sarpedon'un ölüsünü aldı ve Hypnos ve Thanatos ile birlikte yurduna Lykia'ya götürdü, orada yıkadı ambrosia ile kokuladı.
Patroklos Akhilleus'un zırhını kuşanıyor

Truvalı'lar tekrar kampa girdiler. Bu sırada Patroklos Eurypylos'un yarasını sarıyordu. Truvalı'ların kampı işgal ettiğini görünce şaşırdı. Kalkıp Akhilleus'un çadırına doğru koşmaya başladı. Yunanlılar bu sırada gemileri korumak için bir hat oluşturmuşlardı ve canla başla bu son hattı korumaya çalışıyorlardı. Aias, safların ortasına kadar gelen Hektor'u görünce büyük ve ağır topuzuyla o tarafa ilerlemeye başladı. Gemileri yakmaya çalışan Truva askerlerini birer birer öldürüyordu. Patroklos, Akhilleus'a ulaşıp durumu anlattı ve onu kararından vazgeçirmeye nafile uğraştı. Akhilleus savaşa katılmak yerine, zırhını, silahlarını ve ölümsüz atı Xanthos'u Patroklos'a vermeyi uygun buldu. Myrmidon'ların başına geçen Patroklos, Akhilleus'un zırhını kuşanmış halde, elinde onun silahlarıyla, onun ölümsüz atına binmiş halde hücuma geçti. Patroklos'u Akhilleus sanan Truvalı'lar tam sonuca ulaşacakken paniğe kapılıp gerisin geriye kaleye doğru kaçmaya başladılar. Hektor bile atlarını Truva'nın Skaia kapılarında zor durdurabildi. Orduları tekrar düzenleyerek peşlerinden gelen yunanlılara karşı atak düzenlemeyi çabucak organize etti. Patroklos, Akhilleus'un zırhı üzerinde olduğu halde, tıpkı Akhilleus gibi çarpışarak tam 3 defa bu karşı müdahaleyi bastırmak için çabaladı. Dördüncü saldırıda, Euphorbos isminde Truva'lı bir savaşçı uzaktan mızrak atarak Patroklos'u sırtından yaraladı. Yaralı Patroklos'u Akhilleus zanneden Hektor, onun yaralı olarak geri çekildiğini görünce ileri doğru atıldı ve Patroklos'un karnına mızrağını saplayıverdi. Patroklos attan düşerek orada öldü. Akhilleus'un atı da kaçarak uzaklaştı. Durumu gören Menelaos, Akhilleus'un zırhını ve silahlarını geri almak için çok uğraştı ama başaramadı. Truva'lılar aç kurtlar gibi Akhilleus zannettikleri Patroklos'un cesetinin başına üşüştüler. Menelaos çaresiz kalınca Aias'a seslendi. Aias, Menelaos'u da yanına alarak büyük bir güçle silahları ve Patroklos'un ölüsünü geri alabilmek üzere saldırdılar. Hektor, öldürdüğünün Akhilleus değil de Patroklos olduğunu görünce şaşırdı ve sonra Akhilleus'un silahlarını güvendiği adamlarına vererek bunların hızla Truva surlarının içine götürülmesini emretti. Hektor ise silahsız ölü için fazla uğraşmadı ve silahları kaleye geri götüren adamlarının arkasından arabasını sürerek oradan uzaklaştı. Patroklos'un ölüsünü elinde imkan varken almayıp orada bırakmasının bir hata olduğunu sonradan anladı ama çok geçti. Hektor, Truva surlarının içine girince Akhilleus'un efsanevi zırhını kuşandı. Thetis'in Hephaistos'a oğlu için yaptırdığı parlak ışıklar saçan miğferi başına geçirince "Bu silahları Patroklos'un ölüsünü bana getirecek yiğitle paylaşacağım" dedi. Askerler bunu duyar duymaz bütün ovayı toza bulayarak hücuma kalktılar. Yunanlılar Patroklos'un ölüsünü kaptırmamak için büyük gayret gösteriyorlardı. Patroklos'un ölüsü için çok büyük savaş oldu ve çok kişi öldü. Aias ise sonun yaklaştığını hissederek Menelaos'a seslendi ve Akhilleus'a Patroklos'un öldürüldüğü haberinin verilmesini istedi. Nestor'un oğlu Antilokos bu haberi vermek için istemeye istemeye Myrmidon'ların çadırına doğru koştu.

Akhilleus Patroklos'un ölüm haberini alıyor

Akhilleus yunanlıların dağınık bir şekilde geri çekilmelerini kayıtsız bir şekilde izliyordu. Antilokos gözyaşları içinde ona gelerek "Patroklos öldü, senin zırhını Hektor kuşandı, silahlarını da aldı" deyince Akhilleus hem Patroklos'un ölümüne hem de silahlarını ve zırhını yitirmesine çok kızdı. Myrmidon'ların şefi büyük üzüntü ve kızgınlığı bir arada yaşıyordu. Thetis onun hıçkırıklarını duyup geldi ve onu teselli etmek istedi. Akhilleus, Hektor'u mutlaka öldürmek zorunda olduğunu söyleyince annesi de yazgısını tekrar hatırlattı oğluna "Hektor'u öldürdükten kısa bir süre sonra sen öleceksin Truva surları önünde" dedi. Thetis oğlunun fikrini değiştirmeyeceğini anlayınca ona bari bir gün beklemesini, yarına kadar Hephaistos'a yeni silahlar yaptıracağını söyleyip Olympos'a gitti uçarak. Akhilleus annesini beklemeye başladı. Bu arada savaş meydanında Patroklos'un ölüsünü bırakarak kaçan atı Xanthos geri geldi. Akhilleus üzüntüsünden atına kötü sözler söyleyerek onu azarladı. Hera ata geçici olarak konuşma yeteneği verdi. At Akhilleus'a Patroklos'un ölümüne tanrıların sebep olduğunu, Akhilleus'un da Hektor'un ölümünden sonra öleceğine yine tanrıların sebep olacağını söyledi.
Thetis Hephaistos'a yeni silahlar yaptırıyor

Thetis, demircilerin tanrısı, Zeus'un oğlu efsanevi ve becerikli Hephaistos'a Patroklos'un öldüğünü ve Akhilleus'un yeni zırh ve silahlara acil olarak ihtiyacı olduğunu söyledi. Hephaistos, bir zamanlar kendisini bakıp büyüten Thetis'in isteğini kıramazdı. Hera, topal ve çirkin olduğu için Hephaistos daha bebekken Olympos'tan aşağı Lemnos adasına atmıştı. Su perisi Thetis ile Eurynome, bebeği kurtarıp büyütmüşlerdi. Hephaistos, elindeki işleri bırakarak demirhanesindeki yirmi ocağı birden canlandırdı ve maharetli elleriyle o gece sabaha kadar çalışarak annesi saydığı Thetis için yeni bir gümüş kakmalı bir kalkan, bir zırh, miğfer ve dizlikler yaptı. Bu sırada yunanlılar Patroklos'un cesedini savunmak pahasına canla başla savaşıyorlar ve Truvalı'ları geri püskürtüyorlardı. Akhilleus ise silahsız olduğundan bir hendeğin kenarından Truvalı'lara doğru 3 defa bağırdı. Truvalı'lar bu bağırmanın üçünü de duyup korktular ve paniğe kapılarak geri çekildiler ve sonunda Patroklos'un cesedini almaktan vazgeçtiler. Akhilleus, o akşam Patroklos'un tanınmayacak hale gelmiş ölüsünü yıkadı, güzel kokularla ovdu ve beyaz kefene sardı. Patroklos'un cesedini büyük odun yığınının üzerine koydu. Ateşle odunları yakmak için uğraştığında ise alevlerin cansız yandığını görüp canı sıkıldı. Akhilleus bunun üzerine kuzey rüzgarı Boreas ve batı rüzgarı Zephyros'a dua ederek alevin canlanmasını istedi. İris, Akhilleus'un ricasını rüzgar tanrılarına iletti. Rüzgar tanrıları o sırada Zephyros'un evinde bir şölendeydiler. İris, aksi ve geçimsiz kuzey rüzgarı Boreas'a sokulup durumu anlatınca Boreas, oğullarından at şeklinde ikisine sahip olan Akhilleus'un ricasını kırmak istemedi. Rüzgarlar Hellespontos'a doğru hızla yola çıktılar, gelip ateşi canlandırdılar ve Patroklos'un cesedininin canlı ve büyük alevlerle yanmasını sağlayıp cesedi kül ettiler. Akhilleus, Patroklos'un küllerini bir kaba koydu ve sakladı. Sabah olunca Thetis yeni silahlarla geldi ve oğlunu Patroklos için yas tutarken buldu. "Hiçbir ölümlü böyle silahlar kullanmamış, böyle bir zırh giymemiştir" deyince Akhilleus silahlara baktı. İntikam duygularıyla Agamemnon ve ileri gelenleri toplantıya çağırdı. Agamemnon daha önce vaadettiği hediyeleri ona verdi. Askerler güzel bir yemek yediler ve biraz dinlendiler. Sonra da toplu olarak naralar atarak Truva'ya doğru yürüyüşe geçtiler.

Akhilleus savaşa katılıyor Truvalı'lar savaş tanrısı Ares'e benzeyen Akhilleus'u, zeytin yağıyla yeleleri parlatılmış atlarının çektiği savaş arabasının üzerinde (efsanevi ve ölümsüz olan Xanthos ve Balios isimli bu atlar Zephyros'un oğullarıydı) kendine güvenen bir eda ile en önde gördüler ve korkmaya başladılar. Truva'lı Aineias sivri uçlu kargısını çok uzaktan Akhilleus'a büyük bir hızla savurdu. Kargı Akhilleus'un parlak kalkanına çarpınca müthiş bir ses çıktı ama yedi kat tunçtan yapılma kalkan delinmedi. Akhilleus'un elinde ünlü bir mızrak vardı o anda. Bu mızrağı bir zamanlar Kheiron Tesalya'da Pelion dağından kestiği dişbudak ağacından yapmıştı. Akhilleus bu mızrağı Aineias'a öfkeyle savurdu. Mızrak Aineias'ın kalkanını deldi ve kenar süslerini parçaladı. Aineias eğildiği için mızrak ıslık çalarak sırtını çizdi ve gitti toprağa saplandı. Akhilleus kılıcını çekerek Aineias'a saldırdı fakat Poseidon gelerek Aineias'ı görünmez yaptı ve böylece Aineias ölümden kurtuldu. Akhilleus öfkeyle Priamos'un oğullarından Polydoros'a saldırdı ve kılıcını karnına sapladı. Sonra da mızrağını saplandığı yerden geri aldı.
Akhilleus Irmak Tanrıyı kızdırıyor

Hektor, Akhilleus'a doğru ilerledi ve ona bağırdı. Akhilleus üç defa mızrağı ile Hektor'a saldırdı ve hamleleri Apollon'un Hektor'u koruması yüzünden boşa gitti. Duruma çok kızan Akhilleus, Hektor'un bir tanrı tarafından korunmasına sinir oldu ve dikkatini başkalarına yöneltti. Önüne çıkan her Truva'lıyı öldürerek ve öldürdüklerini Skamandros (aynı zamanda Truvalı genç kızların gerdek gecesi öncesi yıkandıkları nehir, bugünkü Küçük Menderes, ya da Kızılsu) nehrine ata ata ilerdi. Nehir kandan kıpkırmızı oldu. Akhilleus o kadar çok Truvalı öldürdü ki ölüler üstüste gelerek nehrin akışını engelledi. Akhilleus artık kollarının yorulduğunu hissetti. Nehrin tanrısı Xanthos bu duruma daha fazla seyirci kalamadı, kükreyerek Akhilleus'u yaptıkları için azarladı ve seller oluşturarak onu ovada kovaladı. Hera'nın Akhilleus'u koruma isteği sonucu sevgili oğlu Hephaistos'u oraya gönderdi. Hephaistos, nehre alevler gönderdi ve nehrin o kolunu buharlaştırarak yoketti. Akhilleus'un öfkesi ve yarattığı yıkım Olympos tanrılarını çok kızdırdı ve yunanlılardan desteklerini çekmeye karar verdiler. Bu arada Truvalı'lar önde Akhilleus arkada koşarak surlara doğru geliyorlardı. Askerlerinin geri çekildiğini gören Priamos kapıların açılmasını, Akhilleus girmeden kapıların kapanmasını, içeriye alınabilecek kadar geri çekilen askerin bu şekilde alınmasını emir verdi.

Apollon Akhilleus'u oyalıyor

Akhilleus, babasının mızrağı elinde, önünde kaçan Truvalı'ları kovalıyordu. Apollon, Truvalı kahramanlardan Agenor'u teşvik etti ve onun Akhilleus'a bir mızrak atmasını sağladı. Apollon'u desteğini alarak Agenor müthiş bir hızla mızrağını Akhilleus'a savurdu ama mızrak Athena'nın uzaktan mızrağın yönünü etkilemesi yüzünden Akhilleus'a gelmedi. Akhilleus, Agenor'a saldırınca Apollon onu korumak için etrafı sise boğdu ve onu güvenli bir yere götürüp bıraktı sonra kendisi Agenor kılığında Akhilleus'un önünde aksi bir istikamete doğru koşarak kaleden uzaklaşmaya başladı. Akhilleus, Agenor kılığındaki Apollon'u boş yere yakalamaya çalışmakla zaman kaybetti. Apollon'un Truvalı'lara kazandırdığı zamanı Truvalı'lar iyi kullandılar ve herkes surların gerisine çekilebildi. Yalnızca Hektor dışarıda kaldı. İçeri kaçmayı içine sindiremiyor ve Skaia kapısı önünde bekliyordu. Priamos surlardaki kulelerin birisinden Hektor'a içeri girip sığınmasını istedi. Hektor, beyaz saçlı annesi Hekabe'nin seslenişine de aldırmadı. Akhilleus ise kovaladığı Agenor'u yakalayamamanın verdiği kızgınlıkla burnundan soluyarak geri geldi. Neden yakalayamadığını birtürlü anlayamamıştı. Çünkü, ondan hızlı koşan birini şimdiye kadar hiç görmemişti. Priamos, Akhilleus'un uzaktan parlak zırhını görünce oğluna tekrar yalvardı ama Hektor inat etti ve içeriye girmek istemedi.
Hektor'un ölümü

Akhilleus yaklaştıkça, Hektor onun iriliğini, elindeki mızrağı, parlak kalkanı ve zırhına baktı. Onu yenemeyeceğini anlayıp gerisin geriye kaçmaya başladı. Çok hızlı koşmakla ünlü Akhilleus, Agenor kılığındaki Apollon'a yetişememişti ama Prens Hektor'u yakalamaya niyetliydi. Kapılar kapalıydı ve Hektor'un içeriye girmesi mümkün değildi. Hektor önde Akhilleus arkada tam üç defa koşarak surların etrafında döndüler. Zeus Hektor'u kurtarmak istiyor, Athena ise Hektor'un ölmesini istiyordu. Akhilleus, Hektor'u surlara yaklaştırmıyor ve kovalıyordu. Apollon sürekli olarak Hektor'un vücuduna enerji gönderip yorulmamasını sağlıyordu. Akhilleus yanındakilere oklarını asla Hektor'a atmamalarını söylüyor böylece zaferi kendisine saklamayı garantilemeye çalışıyordu. Surların etrafında dolaşarak dördüncü defa Skamandros kıyılarına yaklaştıkları zaman Zeus, altın terazisini çıkarıp ikisinin kaderini tarttı. Sonuç Hektor'un ölümüydü ve çarpışmanın kaderi tanrıların tanrısı Zeus'un kızı Athena'nın isteği doğrultusunda çıkınca Apollon, Hektor'a sürekli olarak yaptığı desteği istemeye istemeye çekiverdi. Bunu gören Athena hemen gidip Akhilleus'a müjdeyi verdi. Athena, Hektor'u ölüme sürüklemek için Hektor'un kardeşi Deiphobos'un kılığına girdi ve Hektor'a "koşmaktan vazgeç, ikimiz Akhilleus'u öldürebiliriz" dedi. Athena daha sonra Akhilleus'a saldırıyor gibi yapıp geri çekildi. Prens Hektor, kardeşinin desteğini aldığını sanarak Akhilleus'tan kaçmaktan vazgeçti. Akhilleus mızrağını Hektor'a doğru attı. Hektor mızrağın geliş yönünü sezip eğilince Akhilleus ıskalamış oldu. Athena görünmez olarak mızrağı alıp tekrar Akhilleus'a verdi. Hektor, mızrağını Akhilleus'a attı. Mızrak tam Akhilleus'un kalkanın ortasına çarptı ama delemedi. Hektor, yeni bir mızrak istemek için kardeşi Deiphobos'a seslendi ama onu göremedi. Olympos tanrılarının onun ölümünü istediklerini o an anladı ve kahraman gibi çarpışarak ölmek için son bir gayretle Akhilleus'a saldırdı. Akhilleus mızrağını Hektor'un boğazına saplamak için fazla zaman geçmeden fırsat buldu. Ama Hektor, gırtlağı hasar görmediğinden (Apollon'un da yardımıyla) konuşabildi. Akhilleus'a "beni öldürdükten sonra sen de öleceksin yakında. Apollon'un yardımıyla Paris seni öldürecek" dedi. Hektor'un söyledikleri Akhilleus'u daha da kızdırdı. Akhilleus can veren Hektor'un önce silahlarını ve zırhını soydu, sonra Hektor'un iki ayağını topuk bilekleri hizasından delip savaş arabasının arkasına bağlayıp surların önünde dolaştırarak Truva'lılara göz dağı verdi. Sonra da sonra cesetle çadırına döndü.

Patroklos ve Hektor için cenaze törenleri

Akhilleus, Agamemnon'a ertesi sabah Patroklos için cenaze töreni olacağını söyleyerek çadırına çekildi. Yunanlı askerlerden oluşan çok kalabalık insan kafilesi İda dağına giderek ağaç kesti, gerekli odun hazır olunca Akhilleus'a haber verildi. Patroklos'un cesedi kokulu yağlarla ovuldu, sonra yakıldı ve külleri zarif bir tabuta yerleştirildi. Hektor'un cesedi 12 gün boyunca dışarıda yüzükoyun durumda köpeklere yem olsun diye kaldı. Tanrılar bu hakarete engel oluyorlar ve köpekler cesete yaklaşmıyorlardı. Ceset pis bile kokmuyordu çünkü Aphodite onun yaralı, ezik gövdesini gül yağıyla ovmuştu. Ayrıca Apollon ceset çürümesin diye bulutlardan kat kat perdeler çekip güneş ışınlarına engel oldu. Priamos ise ilk oğlu Hektor'u kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyordu.


Priamos Akhilleus'u ziyaret ederek Hektor'un ölüsünü istiyor

Zeus günlerce durmadan ağlayan ve dua eden Priamos'a acıdı ve İris'i yanına çağırdı. İris Priamos'a "armağanlar hazırla ve korkmadan gidip şu Akhilleus'tan oğlunun cesedini iste" dedi. Priamos İdaeos'la beraber arabaya bindi ve yola çıktı. Hermes, yunan kampı girişindeki nöbetçileri uyuttu. Böylece Priamos sorunsuz bir şekilde Akhilleus'un çadırının önüne gelebildi. Akhilleus, istemese de bu yaşlı ve cesur krala Hektor'un cesedini verdi. Hatta vermezden önce cesedi yıkattırdı ve uygun şekilde hazırlattırdı. Akhilleus ise kendisine karşı çıkan öfkeli Akha'lı savaşçıları Priamos'un getirdiği zengin hediyelerle ikna etti. Akhilleus, Priamos'la o gece yemek yedi ve Priamos isteklerini Akhilleus'a söyledi. 12 gün savaş olmayacaktı ve 9 gün yas tutulup odun kesilecek, onuncu günün sabahı cenaze töreni yapılacak, onbirinci gün mezar hazırlanacak, onikinci gün gömülecekti. Akhilleus şartları kabul edip Priamos'a çadırında uyumasını söyleyip Briseis'in yanına gitti. Priamos ise fazla kalmak istemedi ve Hermes'in tavsiyesiyle kalkıp sessizce Hektor'un ölüsüyle birlikte kamptan ayrıldı. 12 gün boyunca savaş olmadı, büyük tören tamamlanıp Hektor gömüldü. Akhilleus'un Agamemnon'a danışmadan kendibaşına bir karar alarak 12 gün boyunca barış ilan etmesi Agamemnon'u çileden çıkardı. Ama hiçbirşey yapamadı. Orduların komutanı Agamemnon'du ama askerlerin ölümüne destekledikleri kişi ise Akhilleus'tu.
Akhilleus Polksene'ye aşık oluyor

Troilos, Priamos'un 50 oğlundan birisiydi. Troilos, kızkardeşi ve birkaç kişi ile birlikte bir çeşmenin başındaydılar. Akhilleus oradan geçerken bunları görünce saldırdı ve kaçmaya çalışan Troilos'u öldürdü. Bu arada çeşmeden su doldurmakta olan Troilos'un kızkardeşi Polyksene ise kaçarak kurtulmayı başardı. Akhilleus kaçan kızın bembeyaz teni ve güzelliğinden etkilendi. Arkasından yetişmeye çalıştı ise de başarısız oldu. Kızın güzelliği kampa dönen Akhilleus'un aklından uzun süre çıkmadı.
Amazonlar yardıma geliyor


Uzun süren süren Truva savaşının ilk yıllarında Akha ordusunun ilk başlarda Truva surlarını geçemeyince Agamemnon'un yağma vaadi yüzünden dikkatlerini civar şehirlere kaydırmışlardı. Anadolu'nun içlerine kadar ilerlemişler ve pekçok şehri harap etmişlerdi. Anadolu'daki kavimler bundan rahatsız olmuşlar ve hem Truva'lılara destek olmak için hem de kendi şehirlerini olası bir yağmadan korumak için çarpışmaya girmeye karar vermişlerdi. Tanrıların Olympos'tan ilgiyle izlediği ve yer yer karıştığı bu savaş adeta bir Yunan Anadolu savaşı haline gelmişti. Akhilleus'un kahraman Hektor'u öldürüp arabasının arkasında sürüklemesi hem tanrıları hem de insanları üzmüştü. Truva'dan çok uzakta, Karadeniz'in güney kıyılarında, bugünkü Çarşamba ile Ünye arasında, Terme çayı kıyılarında yaşayan ve sadece kadınlardan oluşan bir toplum olan Amazonlar vahşilikleri ve acımasızlıkları ile ünlü savaşçı bir topluluktu. Amazonlar, Truva savunmasına yardımcı olmak için kraliçeleri Penthesileia komutasında oldukça kalabalık bir kuvvetle Truva saflarında yerlerini almışlardı. Penthesileia neredeyse Truvalıların başkomutanı gibi davranıyor ve Truva ordusuna büyük cesaret veriyordu. Amazonların katılmasıyla yeniden canlandırdıkları Truva önlerindeki çarpışmalar çok kanlı geçti. Sonunda bu kana doymak bilmeyen kadınların saldırılarıyla yunanlılar büyük kayıp verip geri çekildiler. Yunanlıların bozguna uğradıkları yer ise Patroklos'un gömüldüğü yere yakın bir alandı. Akhilleus ile Aiaks, Patroklos'un küllerinin gömüldüğü yerde korkunç savaş sesleri duyunca bakıp gördükleri onları şaşırttı. Truva askerleri yunan ordu kampını işgal etmişler ve gemilerini yakmaya çalışıyorlardı. Akhilleus ve Aiaks hemen koşarak savunmaya yardıma geldiler. Yunan askerleri bu ikisinin kendilerine destek vermeye geldiğini görünce cesaretlenip kendilerini kaybettiler yardıma koşarak bütün güçleriyle Truva ordusunu geri püskürtmeye başladılar. Kraliçe Penthesileia ise tek başına bu ikisinin karşısına çıktı ve onlara meydan okudu. Penthesileia, mızrağını Akhilleus'a büyük bir hızla fırlattı ve mızrak kalkanına sert bir kayaya çarpar gibi çarptı, yere düştü. Aiaks, mızrağını Penthesileia'ya fırlattığında ise mızrak onun bacağındaki zırha geldi, böylece yaralanmadı. Bu sefer Akhilleus mızrağını büyük bir ustalıkla Penthesileia'ya fırlattı, mızrak dümdüz gidip kraliçenin sağ göğsüne isabet etti, zırhını delip onu ağır yaraladı. Penthesileia'nın elindeki iki ağızlı baltası düştü, kendisi de atından yere devrildi. Akhilleus, Penthesileia'nın düştüğünü görünce koşarak yanına geldi ve kılıcıyla atını öldürdü. Akhilleus daha sonra kraliçenin silahlarını almak istedi. Miğferini çıkarınca can çekişen Penthesileia'nın güzelliğinden çok etkilendi. Onu kurtarmak için elinden geleni yaptıysa da başarılı olamadı. Daha sonra da onu öldürdüğüne pişman oldu. Onun ölü kraliçeye gösterdiği bu hayranlık, sevilmeyen birisi olan Thersites'i kızdırdı ve Akhilleus'a aşağılayıcı laflar söyledi. Akhilleus bir yumrukta bu adamı öldürdü. Penthesileia'nın zırhını, silahlarını ve ölüsünü temizletip Priamos'a gönderdi. Truvalı'lar onun ölüsünü surların dibinde yaktılar, kemiklerini Amazon ülkesine geri götürdüler. Penthesileia'nın ölüsünü Truva'lılara vermesi ile Akhilleus, büyük hekim ve öğretmen Kheiron'dan aldığı eğitimin hakkını da vermiş oldu. Kheiron ona sadece iyi savaşmasını değil, güzel ahlakı da öğretmişti.


Akhilleus'un Memnon'u öldürmesi

Akhilleus'un öldürdüklerinin içinde bir tanesi Truva'lıların savunmasını derinden etkiledi. Habeşistan kralı Memnon, Hektor öldükten sonra destek için büyük ordusuyla Truva'ya yardıma gelmişti. Tanrıça Eos'un oğlu Memnon'un sırtında aynen Akhilleus'un sırtındakilerden Hephaistos'un yaptığı parlak ve süslü zırhlar ve elinde yine Hephaistos'un yaptığı güçlü silahlar vardı. İlk olarak Aiaks ile karşılaştı, birbirlerine üstünlük gösteremediler. Sonra Nestor ile savaştı, Nestor'un oğlu Antilokhos babasını savunurken Memnon Nestor'un oğlunu öldürdü. Patroklos öldükten sonra Akhilleus'un en iyi arkadaşı Antiloklos olduğundan, Akhilleus araya girerek hem Antiloklos'un öcünü almaya hem de ölüsünü geri almaya çalıştı. Thetis ise, sevgili oğlunun Memnon'u öldürdükten sonra kendisinin de ölme sırası geldiğini bildiğinden Akhilleus'u, kral Memnon ile savaşmaması gerektiğini Akhilleus'a söyledi, yalvardı. Akhilleus ise sinirinden annesini dinlemedi. Alacağı öc ile yanıp tutuşmaktaydı. Thetis, Memnon'un annesi tanrıça Eos ile birlikte Zeus'a başvururdular ve Thetis kendi oğlu Akhilleus, Eos kendi oğlu Memnon için Zeus'a yalvardılar. Zeus, Hektor ile Akhilleus için yaptığı gibi işi altın kader terazisine vurdu. Sonuçta Memnon'un ölmesi çıktı. Böylece oğlu Memnon, Akhilleus'un elinden can verdi. Akhilleus büyük bir güçle savaşan Memnon'un karnına kılıcını sokuverdi. Komutanlarının öldüğünü gören Habeş ordusu çil yavrusu gibi dağıldı ve bir daha bir araya gelemediler. Eos, ölüsünü savaş meydanından aldı ve yolda sürekli ağlayarak güney topraklarına götürdü. Nestor'un genç yaşta ölen oğlu Antilokhos için Akhilleus çok üzgündü. Tanrıça Eos, Zeus'a artık Akhilleus'un ölme zamanının ne zaman geleceğini sordu. Zeus kader terazisine bir kez daha baktı ve kendisinin değiştirmek istemediği o beklenen yazgıyı gördü.

Akhilleus'un ölümü

Akhilleus ertesi gün büyük bir güçle Truva'ya saldırıya geçti. Ksanthos (Esen Çayı) ve Smois (Orta Geçit Deresi) çayları ölülerle doldu, suları kıpkırmızı kesildi. O gün Akhilleus Truva kapılarına kadar gelebildi ve büyük atılım göstererek neredeyse içeri girebilecek kadar başarı gösterdi. Truva ordusunun batı kapısından içeri kaçmaya başladığı sırada Paris yüksek surlardan, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çılgınca savaşan Akhilleus'u gördü. Apollon'un verdiği destekle Paris yayını tüm gücüyle gerdi ve dikkatle nişan aldı. Paris'in attığı bu zehirli okun yönünü havadayken Apollon yönetti. Apollon sayesinde ok hiç sağa sola gitmeden dümdüz gitti ve keskin bir ıslık çalarak Akhilleus'un tam topuğuna saplandı. Tek silah işleyen yeri olan topuğundan vurulan Akhilleus, hiç beklemediği bir anda yaralanmasına ilk önce çok şiddetli tepki gösterdi. Büyük bir hiddetle topuğundaki oku çekerek çıkardı. Yarasından kan akmaya başladı. Yaralı olduğu halde, topallayarak, kılıcıyla önüne geleni biçerek savaştı. Durumu gören Truva'lı savaşçılar irkilerek geri çekildiler. Akhilleus, yaralanmanın verdiği kızgınlıkla önüne çıkan herşeyi kesip biçiyor, Truva'lılar onun korkunç halinden ve yarattığı olağanüstü kıyımın vahşetinden korkarak kaçıyorlardı. Akhilleus, sonunda kan kaybından yoruldu ve yere yıkıldı. Ölmeden önce annesi Thetis'e mırıldandı. Truva'nın şimdiye kadar gördüğü, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük savaşçısı şimdi yerdeydi. Aklına annesinin ona defalarca, yalvarırcasına söylediği yazgısı geldi. Gözlerinin önünde annesinin hayali vardı. Yanına kimse yaklaşamadan can verdi. Cesedine uzun süre korkudan Truva'lılar yaklaşamadılar. Halbuki ölüsünün başında hiçbir Yunanlı yoktu. Surların arkasına saklanan Truva'lılar sonunda Akhilleus'un Hektor'a yaptığı gibi yapmak için Akhilleus'un cesedini ele geçirmeye karar verdiler. Korkularını yenmelerine en büyük sebeplerden ikincisi ise Akhilleus'un silahları olup onun kılıç kesmez kargı işlemez dillere düşmüş zırhlarını ve silahlarını paylaşmak da vardı. Yunanlılar Akhilleus'un öldüğüne önce inanamadılar. Sonra gözleriyle görmek için hep birlikte Akhilleus'un öldüğü yere üşüştüler. Kalabalık olarak geldiler ve ölüsünü vermemek için çok direndiler. Sonunda başarılı oldular. Bu başarıda en büyük etkili isim Aiaks oldu. Uzaklardan gelip yetişerek tek başına Akhilleus'un cesedini uzun mızrağı ile korudu. Odysseus bile karnından yaralı olduğu halde bu kanlı çekişmeye katıldı. Aynı gün, kardeşi Hektor'un öcünü alarak Akhilleus'u öldürdüğü için büyük sevinçle surlardan durumu izleyen Paris, cesaretlenerek aşağı inip dışarıya çıktı. Odysseus'u mızrağı ile vurup öldürerek ikinci bir zafer elde etmek istedi. Aiaks büyük bir taş atarak elinde mızrakla yaklaşmaya çalışan o anda Apollon'un onu korumadığı bir anda Paris'i kafasından vurdu. Başındaki miğfer onu ölümden korumuştu ama yere düşüp kendinden geçti. Truva askerleri Paris'i alıp götürürlerken Aiaks ve Odysseus kargaşadan faydalanıp Akhilleus'un ölüsünü oradan aldılar. Briseis, Akhilleus için çok gözyaşı döktü, tam onyedi gün yas tutuldu. Sonra ölüsü yakıldı ve külleri Patroklos'un küllerinin bulunduğu kaba kondu. Bu külleri, boğazdan geçecek gemileri görecek yüksek bir höyüğe gömdüler. Bazı mitologlara göre ise Thetis, Zeus'tan izin alarak oğlunu Tuna Nehri'nin karşısındaki Beyaz Ada'ya götürdü ve onu orada diriltti. Zeus, Akhilleus'un bu adadan asla ayrılmama şartını koyduğundan Akhilleus annesini üzmemek için buradan hiç ayrılmadı ve Zeus'a itaat etti. Yine bazı mitologlara göre Akhilleus, Zeus'un adadan hiç ayrılmama yasağını ise bir şartla kabul etti ve Sparta'da kocası Menelaos ile birlikte mutlu bir hayat sürmekte olan Helena'yı istedi. Annesi araya girince Zeus, Sparta'dan Helena'yı kaçırarak Akhilleus'a verdi ve onunla evlendirdi. Büyük İskender kendisine örnek olarak Akhilleus'u almıştır.

Akhilleus'un silahları için çıkan tartışma ve Aiaks'ın çılgınlığı

Akha komutanları arasında Thetis'in Hephaistos'a ikinci defa yaptırdığı zırh ve silahların kime kalacağı üzerine bir tartışma çıktı. Akhilleus'un annesi Thetis'e sorulduğunda ise Akhilleus'tan sonraki en yiğit kim ise o alsın dedi. O adam Telamon'un oğlu büyük Aiaks'tı. Ayrıca civardaki Truva'lı kadınlar ülkelerine en büyük zararı Odysseus'un verdiklerini de söyleyince silahlar o birliğiyle Odysseus'a verildi. Agamemnon ile Menelaos ise sonradan ne yapıp edip bu efsanevi silahları Aias'tan alıp Odysseus'a verdiler. Aias bunun üzerine bunalım geçirerek elinde kılıcıyla Akha ordusunu yok edeceğim diye bir sığır sürüsüne saldırdı ve hayvanların hepsini öldürdü (Tanrıça Athena Aiaks'ı bu şekilde yanıltır). Aias kendine geldiğinde rezil olduğunu hissetti ve gülünç durumuna kızdı. Kılıcının üzerine atlayarak kendini öldürdü.

Philoktetes'in getirilmesi

Kalkhas'ın tavsiyesine uyarak Philoktetes'in getirilmesine karar verildi. Çünkü, Herakles ölürken oklarını Philoktetes'e bırakmıştı. Herakles vaktiyle bu okları kullanarak Telephos ile birlikte yıllar önce, Priamos daha çocukken, Truva surlarını aşıp şehri bir günde ele geçirmişlerdi. Truva'nın düşmesi için aynı oklar neden bir kez daha kullanılmasındı? Bu iş için Agamemnon tarafından, yarası iyileşen Odysseus ile Akhilleus'un oğlu Neoptolemos seçildi. Bu ikisi yıllardır terkedildiği Lemnos adasında bir mağarada yaşam savaşı veren Philoktetes'i buldular. Yarasından gelen iğrenç kokuya rağmen onunla konuştular. Philoktetes hasta olduğundan ara sıra nöbet geçirip bayılıyordu. Yine böyle bir nöbetin yaklaştığını hissedip okları ve yayı kendisine gelince geri almak üzere güvenip Akhilleus'un daha çocuk yaştaki oğluna emanet etti. Odysseus ise Philoktetes baygınken okları ve yayı ele geçirmişken derhal kaçmaları gerektiğini Neoptolemos'a söylediyse de, delikanlının insanlık duygusu ağır bastı ve Odysseus'a karşı çıktı. Philoktetes kendine gelince Neoptolemos yayı ve okları geri verdi. Bu arada Herakles Philoktetes'e görünüp onunla konuştu. Böylece Philoktetes kendisinde onlarla birlikte Truva'ya gidecek gücü bulabildi. İkisi Philoktetes'i alıp Truva önlerindeki yunan kampına getirdiler. Podaleirios (bazı kaynaklara göre Pylios) ismindeki ünlü bir hekim onu Kheiron'dan aldığı şifalı bir otla iyileştirdi. Agamemnon Philoktetes'in gönlünü almak için ona türlü hediyeler verdi ve güzel bir yemek tertipledi. Ertesi gün Philoktetes savaşa katıldı ve oklarıyla etrafa ölüm yağdırdı.
Paris'in ölümü

Paris, Philoktetes'in Herakles'in oklarıyla gösterdiği başarıyı ve yunan ordusuna kazandırdığı canlanmayı görünce onu okla vurmak istedi. Philoktetes'e gelmedi ok. Philoktetes ise oku kendisine atanın Paris olduğunu görünce öfkeyle yayına yeni bir ok koydu ve Paris'e yöneltti. Herakles'in bir zamanlar Lerne ejderinin kanında zehirlediği okla Paris'i kasığından yaraladı. Truvalı hekimler Paris'i iyileştirmek için her yolu denediler ama nafile. Sonunda Paris öleceğini anlayınca terkettiği karısı Oinone'yi yardıma çağırdı. Oinone önce Paris'e gitmedi, daha sonra pişman olup koşarak yanına vardığında çok geç oldu, onu iyileştirmeye çalıştı ama elinden bir şey gelmedi ve Paris öldü. Bunun üzerine Oinone üzüntüsünden kendini Paris'in cesedini yakan ateşe attı ve külleri birbirine karıştı.


Tahta At fikri

Savaş bir süre daha devam etti ama iki taraf yine birbirine üstünlük sağlayamadı. Yunanlılar bir ara ellerindeki baltalarla kale kapılarını kırıp içeriye girmeye kalkıştılar. Truvalı kahraman Aineias büyük kaya parçalarını kapıları kırmak isteyenlerin üzerine atmaya başlayınca başarısız oldular. Alkimedon isimli bir yiğit uzun bir merdiveni surlara dayadı. Tam en tepeye çıkıp Truva şehrinin binalarını gördüğünde ise Aineias'ın fırlattığı bir taş kafasını ezdi. Yunanlılar pekçok başarısızlık yaşadı ve büyük kayıp verdiler. Gece kamplarına çekildiklerinde durumları ümitsizdi. Kalkhas şefleri bir araya getirdi ve kurnaz bir plan yapmaları gerektiğini, aksi halde daha uzun yıllar burada zaman ve insan kaybedeceklerini söyledi. Odysseus tahta bir at fikrini verdi. Onun planına göre Truva'lılar onların savaştan vazgeçtiğini sanacak şekilde gemilerine binip gideceklerdi. Orduyu Tenodos (Bozcaada) arkasındaki büyük koyda saklayacaklardı. Atın içine en yiğit savaşçıları koyacaklar, atın başına ise gönüllü bir asker bırakacaklardı. Güya bu dev tahta at yunanlılara sorunsuz bir yuvaya dönüşü sağlamak için Athena şerefine yapılmış bir sunaktı. Kalan tek asker ise bir kurban olarak seçilmişti fakat her nasılsa kaçıp kurtulmuştu. At kasten büyük yapılmıştı ki Truva'lılar onu surların içine alamasınlar ve Athena'nın kızgınlığını Truvalı'lara yönelsin. At içeri alınınca birisi surlardan ateşle beklemekte olan orduya işaret gönderecekti. Atın karnından çıkan savaşçılar içeriden kapıyı gelen orduya açacak ve savaş bitecekti. Odysseus'un sözlerini komutanlar ilgiyle dinlediler ve bu iş için Epeos ismindeki ünlü ustaya bu işi verdiler. Yüzlerce yunanlı ertesi gün İda dağlarına çıkarak en uzun boylu çamları bir bir devirmeye başladılar. Epeos bu muazzam atın ilk önce ayaklarını, bacaklarını yaptı. Boynuna yeleler, gözlerine ışık saçan iki kıymetli taş yerleştirdi. Ata güzel bir kuyruk yerleştirmeyi de ihmal etmedi. Atın yapımı bitince gönüllünün kim olacağı merak konusu oldu. Sinon isminde bir asker bu işe gönüllü oldu. Böylece herşey tamamlanmış oldu.
Truva'lıların şaşkınlığı

Akhilleus'un oğlu Neoptolemos, Menelaos, Odysseus, Diomedes, Philoktetes, küçük Aias başta olmak üzere pekçok yiğit atın karnına doldu. Kapının nasıl açılıp kapanacağını bilen hünerli usta Epeos ata en son girdi ve kapıyı içeriden kapadı. Dışarıda kalanlar kapının yerinin hiç belli olmadığını söylediler ve Epeos ustanın hünerini tasdik ettiler. Yunanlılar, karanlık çökünce kamp yerini ateşe verdiler ve daha sonra Agamemnon ve Nestor komutasında yelken açtılar. Tenedos adasının dik yamacının arkasına geçtiler. Yunanlılar o gece yunan kampından alevlerin yükseldiğini görünce savaşın sona erdiğini, ordunun geri döndüğünü sanıp sevindiler. Ertesi sabah surlardan terkedilmiş kamp yerine ilgiyle baktılar. Kapıları açıp sahile koştular ve dev atı görünce şaşkına düştüler. Kimse bu atın ne olduğunu ne işe yaradığını önce anlamadı. Atın bacağının arasına saklanmış Sinon'u buldular ve ona hakaret ederek dövdüler. Kulaklarını ve burnunu kesip türlü işkenceler yaptılar. Sonunda Sinon konuşmaya karar verdi: "Savaştan bıkıp geri dönmeye karar verdiler. Kalkhas'ın tavsiyesiyle Athena için bu atı yaptılar. Athena'ya kurban olarak beni seçtiler. Gece kaçtım ve saklandım. Yunanlılar bu dev atı kasten burada bıraktılar. Bu kadar büyük bir atı içeriye sokamayacağınızı düşünüyorlar. Böylece Athena'nın öfkesini çekeceksiniz. Hele bir de bu atı yakıp yoketmeye falan kalkasanız o zaman Athena gerçekten kızacakmış. Ama bu atı içeriye sokarsanız Athena sizi koruyacaktır." Sinon böyle konuşunca Truva'lılar ikiye bölündü. Bir kısmı atın denize atılıp içinin boş mu dolu mu olduğunun anlaşılmasını istedi. Truva'lı rahiplerden Laokoon atın içeriye alınmasının büyük felaket getireceğini söyledi. Yunanlıların hileci olduğunu, atın yakılması gerektiği konusunda ısrar etti. Poseidon'un gönderdiğin iki uzun yılan denizden geldi ve ve Laokoon'un iki oğluna saldırdı ve boğarak öldürdü. Laokoon onları kurtarmak istedi ama o da öldü. Bu mucizevi olay üzerine Truva'lılar son kararı Priamos'a bıraktılar. Priamos, şehrin Athena'nın korumasına ihtiyacı olduklarını belirterek atın içeri alınmasını istedi.
Atın içeriye sokuluşu

Daha sonra binbir güçlükle atın Truva'ya çekilmesi işlemi başladı. Kale kapılarından seçtiklerinin birinin önüne atı getirebildiler. Atı içeriye sokabilmek için surların ve girişin üst bölümünün bir kısmını yıktılar. 10 yıllık kuşatmanın sona ermesi yüzünden zafer şarkıları söyleyerek atı sokaklardan geçirdiler ve şehrin ortasındaki meydana çekerek bıraktılar. Kalenin tüm kapılarını kapayıp Athena'yı mutlu etmek için çelenkler ve süslerle atı süslediler, kurbanlar kestiler. Priamos'un Apollon'dan eğitim aldığı bilici kızı Kassandra bir felaketin yaklaştığını hissederek saçı başı darmadağınık halde ağlayarak gördüğü herkese uyarılarda bulundu. Daha sonra girişimlerinin sonuçsuz kaldığını görünce ağlayarak odasına gitti. Gece geç saatlere kadar Truva halkı sarhoş olup eğlendi. Daha sonra şehre bir sessizlik çöktü.

Helena atın yanına geliyor

Helena uyuyamayıp atın bulunduğu yere geldi. Acaip atın etrafında birkaç kez dolaştı. Kendi vatandaşlarının eserini hayranlıkla seyredip şaşırdı. Kuşkulandığından, yunan şeflerinin eşlerinin seslerini taklit ederek seslendi. Menelaos içerinden onun sesini duyunca çok etkilendi ve kendini zor tuttu. Odysseus, karısı Penelope'nin sesini duyunca gözleri yaşlandı. Yunanlılar sessiz duruyorlar ve yakalanacaklarından dolayı korkuyorlardı. Antiklos kendi eşinin sesini duyunca cevap vermek için ağzını açmak istedi ama Odysseus bunu farkedip onun ağzını kapadı. Düşüncesiz davranışıyla hem kendilerinin hem bekleyen ordunun, tüm emeğin boşa harcanmasına seyirci kalamazdı. Ama Antiklos'un ağzını o kadar kuvvetli sıktı ki zavallı nefessiz kalıp boğuldu. Helena daha sonra saraya döndü. Yaralı Sinon acılar içerisinde atın yanına geldi ve işaret verdi. Epeos kapıyı açtı, merdiveni aşağı sarkıttı. Hepsi birer birer aşağı inip önlerine gelenleri sessizce katlettiler. Uyuyan nöbetçileri ses çıkarmadan öldürerek kapıları sonuna kadar açtılar. Sinon ise surların tepesine çıkarak bir ateş yaktı. Bu işaret kapılar açıldı anlamına geliyordu. Tenedos adasındaki gözcü sevinçle haberi Agamemnon'a verdi. Tüm ordu büyük bir kararlılıkla Truva'ya doğru harekete geçtiler. Helena, ilave olarak, herhangi bir direnişi engellemek amacıyla yeni kocası Deiphobos'un odasındaki bütün silahları başka bir yere nakletti.

Helena Paris'in kardeşiyle birlikte

Helena saraya dönüp Paris'in kardeşi Deiphobos'un odasına gitti. Helena, Paris öldükten sonra Deiphobos ile evlenmişti. Onun koynuna girerek uyuyor gibi yaptı.

Şehir yakılıyor

Tenedos'tan yola çıkan ordu dalgaları yara yara Truva'ya yaklaşırken, şehirde atın karnından çıkan yunanlılar şehri yağmalamaya ve eli silah tutan herkesi kılıçtan geçirmeye başlamıştı. Yunanlılar o karanlıkta birbirlerini öldürmesinler diye ellerinde meşaleler taşıyorlar, bunlarla evleri ateşe veriyorlardı. Akhilleus'un oğlu Neoptolemos Priamos'un sarayına girdi ve karşısına Priamos'un en genç oğlu Polites çıktı. Neoptolemos kaçan Polites'i sırtından mızrağı ile sırtından vurdu. Yaralanan Polites babasına koştu ve önünde öldü. Priamos kendi sonunun geldiğini anladı ve yakınlarını korumak için eline bir mızrak alarak Neoptolemos'a fırlattı. Mızrak onun zırhına çarparak yere düştü. Kendisi de zayıflıktan yere yıkıldı. Hekabe onu sürükleyerek kaçırdı ve sarayın içlerinde defne dallarıyla taçlandırılmış Zeus sunağın yanına getirdi. Niyeti, onu ve kendisini tanrıların korumasına almaktı. Akhilleus'un oğlu geldi ve kızgınlıkla yaşlı Priamos'u sunağın önüne getirip mızrağını karnına sapladı, sonra da kafasını kesti. Yunanlıların ordusu Truva önlerine geldiğinde, gemilerin içinden savaşçılar büyük bir zafer çılgınlığıyla kıyıya çıktılar ve koşarak açık kapılardan girdiler. Ordunun şehre girmesiyle katliam, talan ve yağmanın boyutları daha da büyüdü. Artık bütün şehir yanıyordu. Yunanlılar daha sonra Hektor'un eşi Andromakhe'yi buldular. Kucağında Hektor'un oğlu Astynaks vardı. Yunanlılar onu kendini öldürmeden yakaladılar. Odysseus hiç utanmadan bebeği alıp surlardan aşağı atıverdi. Sırf bu yaptığı çılgınlık yüzden dönüş yolunda Odysseus'un başına türlü felaketler gelecek ve bir on yıl daha karısını göremeyecekti. Daha sonra Andromakhe'yi bağlayıp esir yaptılar. Kızgın Menelaos ise heryerde Helena'yı aramaktaydı. Deiphobos'un odasına girdiğinde onu Helena'yla yakaladı. Deiphobos'u hemen mızrağı ile delik deşik etti. Helena korkuyla kendini yataktan yere attı. Menelaos onu saçlarından yakaladı ve güzel başını kesmek üzere salonun ortasına çekti. Ama Helena'nın güzelliği ve yalvaran gözleri Menelaos'un hiddetini yatıştırdı. İstediğini elde etmişti, karısını geri kazanmış, Truva düşmüştü. Oileus'un oğlu Aias o kargaşada Athena tapınağına sığınmış Kassandra'yı buldu. Aias onu tanrıçanın heykeline sımsıkı sarılmış buldu. Onu çekip aldı ve tecavüz etti. Bu yapılan aşağılayıcı hareket yüzünden Aias'ın başına daha sonra dönüş yolunda bir felaket gelecekti. Truva bu şekilde yakıldı, yıkıldı ve harap edildi.

Ertesi sabah

Yunanlılar sabaha kadar adam öldürmekten yoruldular. Yükte hafif pahada ağır ne varsa aldılar ve kararlaştırdıkları bir yere yığdılar. Bu zenginliği paylaştılar ve uzun kafileler halinde gemilerine döndüler. Agamemnon köle olarak Kassandra'yı almıştı, Neoptolemos Andromakhe'yi sürüklüyordu. Odysseus ise beyaz saçlı Hekabe'nin ardından yürüyordu. Esir kadınların hepsi ağlıyordu bir kadın hariç, Helena. Yunanlı askerler, Helena'nın felaketten sağ salim kurtulduğunu görünce onu taşlayarak öldürmek istediler önce. Ama o güzelliği sayesinde bir kez daha kurtuldu. Taşlar, onu ilk kez gören şaşkın cellatların elinden dökülüverdi. Uzun yürüyüş sırasında askerler tüm bu felaketlere sebep olan kadına bakıp hiçbirşey söyleyemediler. Menelaos onu çadırına götürdü ve Helena hemen ona sarıldı. Eski günleri hatırlayarak ağladılar, yatıp uyudular. Daha sonraki gün Sinon'un şerefine büyük bir ziyafet düzenlediler. Sinon sevincinden yaralarının acısını unuttu. Herkes sarhoş olup uyudu.
Neoptolemos'un rüyası

O gece Neoptolemos rüyasında babasını gördü. Akhilleus gelmiş ona sesleniyordu. Priamos'un güzel kızı Polyksene eğer kurban edilmezse dönüş yolunda türlü felaketler başlarına gelecekti. Sabah Neoptolemos rüyasını etrafındaki komutanlara anlatınca herkes ona bir tanrıya itaat eder gibi itaat ettiler. Polyksene'yi esir kraliçe Hekabe'nin kollarının arasından zorla alıp Akhilleus'un mezarının başına götürdüler.

Polyksene'nin kurban edilmesi

Neoptolemos, Priamos'un kederli kızını omuzundan yakalayıp kılıcının keskin ucunu babasının mezarına dokundurarak "Gönlünün arzu ettiği bakireyi sana takdim ediyoruz. Bizim yurdumuza sağsalim dönmemizi sağla" deyip kılıcını ona sapladı. Masum kan, Truva'nın kana doymayan topraklarına bir kere daha akarak ıslattı. Daha sonra yunanlılar dönüş hazırlıklarına başladılar. Esirleri gemilere doldurdular, kesik başlarla gemilerinin önünü süslediler, kıç tarafına da ele geçirdikleri değerli kılıç, mızrak, kalkanları astılar. Zafer çığlıkları ile denize açıldılar.
Dönüş

Athena'ya saygısızlık yapan Oileus'un oğlu Aiaks'ın gemisi yolda battı ve herkes sulara gömüldü. Kendisi zorlukla yüzerek Gyra adasına çıktı. Tek başına kurtulduğuna böbürlenince de Poseidon üç dişli yabasını Gyra adasına vurdu. Ada kökünden söküldü ve Aias'la birlikte denizin derinliklerine gömüldü.
Aeneias'ın kaçışı

Aeneias yağma sırasında kaçarak kurtulmuştu. Altınoluk'a gelerek burada bir tekne yaptı. Kötürüm babasını ve bazı Truva'lıları da yanına alarak denize açılmaya karar verdi. Denize açılmadan babası öldü. Truvalı'larla birlikte Aeneias, Akdeniz'de gezerek ilerlediler. Zorlu geçen yolculuğun sonunda bir latin ülkesine (İtalya) gelerek Lavinium kentini kurdular. Daha sonra Alba Langa kentini ve sonra Roma'yı kurdular. Torunları Romus ve Romulus ise Roma İmparatorluğunu kurdu.


Menelaos ve Helena

Sparta'ya dönüşleri 8 yıl sürdü. Önce Mısır'a geldiler. Böylece Helena, Mısır'a ikinci kez gelmiş oldu. Daha sonra zorlu bir yolculukla Argos'a gelebildiler. Ele geçirdiği Helena ile birlikte Sparta'da mutlu bir yaşam sürdü. Truva savaşı çıkmadan önce doğan kızları Hermione'yi büyüttüler. İlerleyen yıllarda ise kaçırılarak annesi tanrıça Thetis tarafından diriltilen Akhilleus ile evlenerek Tuna Nehri'nin karşısındaki Leuke'da (Beyaz Ada) yaşamaya başladı. Thetis, Zeus'tan özel bir izin alarak biricik oğlunu diriltmişti. Tek bir şartla. Akhilleus asla bu adadan başka bir yere gitmeyecekti. Akhilleus annesinin Zeus'a verdiği sözü hiçbir zaman bozmadı. Evlendiği Helena ile orada uzun süre yaşadı. Bazı mitologlarca Akhilleus'un orada esrarengiz bir hayat yaşamaya devam ettiği yazılmaktadır. Denizciler, bu adanın yakınından geçerlerken gündüzleri sürekli silah şakırtıları, geceleri ise kadeh tokuşturma sesleri ve hiç bitmeyen bir şölenden yükselen şarkıları duyuyorlardı. Mitologların belirttiği üzere Helena, yaşamı boyunca beş erkekle birlikte oldu (Sırasıyla savaşçı Theseus (kendisine örnek olarak Herakles'i almıştır), Kral Menelaos, Prens Paris, Prens Deiphobos ve savaşçı Akhilleus).
Agamemnon'un ölümü

Agamemnon'un gemisi dönüş yolunda çıkan fırtınadan en az etkilenen gemiydi. Kendisini Mykenai'de bekleyen kraliçe Klytaimnestra, öldürülen kızı İphigenia yüzünden içi kin doluydu. Agamemon, Priamos'un kızı Kassandra ile birlikte çıkıp gelince kini daha da arttı. Kocasını güleryüzle karşıladı ve adet olduğu üzere onu banyoya götürdü. Ona kol ağızları dikili bir gömlek verdi. Agamemnon banyodan çıkışta gömleği giymeye çalışırken savunmasız kaldı ve Klytaimnestra sakladığı hançerle onu yaraladı. Yaralı Agamemnon'u bir baltayla öldürdü. Klytaimnestra ve sevgilisi Aigisthos, 7 yıl sonra babası Agamemnon'un öcünü alan oğlu Orestes tarafından öldürüldü. Aigisthos'un askerleri ise olay sırasında Agamemnon'un oğluna el kaldırmadılar. Orestes daha sonra aklını yitirdi. Menelaos ile Helena'nın kızı Hermione ile nişanlandı. Menelaos sonra sözünden döndü ve kızını Akhilleus'un oğlu Neoptolemos ile nişanladı. Orestes kızı kaçırdı ve bir ayaklanma sırasında Neoptolemos'u öldürdü. Orestes'in Hermione'den Tisamenos isminde bir oğlu oldu. Orestes çocuksuz ölen Kylarabes'in ardından tahta çıkarak Menelaos'un halefi oldu. Sparta'yı kırıp geçiren veba salgınının nedenini öğrenmek için bir kahine danıştı. Kahin ona Truva savaşı sırasında yıkılan şehirlerin yeniden kurulmasını öğütledi. Orestes, yıkılan şehirleri yeniden yapmak üzere Anadolu'ya koloniler halinde insan gönderdi. 90 yaşında öldüğünde Tegea'ya gömüldü.

Andromakhe ve Neoptolemos

Andromakhe, Akhilleus'un oğlu Neoptolemos ile Epir'e yerleşti. Daha sonra Andromakhe'yi oğlu Helenus ile evlendirdi. Neoptolemos'un ölümünden sonra Helenus, Epir krallığının bir kısmına el koydu. Andromakhe Epir krallığında Smosis adını verdiği ırmağın kenarında Truva'ya çok benzeyen küçük bir Truva kurdu.

Telamon'un Teukros'u kovması

Taukros, Telamon ile eski Truva kralı Laomedon'un kızı Hesione'nin oğluydu. Aiaks'ın kardeşi Teukros ülkesine döndüğünde, kardeşine yapılan haksızlığın öcünü yunanlılardan almadı diye Telamon Teukros'a çok kızdı. Telamon onu kovdu. Teukros'da Kıbrıs'a giderek orada Salamis şehrini kurdu.

Ve Odysseus

İthaka adasında kendisini bekleyen kraliçe Penelope'ye dönmesi için bir on yıl daha bekleyecekti. Başından türlü maceralar geçti. Sonunda döndüğünde ülkesinin başına geçti ve yaşlanarak öldü....