1 Temmuz 2009 Çarşamba

Son Kullanma Tarihi Geçmeyen Dostluklara


“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn”

Fuzuli Dedemin şikâyeti ne kadar yerinde ve ne kadar eskimez… İnsanın keyifsizliği evvela dostlarının dostluk mucibince hareket etmekten uzaklaşmasıyla başlıyor. Yalnızlığın ancak Yaradan’a has olduğu şu fani âlemde dostsuz kalanların vay haline!

Hemen yüzünüzü buruşturmayınız. Bu bir şikâyet yazısı değildir. İç içe büyüyen halkalar misali genişleyen zamanın uzağına düştüğümüz vakitlerin söylettiği bir şarkıdan birkaç mırıldanış o kadar!

Başucumdan ayrılmayan kitaplarım ve ihtiyar sazımın kıskanmasına sebep olsa da dost mevzu bir başka seyreder gönül hanesinde… Dost varsa dağlar yol olur yürüyene… Dost payesine layık gördüklerimiz bilip de bilmemezlikten gelseler de bu böyledir her daim… Kusurun kusur olmaktan çıktığı yerde başlar dostluklar… Ve itimadın zirvesine doğru kıvrılıp giden bir keçi yoludur dostluk…

Kimi zaman yolların çatallaştığı yerde bir ayrılık düşer hissemize… İrtibatın koptu sanıldığı lakin hakiki manada bağlılıkların demlenerek kıvam bulduğu bir süreçtir yudumladığımız. Mevsimlerin birbirine nöbet devredişi gibi her muhabbet, safha safha kıymetini ötelere taşımak adına bölünerek büyür gider. Tıpkı şahikadan yuvarlanan bir kartopunun düzlüğe varana dek bir çığ oluşturması gibi… Veya bir goncanın bağrını yırtarak gönle reha bırakan bir gülü azad etmesi gibi…

Çok defa sormuşumdur kendi kendime… Muhabbet divanında rüştünü ispat eyleyen dostlarım olmasa idi… Bu aziz ve çileli imtihanı veremeyenlerin haline bakıp da insanlardan sıdkımı sıyırmak zorunda kalmaz mıydım? Feleğin baş döndüren hızına inat ruhumun koordinatlarını sabitlediklerim olmasa… Herhalde dünya pek bir boş olurdu.

Rüştünü ispat etmek dedim. Bu hususu biraz açmalı… Gönül sarayımızın kabul salonunda bekleyen kalabalıkların uğultusu, kaygılarımızın mermer duvarında çınlarken… Zaman adlı ihtiyar mabeyinci, elinde ceviz asası ile ikrarın sisli kapısında belirdiğinde…
Kaderin sual edişi karşısında tutumlarını merak içerisinde beklediklerimiz… Dost rütbesine sahip olabilecek mi diye gri zeminlerde düşündüklerimiz… Hiç olmadık yerde olmadık bir tarz-ı hal ile bizleri hüsrana uğrattığında… Nasıl da içimiz burkulur değil mi?

Hani kimi filmlerde rast geldiğimiz bir sahne vardır. Filmin kahramanı büyük bir kaza geçirir ve yoğun bakıma alınır. Yakınları yoğun bakım odasının önünde kaygıyla bekleşirler. Sonra doktor sahneye çıkar ve hasta hakkında yakınlarını bilgilendirir. Şöyle der: “Tıbbi olarak elimizden gelen her şeyi yaptık. Hasta hayata dönmek istemezse yapacak bir şey yok.” İşte dost rütbesi almaya namzet arkadaşlarımızın hali de bu yoğun bakımdaki hastalara benzemekte… Dost payesi almayı arzulamak ve ona göre bir duruş sahibi olmak! İşte bütün mesele burada düğümleniyor. Fakat ne yazık ki pek çoğu rüştünü ispat edemeden kayıplar hanesinde yer alıyor.

Bir de… Dostluklarının son kullanma tarihi çok kısa olanlar var. Pazara değil mezara kadar mantığıyla hem dem olmuş dostluk kavramının içinin boşaltıldığı bu tip vakıalarsa canımızı sıkmaya yetecek kadar kara! Dostluk mevzu kılıçtan keskin kıldan ince… Her neresine baksak bir ayrı yara…

Bu olumsuzlukları söyleştik diye canımızı sıkmayalım. Çok şükür ki candan özge bildiğimiz dostlarımız da var. Ama sayıları çok az diyebilirsiniz. Sayıca azlık kıymetin işareti değil de nedir efendim! Düşünsenize… Dünyanın en paha biçilmez eserleri tek ve bir daha yapılamaz olduğu için kıymetlidir. Az ama öz dostlarınızla övünün… Kardeş bilmenin töresince muhabbetinize muhabbet ekleyin… Çünkü devir öyle bir devir ki… Dosttan gayrı hem derd olacak kimse kalmamış…

Sözü şiirin diliyle bağlayalım…

Nice dostsuzlar gördüm gölgesiyle kavgalı…
Nice dostu yitirdim nefsi oyunlar içre…
İtimat yeli yoksa cümle umman dalgalı!
Bayâtîyem yürürüm yolum mayınlar içre…

Hiç yorum yok: