2 Temmuz 2009 Perşembe

İçimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ? |1|

İçimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ?
1-2-3-4-5-6

Bir yaşamı avuçlarına alıp gecenin sessizliğinde kaybolmak; dalgın bakışlarla...
Kimin adını savursam boşluğa hep bir harf gelip takılır yüreğime...
Susmuyor alfabenin başındaki harf de; sonundaki harf de...
Araya kaynayanları saymaya gücüm yetmez...


Balkondaydım....
Az önce...
Azalarak...

içimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ?

Hangi günlüğün kapağını açsam rüzgar esip geliyor bugünüme...
Dışarda hain bir yaz kavurmaktan uzak..
Düşler yangın yerindeyken, düşsüzlük almış başını gidiyor...
Sayıklayan bir bedenin, hiçbir sese yetişemeyen görüntüsü salınıyor karanlıkta...

Şehir içine akıyor ...
Şehir içime akıyor...
doğru yola çıkıyorum...

içimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ?


Aldırmadım...

Ne sana ne sen'li kuşkuların gölge oyunlarına...
Bir yerlerde soğuk bir rüzgar devralıyor geceyi...
Hissetmekten uzak bedenim, gelen çağrıya 'hayır' demiyor...

Gel diyor düşlerin yolcusu, gel ve sarıl bakışlarıma...
Bir dal aramalı mıyım diye düşünürken, çatırdayan sesinle irkiliyor bedenim...

Sesler kapılarıma dayanıyor..
Sesler adımlarıma düşüyor...

Yoksunluğuma karışıyor çürümüş başkalaşımın...
Tetikte tek bir can, kurşun soluğunda...

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Ya vazgeçip siyah bakışlarından düşeceğim; ya da savaşıp kokuna katacağım beni...


Gece bakışları...
Saatte bilmem kaç; kaç kilometre hızla aşktan düşüyorum...

sen içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Bakışlarından yabancı bir misafirliğin arsız huysuzlanmalarını seziyorum. Elimde değil, biliyorsun.
Seni sakladığım yerden seni çıkarabilmek için sana ihtiyacım var.


Kaç deniz geçtim bu gölgelikte dinlenmek uğruna. Kaç suda yüzdüm, dinlenmeden.
Vakitsiz duruşlarım oldu, vakitsiz taşıdığım ağırlıklar. Künye gibi taşıyorum her birini sebepsiz, sağır, izbe duygularımla...

Bu yolun sonundan geçmen için önce, beni ben'de çiğnemen lâzım.

yinede vede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Nöbetleşe çalışıyoruz geceyle. O sabaha vurgun, ben karanlığa. Zamanı terk etti kollarıma, çekip gitti.
Onca ayın arasından birtek Mayıs'ı mı layık gördü susuşlarıma.

Çekiliyorum...

Tek damla sen bırakmayacağım giderken bende; Oysa bir tek damla bile yeterdi değil mi sevmelere.

Bak! Yağmur bakışlarımda kokuna dayanıp sana eğilen yersizliğim saklı...
Görmezsin, biliyorum...
Görmeyeceksin de...

Zehirli sözler bunlar... Damıtmadım hiç birini...

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Akrep sokarken, yelkovan pan zehirden uzaklaşıyor...
Bak, görüyor musun fırtına yaklaşıyor!!!
Bileklerim ince, savrulur muyum bu dilsizliğimle?


Çarşaf açıyorum tenindeki gölgeme, hadi gel gel bu gece...
Ay çıkmamış gözlerimin kum dolu bakışlarından, yeter ki sen ol,seni içtiğim gecelerde...
Adını bilme; adını bilme böyle ne olur; yanımda bir yerlere devril hatırlayamadıklarımızla.
Aramıza giren kaç şehir var ki; geçmişimizden başka?
Hem, ikimiz de tüketmedik mi sayfalarca gergef gibi işlediğimiz ömrümüzü, sigara niyetine... ?


Şimdi kulaklarıma bıraktığın fısıltılı sözcüklerini yanına alıp bendeki ben'e yavaşça koy başını...
Nefes alışlarımın titreyen ritmine karışsın yanağındaki pürüzler. İrkileyim...
Ve içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Kaç gece böyle uykusuz çoğaldım yatağımda.
Yastığımın altına düşlerini bırakıp gittiğin o günden bu yana, hep o gecenin doğumunu bekledim arsız çocukluğumla...


Rüzgârını şehrinin avuçlayıp martıların kanatlarına asıyorum...
Kal diyorum sesine. Kal ve bir notasını eksik koyduğum sesimin nâmelerini dinle diye...

Kızma...!
Biliyorum, senin bir kalbin yok...

Hecelerim vurguna takıldıysa oltanın ucunda, bundan sana ne...!!! Bu yalnızca benim vurgunum...
Sen yine filmlerini toparla geceye hazırlık için, yorgunluğunu toparla kanepende ve hiç değilse bu defa ağırdan aç kitaplarının kapağını...
içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Demiştin ya bir defasında: " Sana gel deyişimin sessizliği mi bu?" diye,
bak işte mırıldandım seni, içinde ben'im kokan sen gibi...

"Bazen dalgaların kıyıya mı yoksa açığa mı sürükleyeceğini akıntılar belirler...
Bunlar sessiz ve derindedir...Bazen sıcak bazen soğuktur..."


Serin bir ilkbahar akşamı gibi düştüm; Beklentilerimden çok uzakta bir sahnede, boylu boyunca duruyordun karşımda.
Hangi sesime düşeceğini, beni hangi rüzgârın koynundan çekip çıkartacağını sezemiyordum; ancak yaşamın bir şekilde bizi karşı karşıya getirdiği su götürmez bir gerçekti. Duygularımı arkamda bırakıp, nice sevda sözüne sırtımı çevirip sana döndüm yüzümü.


Yeni yetme duygularım olmadı benim hiç.. Sevdaya hazan resmini çizmedim.
Ne olduysa diğerlerine, benim sularımda gezinmeye başladıktan sonra oldu ve tüm duygular ondan sonra yerle bir oldu...
Geç kalmıştım bir şeylere... Suçu kendimde bulmayı, ben hep onlardan öğrendim... Oysa avuçlarımdaki sıcaklığı alıp götüren onlardı...
sen yinede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Şimdi ağırlaşan geçmişin koynunda sana dökülüyor kalemim.. Bir bir soyunuyorum yaşamı , atıyorum üzerimden bana bırakıp gittiği her ne varsa...

...

"Ekler hep gecelerden taşan yıldızlar gibidir... Aslında onlar hep unutulduklarını zannettikleri için intihar ederler bir boşluk anında..."

İçimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


"Kimse kendi dehlizinden çıkmaz... Dehlizin içini duman kaplamadığı sürece."

"Üzerime döktüğün simlerin telaşı vurdu kalbimin senin için açtığım köşesine. Yârim, yâr diye senden geçtim..."


Uzun soluklu sohbetlerin düş köşeme yansıyan yerinde, ayarı ellerine bağlı bir düzensizlik var günlerdir.
Onca ertelenmiş buluşmanın yorgun sabahlarında, uyanmamak adına ne de çok direndi bedenim.
Geçitler vardı yol üzerinde, her biri kendi keskinliğinde yok olan. Yok oldum...
Önce, terimde kalmıştı izleri. Kokulara bulandıkça, ruhumun patikalarında sıkışıyordum.
Bir iz, bir ses yada geceyi üzerime örtecek en ufak bir belirti kalmamıştı.
Haklıydın... Korkularım vardı...
Sesimdeki şiddete, içimdeki çocuksu gülümseyişin sıcaklığına rağmen hangi andan kaldığını bilmediğim korkularım...
sen yinede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Biliyor musun sevdiğim, ben ne zaman ağlayacak olsam, bir su damlası düşer yüreğime yanaklarımdan önce. Ve o su damlası büyür göz bebeklerimde...Dindiremezsin, ellerin dokunmazsa avuç içlerinle...
içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Yıllar geçti ve ben halâ o geçitlerin keskinliğinde sessizce devam ediyorum yoluma.
Kalbimde bulutların hafifliği, ruhumda geç kalmış bir sevinin yorgunluğu saklı...
Biliyorum bir tek senin ellerin dokunursa çözeriz geceyi bağlandığı yerden... Sen yalnızca fısıldayan sözcüklerini sarın gel...
Bendeki sen, sonbahara katılmış bir akşam üstü düşer gözlerine...
ve sen yine; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


...Tutuksam gönlüme ateş düşüren dolunaya, ıslak bir gecede "sadece sen" düşür yıldızları bakışlarıma...

Başlıkların anlamlı ezgisinde yürüyorum. Her durak bir sonu anlattı öykülerimde.
Durağa yaklaştıkça başımı yasladığım pencereden ayrılmak istemedim hiç.
İnadımı durduran bir başkasının " Duracak" yazısını gözlerime işlemesi oldu.

İndim...

Nefesime karışan ağır şehir kokusu.. Yüreğime dokunan "işte bu son şarkı", az sonra kepenklerini indirecek kalbin diyen sesin yankısıyla...

Adını ne koyuyorlardı yaşadıklarımızın? Çizgi ötesinde yürürken, bana hangi masalı anlatıyordu kelimeleri...?
Adımlarımın ihanete karıştığı, sorgu gecelerinde bağırarak uyandığım kaç yaşamım olmuştu benim ve ben hangi yaşam çıkmazında, sırılsıklam ayıkladığım bir yağmurun kollarına umursamadan bırakmıştım zift karası yokluğunu?

Anımsamıyorum...

Günlerdir; günlerdir parmak uçlarıma dokunup kaçan haylaz kelimeler saklı düşlerimde. Düğümler büyüyor...
Sen her gelişinle bir ilmek daha atıyorsun kış uykuma... Sıçrayarak uyanıyorum sensizlikte...
ama sen yinede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Söyle hangi yolun başındasın?
Bekle biraz...
Tam şuramda parmak izlerinin gölgesi kaldı...

Onca hareket arasında gözlerime çarpıp tüm utangaçlığımı dilime vuran hecem, sanadır bu cümlelerim, yalnız sana...


Kâlbim...


Uzak deniz yolculuklarının heyecanlı bekleyişlerinden birindeyim.
Güneş kendi kızgınlığından(!) uzakta ve zaman ilk defa kapaklarıma göz kapaklarıma değmiyor....
Elime aldığım bardağın içinde, henüz yazmadığımız gecelerimiz var.
Yol boyu hareket ettikçe, su kendinden geçtikçe, seninle daha da derinlere inmek istiyorum.
Bu köhne taşların arasında nasıl da güzel parlıyor gözlerin. Sanki, meydan okuyorsun var ettiğim onca parçalanmış geçmişe inat...

Sahi, aynı karanlıktan mı çıktık biz seninle?
Yaşam düşerken düşlerimize, aynı salıncağın giderek hızlanan yerinde ikimiz de mi düşüp incittik içimizi..?
sen yinede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Anlat sevdiğim, el yazması harflerle yüreğinden akan nehirlerin kokusunu...
Anlat ki sen ol masalımın kahramanı içimde ve ben bir tek sana dolanayım bu şehirde yâr diye...

Sabahın ilk ışıkları daha düşmedi pencereme... Aklımda kokunla düştüm yola...


Hesapsızca vuruyorum döküle döküle kıyılarına... Uzaklardan başlıyorum çırpmaya ellerimi.
Kimsesiz bir çoklukta, bir tek senli günlerin avuntusunun çizdirdiği resimle, yürüyorum...

Avuçlarıma sonbahar yaprakları düştüğünden beri, ilkbaharın renklerini hatırlamaz oldu yüreğim.
Varsa yoksa elimdeki yaprağın renkleri... Kalem kutumda birkaç sancılı gece haricinde hiçbir şey kalmadı eskiye ait..
Hepsini sen gelmeden bitirmiştim. Aylarca orada öylece kaldılar işte, işe yaramaz bir halde...
Ara sıra elime alıp baksam da; artık biliyordum eskisi gibi olmayacaktı. Olmamalıydı da..


Dayanamadılar...
içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Bir sabah uyandığımda, bir iki renk dışında hepsi gitmişti. Bir önceki geceyi düşündüm.

Cevap yok...

Belli ki yokluklarına alışmamı istiyorlardı artık..
Ben de öyle yaptım ve bende bir zamanlar sır gibi herkesten sakladığım kalemlerimi kendi yolculuklarına terk ettim.

Bilirsiniz, bazen yaşam öyle bir düğüm atar ki bedeninize, işte o an, hareket etmenin anlamsız olduğu dakikalardır.
Çünkü ne yana dönseniz hep bir adım ötede durur uçurum. Yer ayaklarınızın altından yavaş yavaş kaymaya başlar.
Sonrasında hatırlanmayan bir boşluk ânı yaşanır ve yeryüzünün derinliğinde, giderek kaybolmanın verdiği acıyla düşersiniz....
HIZLA...
ama sen sen; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


Bir itirafa sığmayacak kadar uzundu cümlelerim. Anlatmak için zamanım olmadı hikayelerimi..
Ya da dinleyecek tek bir insan... Zor zamanların ele avuca sığmaz misafirleri, yatıya kalacak kadar izin alamamışlardı yaşamdan.
Sustum...

Bakın acılar çoğalıyor...

Bazen de hayata "bit artık " dediğiniz noktada, yepyeni bir şarkı dolanır dilinize.
Bağıra bağıra söyleyecek gücünüz yoksa bile, boynunuzu bir tarafa büker, omzunuza yaslanırsınız destek için.
Kendi bedeniniz, sığınmak için en ideal yer gibi gelir. Oysa, canınıza katabileceğiniz birinin gölgesi de rahat durmamaktadır hemen köşebaşında.
Görürsünüz; ama o ufak adımı atmak için türlü hesaplara dolanmak zorunda kalcağınızı da bilirsiniz.

Kararsızlık...


Sabahın ilk ışıkları gözlerimdeki ışığa gülümsüyor... Kokunsa boynumdaki gürültünün hengamesinde tenime karışıp usulca içime işliyor...
sen sen yinede; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?


içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Daha yürüyecek yolumuz vardı; ne olurdu dönmeseydin sensizliğimin şehrine..."


Uzanmak istiyorum...
Şöyle boylu boyunca akşamın tüm sesini hapsedip kuytu köşelere, sesinle; seninle sesi biz olan bir şarkıda boylu boyunca uzanmak...
Ortalıkta zaman ayarlı herhangi bir nesne olmadan, sadece ikimize kurulmuş bir kavuşma merasiminin hemen yanıbaşında.

Sol
omzumdan
akıyor
gözlerine
düşen
ben'imin
teri
-ki
sen
giderken
oraya
saklamıştım
kokunu...


Dört ay...
Dört dolunay...

Hiç yorum yok: