2 Temmuz 2009 Perşembe

İçimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ? |6|

11-12-13


İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?

Çığlık sesi derinlerden vuruyor iç içe geçmiş düşlerime.
Uzun yürüyüşlerin bacaklarımda bıraktığı izlerden biliyorum, düşüncelerin arasına sıkıştırdığım onca sancıyı...
Sığındığım yolların düz beyaz çizgilerini çoktan unuttum...
Kurduğum saatlerin hiçbirisi sayısal basamaklardan öteye gitmiyor...
Söylesene ışık, nereye sakladın kendini benden habersiz?
O karanlık günlerin ayaza kesmiş devinimlerinde, sırtımda tuttuğum keskin soğuğun titreyişinde fark ettirmeden gelip kurulurken sıcaklığınla, şimdi sen de büyük bir özlemin içerisine hapsettin beni öyle mi?

...
Cevapsızlığın mı yoksa cevapsızlığım mı korkutur beni en çok?
...

Birbirini tekrar eden günlerin yoklaması yapılırken, hep aynı tanıdık yerde uzaklara dalıyorum.
Ağaç dallarının üzerinde oturan çocukluğumun yaramaz bakışlarında saklıyorum geleceği... On bir yaşımın taze hayallerini...

...ve şimdi öğrenmek istiyorum, hangi sokağımdan arta kaldı bu cevapsızlık...

Kapıların kapandığı ve açıldığı herhangi bir an arasında sıkışıp kaldı bir şeyler...

'' Bir kelebeği incitmeden dokunmalı sevdaya.''

Büyüyen yanımın acımasız kavşaklarında, içimde beslediğim diğer yarımı yıpratmadan benime değen madalyonun rahatlığında salıvermeliyim düşleri...

Aç pencereni....
Kesintili bir şehir yolculuğunda başlar heyecanın kalp atışları çoğu zaman. Hangi damardan gelir aşkın çağlayanı bilinmez..
Bir beyaz sayfada çoğaltacakken kördüğüm düş çıkmazlarını, gözler yumuluncaya kadar geçip gider çatallaşmış yüreklerin çarpıntısı...

Konaklığı her geçen gün biraz daha artar geleceğin, ucundan tutturduğumuz yüreğimizdeki bekleyişi...
Sevda taşar can döşek uzandığımız karyola gıcırtılarında... Bir yol dönüşür içimizdeki nehirin içinde...
Ayrılık gelip çatsa da bakışlarımıza, dönüşün çanlarına takılıp kalır ömrümüz...

Yakınlar uzak oldu, yâr adını yudumlarken yağmurlardan...

Sen ; İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Bak işte uykuna uzanıyorum yine bir yerlerden... Sen gittin ben kaldım gece yarısı sayfalarında. Aklından neler geçer bilinmez...
Mumları söndürdüm..
Düğmeye bastım...
Bir son bahar sayfasının köşeli yerlerinden doldurmaya başladım...

Balık desenli bardağımın dibinde suyla karışık vitamin özlemleri. Her yudumda minik bir tebessümü ıslatıyorum...
Gecelerde altı yakılıp sabaha kadar ısıtılan hüzün çamaşırları artık ne kadar da azaldı gelişinle, farkında mısın?
Zamanla, geride bıraktığımız yokoluşlara bir yenisi daha ekleniyor... iyi tarafından noktaladım bir önceki anlamı...

Göz kenarlarıma yerleşen makyajın siyah parçalarından, bir sürme de yüreğime çekiyorum...
Yansın... Kalbim de yansın, içimdeki sevda da...
...........ve bir tek seninle yansın.....
İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İstanbul... Kırar dizlerini denize karşı duranların...
Kim kaldı dumanı üzerinde çay sohbetlerinden...Yıllar, tozlarını eteklerine bırakmış bütün bedenlerin...

Hangi düş yeşerir oyuncakların avuçlardaki sıcaklığı kadar ?
..........ve bir sabah kim koklar tendeki aşkı...

İs kokuyor şimdi odaların zifiri karanlığı ve dokununca başlıyor içimizdeki kalabalığın nefessiz haykırışları...
Usulca, kimsesiz bir köşeye sıkıştırdığımız kalıntılarımızı, yorgan altı kuytu bir sayfada terk edip gidiyor gece...
Düşlerin koynuna girmenin belki de tam zamanı...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Sevimli yanak izlerinden ansızın ayrıldım saatler önce...
Hoşçakal demeden uyuttum düşlerini... Ama olsun, birazdan bir yıldızın peşine takılıp sağ omzuna göz kırparım sessizce...
Uyandırmadan...
Sesinden yoksun geçen sızlanma eşiği...
Saat bilmem kaç... Aslına bakarsan önemli de değil... Zaman bir şekilde kendi aymazlığının peşinde zaten.
Bir yudum daha sıcak su ve işte günün öğünü tamamlanıyor ruhumda...

Geçmişin tozlarından, yaraların işgal ettiği bedensel bölgelerden aşağıya doğru sürüklenmek istersen gel ve gözlerime bak ?
Biliyorum orası yeterli. Sana ve an içinde bana dokunan iklim geçişleri derimi soyup geçiyor... Acıya ramak bile yok...
Burası sıcakla soğuğun aynı anda çarpıştığı adı sanı olmayan bir bölge... Gir ve otur...

Sus...

Sana söylediklerimi dinlemedin bile!! Oysa elbiseme sinen kokunun yol ayrımında, üzerimden yok oluşunun resmi güncesini okuyacaktım sana...

Kaldırımlar delik deşik...
Son bahar akşamları nicedir koynumda uyuyor...
Bir hatıraya meyletmeyeli de ne çok zaman geçmiş...
Bardakta tek damla su...
Geri kalanını derin bir vadide, yağmurlu bir gecede terk ettim...

İki ucundan tutuşturup gün değişimlerini, yarım kalan uykunun sızlanmasında bocalıyorum uyumakla uyumamak arasında...
Göz kapaklarıma bulaşan bu ağırlık da neyin nesi?
Gece yarısı trenine bineli epey olmuş... Yolcularımdan birisi eksik... Hay Allah!! Oysa saymıştım...
Demek yine sayısal çentiklerin gözlerimi sıyırıp geçmesine izin vermişim...


Yoğun dikkatsizlik kulvarlarında sabahladım gece boyunca.
Defter aralasına sıkıştırdığım ufak tefek kağıt parçalarından medet ummak da boşuna...
Kaybolan, gözden kaçan her ne olursa olsun, kendisini bir şekilde saklamayı iyi beceriyor...

Uykudayım... Ya da uykudaydım...
Ufak tefek eklerin yaşama bodozlama girişinden midir nedir, geçişlilik halinde kalıverdim...
Orası neresi mi?
Arada derede yerlerden birisi işte..
Ben kurcalamadım; siz de kurcalamayın...
İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...
Hiçbir kanalda yok aradığım şarkının sözleri... Parmaklarımın uzandığı yerden ağır ağır çekiyorum soluğunu içime...
Bir tek, siyah kilitin ardında bıraktıklarını incitmeden saklıyorum, yavaşça...
Müzik biterse bir tek senden sorulacaktır notaların örselenmişliği, bilesin...

Sigaramın halkalarından geçecek dileklerin, yanağıma bıraktığı tebessümden akıyorum bir ömre...
Ortak merdivenlerin ortak kapılarından geçeceğimiz o günün, ayıkladığım onca düşüncenin ulaşacağı öze kapanıyor gözlerim...
Az sonra uzanacağım. Hemen oraya, kollarının altından sağ omzuna yaklaşan aralığa...
Ve sonra bir günü daha eksilteceğim başbaşa...


Battaniyenin bedenini saran sıcaklığında kaleme aldım düşlerimi, sakın uyanma ...
Mekânım sel oldu, göz yaşımdan artığım...


Saçlarıma değen soğuk kış rüzgarlarının ellerimden aşan yırtıcılığı...
Mevsimlerin körebe savruluşları...
Yatağına sığmayan sular gibiyim sensizlikte. Ha fırtına çıkmış, ha ortalığı sel basmış.. İkisi de yollarımı kesiyor...

"Bir sabah..." bacaklarıma çöreklenen sızının gitmekle kalmak arasındaki o narin ayrımının, ayrılığın adımsızlığında, uykudan uyandı aŞk.
İstanbul, rüzgâr sesi ve yağmur damlalarıyla meşk içinde karanlıktan çıkarırken gövdesini, doğruldu bedenim yolculuğa...
Bakışlarının kenetlendiği yerde doğmayacak sözcükler sıralandı dilimin ucunda.
"Gitme" diyecektin; bense gözlerimi teslim edecektim oracıkta gözlerinden de derine bir yerlere.

" Benim hiç anahtarım olmadı sıcak kavuşmaların kapısını açan. Zili çalmadan geldiğimi anlayan ayak sesleri, hiç olmadı...
Varsa yoksa kendi yalnızlığımı açtım tanıdık kapı numaralarında..."

"Sarıldık..." saniyelerin hızına yakışır bir aceleyle. Ne ben seni ne de sen beni hissettin.
Dışımızdan geçen gemilerin seyrinde salındı durdu içimizden geçenler...
İçim...
İşte en çok o seni kuşatıyor yokluğunda...
İçim...
Bir tek o anlıyor sessizliğimi yüreğinde, huzur dolu...

İçim ; İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Oturduğum otobüsün sabah soğuğunda kalmışlığı bir yana, koşar adımlarla gidiyordun yorgunluğuna.
Bir an kendimi dışarı atsam, bir valizle koca bir geçmişi devirebilecek gücüm olacaktı...
Gücü bulamamaktan değil de; bu defa "Biraz daha beklememiz gerekiyor" cümlen bıraktı beni oracıkta.

"Bir fincan orta şekerli kahve arsızlığında dolana dolana tutunuyorum hayatına...
Tadın hiç kaybolmasın sevdiğim..."

Kara yazmasın geçen günlerin ayrılıkları... Yürekleri daha da sarmalı şimdi bileğimize...
Perişanlığın yakamıza bulaşan serzenişinden alı koyup bedeni, ilk günaydınlara doğurgan sevinçleri büyütmeli...
Zülfün dokunuşlarına yasladığın gibi sevdanı, bağla ömrümü ömrüne...

" Feryat figan söyledim yanağımdan süzülen yaşlara türkümü. Aktıkça saf bir sevinin nehrinden aşağıya, özümden büyüttüm seni..."
Gece savruluyor taş sokakların gürültülü ayak seslerinden...
Devr-i matem sökülüyor kalbime değen ellerinle...
Gel, sessizliğinle kalsan da;
Gel bak, özlem yine kendi kendisini müjdeliyor yorgun bedenimde...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Belki bir akdeniz esintisinde sepete giren sözcüklerin sıcaklığında, belki de egenin dolunaya terk ettiği gece yarısının ıslak kumsalında, dizelerimdeydin...
İçimin her katmanından teker teker seni döktüm yaprak sayfalarıma..
Hiç beklenmedik demir örgüler arasından gülümsedi aşk...
Beni en çok sen güldürdün...

Takvimlerin senli günleri...
Biliyor musun, ben en çok çiziği yüreğime attım senli günlere yaklaşmak için...
Ve bir tek sen acıtmadın yaralarıma dokununca...
Şimdi şimdi içimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Her şeyden bağımsız, küçük ellerimin ani bastıran yağmur gibi titremesinden uzak tuttum merdiven altında rastladığım aşkımı...
Sen benim en güzel sığınağımsın...

" - Uyuma sevdiğim."

" - Kalk yatağına yatır düşlerini, üşüteceksin.."
Birdenbire açıldı gözlerim sabah beyazlığında...
Adımların kayganlığı, ruhun geçişleri, sayısını bazen benim bile anımsamakta güçlük çektiğim, yoldan çıkışlar...
Yeni gün kendi devinimi içerisinde kabuğunu soyarken, saklı bir tebessüme sığındım bu sabah...

Her zamanki telaşlar, koşuşturmacanın içinde asılmış onlarca surat, gülümsemeyi cebin derinliklerine hapsetmiş gözler...
Bazen dondurucu soğukların yanından bile geçemeyeceği titremeler sarıyor bedenimi...
Sarındığım şalımın sıcaklığı da olmasa...

Kendi nefesimden ve kokumdan...
Göz ucuma takılan sonlu karakterlerin çaresizliğinden...
Saatte bir yudumladığım, bir fincan sıcak suyun çözünürlüğünden...

....Ve geceden damarlarıma doldurduğum düş sancılarından süzme bir not kıvırması düştü sessizliğin bol açılı görüntüsüne...

Acaba yarın hangi çukurun içinden çıkarsam ayaklarımı????
İnceden...
Gelip yerleştiği yeri çok da fazla düşünmeden, düşün içinden; düşe dokunarak...
Yâr kokusu düşmüyor kağıtlardan...

Ama sen ; İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...
Yar kokusu düşmüyor kagıtlardan...
Bahar ın incelen yerlerinden kopup gelen kayıp bir dizenin, sıradışı bakışlarıyım ben..
Ne önsözüm ne de sona yakışacak bir son sözüm var...
Olup biten kargaşanın tam ortasında salınan bir rüzgar gibi dokunuyorum açık yaralarıma.

Bir ses...
İç koridorlarımın kuytu bir bölmesinden çıkıp dışımda gülümsemeye dönüşen...

Bir tat...
O uzun yolda, üzerini örten sayısız başkalaşımlara karşı direnen ve kendisini koruyabilen..
ve bir çekim...
birlikteliğin böylesine sağlanabildiği...

Koşuyorum...
Soluksuz kalana ve ter damlacıklarının tenimde kristalleşerek, buğulu özlemlerimin canını acıtacak kadar...
Sürekli tırmandığım hayallerimin yokuşunda, küçücük sinyallerin canıma can olduğu noktada başlıyor mücadelem..
Yıllardan sonra açılan kapının ardından, bembeyaz ışıkla kaplı tünelin sonunda sıcaklığını hissedebiliyorum..
'' Tıpkı ilk geldiğin ağustos sıcağı gibi...''

Kelimelerin beline dolanıp birkaç paylaşımı atkı niyetine boynuma dolayıp huzurla terk etmek istiyorum bu şehri...
''Ayaklarıma batan yüzlerce dikenin içerisinden, bir tek seninle yürümek istiyorum kum tanelerinin üzerinde sevdiğim...''
Belki de siyah bir aşkın beyaz öyküleri olacağız -ki siyah huzurudur bakışlarının...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...


Ayrı şehirlerin aynı yüreği ortaklaşa çizen elleriyiz seninle..
Yolumda yanımda ol
Bir hendekten atlar gibi zaman çuvalının delik köşesinden sızıyorum gözlerine.. Kayıp bir melodiyim...
Çizgilerin üzerine düşen notalar, artık anlatmıyor sessizliğimi.
Es yok...
Küçük kara deliklerden inleyen sözler yerine, yer yer bastırılmışlığın öyküsü dökülüyor..
Ben nerede düştüm içine?

Haykıran cümlelerdeki acı tat genzimi yakıyor.
Tam öksürecek gibi oluyorum, içimde dalgalanan her neyse "dur!" diyor ve ben öylece kalakalıyorum dilimin ucunda...
Gecenin akorları bozulmuş, düzen tutmuyor bu mevsimde...
''Ben eylüle yakışır bir anlam bırakmıştım oysaki çizgili defterinin hemen baş ucuna...''
Anlam, nerede anlamsızlaştı, çözemiyorum?!

Sen yinede ; İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...

Kulağıma usul usul üflenen ney sesinin sarhoşluğunda ve eski albümlerin ifadesiz bakışlarında, bir kez daha devriliyor yaşam...
Bu gece kendimden çok uzakta, hiç tanımadığım bir bedenin düşüncelerinde konaklamak istedim.
''Ben bu düşünceyi kandıracak kadar büyümedim...''
Ya da ellerime dönüp baktığımda, eğilen bir çizginin yalnızlığına boyun eğmeyi, ben seçmedim...

Şimdi kemiklerime dokunan ince sözlerinin, ruhuma yaslandığı yerdeyim.. Orada bağırıp çağıran hiç kimse yok, ayak seslerime...
Portakalın kabuklarının soyarsan keskin bir koku yarleşir havaya.
Üfle az sonra geçecek yada geçebilme ihtimali tahmin ettiğinden bile daha fazla belkide pencereden kafamı uzatsam bu karda kıyamette gerçekten hasta olurum.
Sayılar roma rakamının çerçeveli atlası, tek sayılarda hüküm süren bencil bir anlatı.
Yok yok bu gece dermansız yanlarımı kagıda asıp kurutacağım.
Hem sadece altı üstü sag işaret parmağıma sıkışan bir sogukluğu ısıtmak zorunda kalırım hepsi bu.
'' Sol elim nedense daima sıcak...''

'' İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?...


Kahraman TAZEOGLU

Hiç yorum yok: