2 Temmuz 2009 Perşembe

İçimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ? |2|

Bu gece bir kez daha düş salıncağında debelenenip kollarına doğru düşmek için gökyüzünde olacağım ve sen, giderken ikimizin gidememek arasında kalmışlığımızı öpeceksin ıslak dudaklarınla...


Renklerin bakışlarında nakış gibi düşüyor yaşam göz bebeklerime... Hiç durmasam ve durmadan karalasam sekteye uğratılmış geçmiş günlerimi.
Ya da durup yalnızca gülümsesem kirpiklerin sivri bakışlarında...

Tarihin koynuna saklanan mavi bir şehir aldı ruhumu...
Her imlâda vuruyorum göz bebeklerine kendimi görebilmek için.
Kış, uykusundayken uğramıştım koynuna, uykumdan uyandığımda geleceğim yanına...

Uyku molası...


İki adım ötede koltuğa sarılmış kolların duruyor...
Öylesine sevdiğim, öylesine...
Küçük bir resmin bembeyaz bir kağıda usulca işlenişi gibi...
ve belki damarlarından boşluğa süzülen özlemin buruk hüznü gibi...
öylesine sevdiğim, bil ki öylesine...


Odadaki ışık yavaşça uykuya adıyor gözlerimi, yanıp yanıp sönerken.
Ya uyursam? Ya uyur da bal rengi gözlerinden bakamazsam adına "hayat" dediğim ters soru işaretinin birlikteliğine...?
Bak, yanaklarımda ellerini yıkadıktan sonra bıraktığın yaşların ıslak izleri saklı halâ...
Her sabah ilk işim onlara su vermek oluyor, yanağında başlamak için yeni bir güne sensiz de olsam...

Islak sevdam...
Uyu
-yor...

gel sen yine; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Ağustos geceleri parça parça dökülüyor hücrelerime. Bir yanda yıldızların şaşkın bakışları, diğer yanda sayfa arası güncemin aydınlanan düşleri...
İntihara meyilliyken uykularım, son bahar; kesti yolumu yaza inat. Biliyor musun, böyle zamanlarda vurur dalgalar sahilden önce bedenime.
Her yanım yara bere içinde ayıklarım incinen hislerimi...
Çığlıklar yükselir karanlığın bağrına bastığım yerinden...
Karanlık susar ve ben alırım geceyi, koynuma...


Zamanı göstermesin içimdeki film...
Bu sarhoşluktan usanmadım; yoksa duyuramazdı hiçbir ses varlığını bana, kan kusarken cehennemimde...


UykuM-olası(N)...
Uyku(n)dasın
ve gece ağır ağır
işleniyor düşlerime
senden çıkıyorum yola
adımlarım seninle...


Odanın duvarlarını sarı bir ışık bölüyor.
Sen görmüyorsun...
Süzülüyorum göz kapaklarına doğru, gece örtmeden ikimizin de üstünü...

sen ; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Düş molası...

Birkaç adım ötede yaşam uzanmış gökyüzüne, bizi izliyor...
Öylesine sevdiğim, öylesine...
Yemyeşil bir vadiye bakan gözler gibi...
ve belki doymak için seviye bırakılan minik bir tebessüm gibi...
Öylesine sevdiğim, bil ki öylesine...


Öylesine doyuyorum seninle kana kana...

O köşede inmeyecektin... Daha anlatacaklarım vardı... Bak kızdırdın yıldızları...

O köşede inmeyecektin...

Dört duvar...
Bir yalnızlık çekiyor kanatlarımdan bir de sessizlik...
"Dur!" diyorum, dur ve bir defa olsun dinle...
Bakışlarına astığın öfke, parmaklarını sertleştiren yazgı benim değil!!
Dur ve dinle...
İstersen soluğuma karış ya da ne bileyim içimden bir renk seç, senin için sakladıklarımdan; ama ne olur, bari sen çekme kanatlarımdan...

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Bilmezsin, nasıl da kırılgandır uyurken düşlerim... Hani bir gece ansızın çekip gitmiştin ya, ilk o zaman anladım bunu.
Sensiz kanatlarım yoktu benim. Gitme diyecek oldum, gecene inecektim; ama sen çoktan karanlık koridorlarına doğru yola çıkmıştın.
Sesime karıştırdığın göz yaşlarımla ve kanatlarım kırılmış bir şekilde, uzun bir uyanıklık haline sokmuştun beni...

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Biraz daha fazla kalsaydın yanımda gerçekten acıtır mıydı söyleyeceklerin?

Oysa, oysa anlatacaklarım vardı daha...
Sana biriktirdiğim sayfaları okuyacaktım. Her biri sonsuzluk olan... Neşter çabukluğunda vücuda işleyen...
Uzandım...
Gökyüzünün sana uzanan genişliğine.
Kirpiklerimde ağırlaşan suların gel-gitiyle, uzandım...
Geceyi aydınlatan tek bir yıldız kalmıştı. Ona baktım... Konuşmaya çalıştım... Ama o çoktan rengini almıştı gözlerimden...
Biliyorum o da kızmıştı... Kim bilir; kim bilir hangi parçasına dokunmuştun kanatlarımı kırarken.
Gittin...

Sancılı bir bahar ı henüz yeni yeni toplamaya başlamışken ben, karakış çoktan gelip yerleşmişti içime. Kaç defa arkandan bağırdım...
Gündüz ve gece... an be an...
Yoktun...


O günden sonra ben de sustum. O köşede inmeyecektin...

Çoğaldık, çoktuk gecelerde....


Sahipsiz bir renkti bizi yalnızlığımıza götüren... Derinlerden yansıyan kağıt geminin kırışmış sayfalarında, korkularımızın renklerini gördük...
Ayağı takılıp yere düşen palyaçolar gibi güldürüyorduk zifiri karanlığı...


Azaldık, azdık gündüzlerde...


Renklere bulanmış bedenimizdi, bizi yalnızlığa götüren. Sığ sessizliklerden geceye akor basan yüreğimizin acı çığlığını duyduk.


Çoğaldık, çoktuk...
Azaldık, azdık...
Ama yine de hep güldürdük zifiri karanlığı...
"Yazgısı çoktan belli sığındığım delhizlerin... Sen bana tehlikesi olmayan dehlizlerin mirasısın...
Büyük ve kaygan zeminlerin sonrasında geceyi, bakışlarıyla örten...
Pusulamı sana ayarlıyor ve kalbimi bir ömür boyu sana rehin veriyorum..."

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Yoksul acılardan geldim, koynumda benin sıcaklığıyla...
Dört mevsim ten rengi...
Henüz açılmamış yollar vardı. Kar değilse bile, çamurlaşmış beklentiler tıkamıştı her yanı(mı).
Sigaramın titreyen dumanında oyunlar oynadım göz bebeklerimle. Bir sağa bir sola giden yalnızlık çiziliyordu duvarlara o vakitler...
Ben ölümü toprağın kokusunda değil; yabancı yollarda yaşadım.
Öksüzdü tenimde dağılan dilsiz kelimeler...
Harcadıkça yazılanları, alıkonuldu hep bir aşk daha... Şimdi, göğsümdeki irin çözülüyor pembe bulutlara değdikçe...


"Sevdiğim, düş bahçemizde uyandırma beni; ne gece ne gündüz... Bir omzunda ben, bir omzunda aşk olsun..."


Hatırlarsın, ilk sağ yanıma yaslanmıştın dolunay aralarken kelimelerinle kanattığın yüreğimi. Ağzımda sustuğum cümlelerim saklıydı.
Susma dedikçe içim, susuyordum. Ilık bir rüzgâr yıkıyordu bedenimi her konuşma sonrası.
'' Bahar '' zamanıydı. Sevdalıların kıpırdandığı vadide ben, susuz kalmıştım.
Hangi tarihin derinliklerinden mühürlenmiştin alın yazıma bilmiyorum; ama taşlar bir bir diziliyordu bitkin ve şaşkın gözlerime.


"Geleceksen ihanetin pususuna bir bıçak darbesi daha at, öyle gel! Ki gideceksen eğer; karanlık ve soğuk bir yazgının çerçevesine çizmeden bir resmi, seni bana terk et öyle git!!"

Ve içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ;

Hakkını ödemeliyim imâ ettiğim düş yataklarımın... Sırtımda izi kaybolsa da etkisi azalmayan neşter darbeleri.
Ay ışığına sakladığım, unuttuğum ve çoktan kendini ölüme terk etmiş hikâyeler...
Biliyorum, bir tek sen dokunursan ayrışır yalnızlığım... Yıkılır, yüreğime açtığım zindan...
Yabancı masalların ağır yorgunluğundan ve uzaklıkların çatallanmış yazgısından, beni bir tek sen çıkarırsın...


İçimdeki en derin uykusun, sükûtun kol gezdiği...
Saati çalınmış ölümün dirilttiği, suya yansıyan gölgem: "Şimdi tut ve bırakma ellerimi..."

Kederli gözlerinde salınan narin bir serçenin yol ağzında bekleyen yalnızlığından aldım seni...
Oradaydın...
Tam da hazan mevsimine kavuşurken düşlerim...

Ben en çok hazana vuruldum şu koca ömrün aymazlığında...Mumlar yaktım, her damla alevde, yavaş yavaş eriten...
Kokusuna sakladım içimdeki küçük çocuğun korkularını. Dağıldıkça alev odamın içinde, ben de dağıldım...

Kederli gözlerinde salınan narin bir serçenin, uyku sonrası aralanan göz kapaklarında buldum seni...
Kirpiklerimdeydin...
Tam da mahmurluğuna karışmışken tenim...

İçimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Asıl şimdi kilitli valizlerin açılma zamanıdır...
Tüketilen sarı kağıtların derlenip bir an önce suyun berrak bakışlarına koyma vaktidir geçmişi...
Az ötemde, yorgunluğunu kırışmış bedeninde saklayan eski bir fotoğraf duruyor. Arka fonda yıkılmış bir ev... Virane...
Oysa ilk çekildiği anı hatırlıyorum da o fotoğrafın, ne de güzel görünüyordu evi saran yeşil sarmaşıklar.
Şimdiyse mutlu bir karenin yerini hüzün dumanları sarmış.
Dedim ya çoktan vakt-i zamanı gelmiş derleyip toparlamanın...

Kederli gözlerinde salınan narin bir serçenin, dudaklarına düştüğü anda içimi aydınlatan tebessümünde öptüm seni...
Dumanlarımdaydın...
Tam da tadını almışken busem...

"Seni bulduğum yerde...
Her şeyi toplamış olacağım..."

İçimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

Ayak sesleri...

Vuruluyorum gecenin perçeminden dökülen sessizliğin altında...

Ne kadar bağırsam apartmanlararası bir sarhoşluk bastırıyor sesimi....

Kapı aralanıyor,

uzanıp bir aralık bakacak oluyorum,

sonrası yine hep aynı...

Ölüme susamış göz bebeklerim...
Aynamda yaşlı bir son bahar yansıması...
Dalıp gidiyorum sesinin yankısına, olmuyor..

Sen hiç özlemden öldüğünü gördün mü birinin?


Ayak uçlarıma vuruyor rüzgarın narin dokunuşları. Geceyi kaplayan sensizlik her bir an içinde, darmadağın düşüyor...
Ne çok zaman geçmiş geceye anlatmayalı bir sevi masalını...
ve ne çok zaman uzaklarda bir düşü yakalamayalı...
Öylesine bakmayalı boşluğa...

Saçlarıma sarılıyorum. Hani senin omuzlarıma düşen masumluğunu seyrettiğin saçlarımı.
Ellerime alıyorum ve defne kokulu düşlerimi yatırıyorum dizlerine...
Böyle zamanlarda içimde binlerce yol kıvrılır sana doğru.
Başı da sen; sonu da sen...


Geceyi harmanlıyorum ilerledikçe senli düşüncelerde...
Bir elimde özlem, bir elimde ayrılık...
Hasretle sohbet ediyorum, biliyorum o da sen...
Gözlerinle buluşuyorum, sonra birden yanımda olmadığının farkına varıyor ve sıçrıyorum...

Sevdiğim; sen hiç özlemden öldüğünü gördün mü birinin?


Yaklaş...
Uzat kalbini o derinliğin içinden...
Dokun...
Sol omzuma değdiğin yerden...
Sev...
Bütün anlamların ötesinde...


Ben özlemle ( b )ölü(nü)yorum, biz görmesek de özlemden ölen birini sevdiğim...
içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?

içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?
Kan kusuyor yine tarihin sorgusuna takılmış sözlerin... Dinleyerek değil; okuyarak hiç değil; in(ley)erek adımlıyorum satır başlarından bir sonrakine...

/Oysa sessiz bir çağlayandı aşk bakışlarımızın altında.../

Aşk çağlarken gidenler yalnızca duruyordu oysa; ve biliyor musun ihanete düşen sözler değil; sözsüzlüğü olmuştur gidenin...

İmlâsı son bulur, yok olur, ve ancak -bir şiirde bir aşk- tıpkı bu geceki gibi, sadece harfler arasına sıkışıp kanıma karışır...

/Hem Aşk kimin dilinde, son noktasına ulaşmıştır ki; direnişi son bulsun.../


Suskunluğum namlunun ucunda, uzatması olmasın bu dilsizliğinin. Çekeceksen çek kanımı
ve git...
-ki çekilmişim ...

Şimdi ; içimdeki boşluğa düş... ben tutarım seni ?
...
Bitirdi…

Her şeyi yitireceğini bile bile..
Kim sorgusuzdu, kim asılsız yakalanan…? Gidenlerin arasında, hangi yalnızlığı kolladı ki yüreklerimiz...
Yüreğin…
Unutulmuş, gerçek düş gezginleri..
Kim kaldı ki yaralarımızdan bize gebe?


Tenha gecelerin, tenha şehrin adamı... Uslanmaz mısın dizelerde kırdığın yaşamların cinayete ortak gecelerinden?
Kim bilir daha nice aşk asılsız ihbara yakalanacak?
Sorgusuzca çekip gidilmiyor bazen… Sorguluyorsun, ve azap gelip yerleşiyor can damarlarına...
Derin bir nefes ve belki derin bir ölüm gibi çekiyorsun nefesinden zehir kusan havayı...


Olmuyor…
Söz geçiremiyorum…
Bu ağır hava, içimi koyu yalnızlıklara çeken bu dip yalnızlıklar...
Dem vaktinden kaçarken, yakalanıyorum her defasında aşkın tonuna...
Kış buhranla kalkıyor içimden...
Aşksa hep ihanetin başucunda...
Ne iklim ne mevsim ne de ihanetle vurulmuş onlarca yürek, ölmeden dirilmiyor bu kara şehrinde...
Nefesim yetmiyor, aklım bulanıyor karalanan her kelimede....
Bu nasıl gidiştir soysuz sevginin gölgesinde sere serpe vurularak??
Bu nasıl isyan!!!

Dedim ya, olmuyor…
İçimdeki boşluğa düş...

Koyulaştırdığın dizelerine, rengârenk kalemlerle, yazı da yazılmıyor...
Ölüm şimdi, dizelerinde sızıyor tüm son bahar aşıklarının..
Sen; sen sessizliğinde kuşatırken ve belki kuşanırken is kokularını..

...

Hiç yorum yok: