2 Temmuz 2009 Perşembe

İçimdeki boşluga düş... ben tutarım seni ? |5|

Anlatılmaz olunca düşünceye çöreklenen sevda kıpırtıları, içim sığmaz olur benim...
Sığmıyorum...

Bir bulut gözlerimde dolanıp duruyor aylardır... Ne sis sarıyor etrafını, ne de başka bir şey...
Terkisine alıp göz yaşlarımı, savrulup gidiyor yüzümdeki çizgiler arasında...
Biliyor musun, sana dair ıslaklığımı seviyorum... Kırmızı bir çerçeveye aldım dökülüp gidenleri.
Çarptıkça her köşesine çerçevenin, sana uzanıyorum. Orası huzur, orası şevkât, hissediyorum...

Günlerdir çoğalan bir hızla derinsuya adanıyor içimdeki damarlar.
Gelecek birgünün endişesinden çok, umudu gelip yerleşiveriyor seninle yaşadığım ortak gecelerime...

Gel ; İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Yârim...
Alyuvarlarında saklı bir taneyim ben...
Bölündükçe sana akarım...
Başlayınca gecenin tıkırtıları, yarına bilet keser düşlerim...

Ayrılık çatısında gizli kavuşmalar yaşar ömür... Görülmemiş anların, görülecek düşleri, gelir kurulur dudak kenarlarıma..
Aynadaki yansımama takılır ve sonra içimde oluşan sevincin konukluğunu izlerim uzun bir süre.
Uzun sürsün derim ve yanyanalık hep bizimle dursun, yanıbaşımızda...

Şakası yapılan oyunlar yaşandı. Göz ucuyla diğerlerinin saklandığı yerleri söyleyen ilk sobenin kızgınlığında...
"Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe" denince bitmiyordu ki oyun...
Bir mızıkçı ya da gönüllü bir şekilde yakalanan daima oluyordu.
Oyun içinde oyun...
Saflığın yaşamın diğer değişkenleriyle yer değiştirdiği anlar... Türlü gayretler içinde, savunmayı yaran hızlı ataklar....
Kim başlattıysa, suçlu O...
Belki de...

Netliği nereye çökerttik ve hangi enkazın altından göz kırpar gibi bakakaldık bugüne?
Bugün...
Kolay bir darbeyle ayrışacak kadar zayıf, anlamı çarpacak kadar güçlü...

Birazdan sarılınca yastığa, yine çukurlaşacak bir yanım. Aradığımda bulamayacağım mızmızlanan yıllarımı...
Hiçbir şey yerli yerinde durmuyor ki!

Acaba sabun parçacıkları mı koysam tıkırtıların arasına, ne dersiniz?
Belki de gece pirelenmiştir...
İkna denizleri... Kulaç atmakla bitmiyor ki...
Çoğu zaman beyinde başlayıp bacaklara doğru yayılan bir stresle başlıyor kemirmeye içimi...
Hangi yolun başında dursam da çıkışı bulabilirim diye dolanıp duruyorum.

Sen yinede ; İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Bak işte, tam şuradan dalarsan yüreğime, gamzelerine yol açılacak biliyorsun...
Hadi... Biraz daha denersen kıvrımlarında dolaşacağım adım adım...
Dayan...
Gamzen geldi gelecek...

Yeni bir yaşamın muştulayıcısı gülümseyişin...
Yüksek rakımlı yolların engebesi gibi derin ve sert... İçine doluyorum zamansız arayışlarımda...
Sen hiç durma gül olur mu?

Ateş (d)oldu bedenim...
Tere hapis tutsak an kırıntıları...
Otuz sekiz derecede dondu tüm kareler...
Uyandım...
Yanımdaydın...

Gülümse....
Ekseninde dolaştığım ayak izleri kime ait...?
Sabahın kör saatlerinde uykumu dürterek yerimden sıçratan, rüyaların kahramanı kim...?

Yine beli bükülüyor noktaların, ince bir çizgiyle...
İlmekten geçecek ölümün hazzı çarpıyor demirden kalbin duvarlarına...
Yol yakınken sırtını dön, acılarını alayım...
Gitme...

Yüzlerce metreden yüzüme vuran karanlığın sonu yok!!! Belki de ucu bucağı olmayan bir derinliğin kucağına dalmış gözlerim...
Bir taş atsan, yankısı duyulamayacak kadar uzak...

Yoklamak anlamsız...

Peki ya, oradaysan...???
....Bir adam görmüştüm...
Siyahtı, yoktu...
Kadın yaklaştı ona, bembeyaz bir öykü gibi duruyordu renksizliğin ortasında...
Kısa bir öykü yazabilirdi yazar; ama, ama vazgeçti...
...

............

Silsile halinde tutuşur gece...
Harflere dokunan yazar, kırar kalemi içinde...
gece siyah...
yazar-dı siyah...
kim yıktı katlanmış gemilerin hevesini dudaklarımda...?
suçlu kimse, eğilsin yokluğun ayak izinde...

Sen yinede ; İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?


Düşlerimin dansını, içinden geçen ilk ben'i yok etme sevdiğim...
Coşkusunda bir yürek...
Bekliyor... bekliyor... bekliyor...
Yaşamın süzdürülmüş bakışlarından alıntıladığı sesleri süzüyor süzgeçten her gece, her an ve daima...

Çocukluğumdan beri koşuyorum. Her durak sessiz bir çığlık oldu düşlerimde. Üşüyerek vardım gideceğim yerlere, belki ısınırım diye...
Olmadı...
Ya yanlış durakların yörüngesinde sıkışıp kaldım ya da yörüngesine girecek bir durak yoktu aslında...
Mevsimlerin koynunda yürüdüm... Ne sevmediğim kışın hükmü geçti ayaklarıma ne de geçiş mevsimlerinin hastalıklı seramonisi...
Diktim...
Duruşlarımda salınan saklı kızgınlığın yansıması vuruyordu duvarlarıma... Yalnızlıktan siniyordu dumanlar perdelere.

Şimdi saatler gün geçtikçe eğiliyor düşlerimin önünde...
Beklediğim, bir şehrin uzak bir yamacında, sarılacağı kollar için uykuya yatıyor, yarı uyanık...

Özlemin saati kurulu aylardır yanaklarımda...
Yarım yamalak gülümseyişimin demlenmeyişi bundan...
Sokaklarımdasın...
Girintili çıkıntılı dağlarımsın bulutların eksik olmadığı...
Yamaçlarında dolaşıyorum ve eteklerine konuyorum yağmurlarımla...

D
ü
ş

İçimdeki boşluğa ve orda ebedi uykunun huzuruna...

Damarlarımdan...
Geçit vermeyen yolların dar köşelerinden...
Suçlu sevilerin yaralı bekleyişlerinden...
Yürekten dökülen nemli sözlerin tesellisinde...
Akıyorum ey zaman...! Sana doğru...

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Etrafın tozlu kalıntılarında sallanan bir kayık misali durgun bakışların... Dalıyorum her yerinden kaçışı olmayan derinliğe...
Kaçmıyorum...
Dinlendiğim öykümsün, seni koynumdan öteye nasıl atar derinsuyu sallayacak anneliğim...
Söyle, nasıl?

Yerden yere vuruldu yıllarca içimdeki mevsim...
Ne kışı bildim ne de yazı...
Tek mevsim yolculuğum vardı, adını benim bile bilemediğim, bilmediğim...
Kayıp anıların tortusunda devraldım ışığın tenime değen rengini...
Saf, berrak ve öylesine ben doluydu...
Bir sır gibi...

Ömrümden ömrüne açılacak binlerce kapıdan, tek bir kapı var yol aldığım... Canını canıma emanet ettiğin yerde duruyorum...
Akan yaşların duruluğunda taşıyorum içime ektiğin tohumları, zamansız şarkıların dillendirişi gibi kapanmış yolları...
Hasret taşırıyorum yüreğimden an be an...
Özlem kavşaklarını dönüyorum adım adım ve her adımda düş taşıyıcılığı yapıyorum...
Seninle aldığım nefeslerin tadı hiç olmadı sevdiğim...
Bilmiyorum...

Hayat bazen öyle küçük anlarda kuşatıyor ki dünyamı, ben bile ellerimin çocuksu kapanışlarına dayanamıyorum...
Kapanıyorum...

İçimdeki girdapların sayısını ezberlediğim, nice senem oldu şu yaşta... Bazı şeyler var ki gözlerimizden taşıyor geceye...
Hangi doğuma uyanıyoruz ve hangi düşlerin kucağında yatırıyoruz mayalı bekleyişlerimizi, kestiremiyorum...
Asıl daralan, bekleyişlerin boynumuza astığı o kalın ip...
Bizi çıkmaza sürükleyen...
Bir sigaraya bile dayanmıyor gecem, başım dönüyor...
Özleminin vurduğu kalbim içten içe çekiliyor sana...
Bil ki ben de varoluyorum, ölümün kucak açtığı bir hayatta, verdiğin o muhteşem tatla...
İnsan bazı duyguların eşiğinde, yaşamamışlık çıkmazında açmaza düşüveriyormuş, anladım...
Yıllarca taşıdığım sevgi damlaları bu defa beni vurdu...
Çiçek çiçek dokunuyorsun ömrüme, kendimi ertelediğim bir anda...
Ordasın... Yıldızlara boyun eğdiğin, ellerini sıkıca başında birleştirdiğin gecenin yalnız odasında...

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Beklediğim...
Canıma bir ömür yoldaş olacak sevdiğim...Birgün daha yaşandı yollarında...
Ufak bir kız çocuğu göz kırpıyor yanaklarıma... İlk çığlığını duyuyorum derinlerden...
Su gibi... Suya dokunmak gibi...
Terk edip koca bir şehri bilinmezliğin içinde, yepyeni bir sayfa açmak gibi...
Kırmızı tokaları olsun annesinden saçlarına dokunan... Düşleri olsun yaprak yaprak gecelerime dokunan babası gibi...

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Sevdim...
Birtek seni seçtim, tüm yaşanmışlıklar adına...
Adınla yatacağım bu gece uykuya...
Saatler kala paylaşacaklarımıza, gerçek yaşama ulaşmadan gri bir gökyüzü ellerimle sıyıracağım bu geceyi bulutların arasından...

Sesim...

Sesinin yankısı...

Her nerdeysen düşünde, senin yanına geliyorum sevdiğim..

Eğer buradaysan, senden başka bir yere gitmiyorum...

Yazgım, biraz da kanaması hayatın...

Hala kanayabildiğimi görebilmek belki de...

Güçsüz bırakmayacağını, ellerinle ömrüme her zaman dokunacağını ve seni ömrüm yettiğince seveceğimi biliyorum...

Sen sevdiğimsin...


Bil ki, her can alışında hayat, çeperlerini tekrar doğmak için tekmeliyorum..

günaydınım... narçiçeği-m ?

sevdiğim...

...

Son bahara ekiyoruz bir kızın eteklerindeki oyuncakları...

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Bir hayat daha var bizi bekleyen...
Hadi aç kollarını uykudan önce...
Sancılı bekleyişlerimin baş ucunda bekleyen...
Kucağıma fısıltılı sözcükler saçıp uykuya dalan...
Başımı yastığa koyduğumda gecenin ninnisi derinsu'ya fısıldayan aşk:

" Devirdik işte günlerin üzerimize döktüğü bekleyişleri.
Zaman da tıkanıyormuş bak...

Varlığıma kucak açtığın anda, basamakları iniyor olacağım...
Peron no bu defa 34...
Kalbimin pencere kenarı..."
İnce bir delik...
Nasıl açıldığı veya nerede, nasıl meydana geldiği meçhûl...
Bildiğim tek şey var ki; o da bu deliğin ben daha çok küçükken içime açılıp terk edildiğim....

Sağ yanımda bir sevdanın yangını yatıyor... Güne vurmuş bedenini arındırıyor aralık uykularda... Kim bilir nerede şimdi...
Ellerinden başına düşen gölgenin sıcağındayım... Daha dün gece içimizden taşan alevleri temizliyordu İstanbul...

Bir sayfanın ömrümde bunca yer kaplaması ve beni yaşayacaklarımdan ertelemesi canımı sıkıyor...
Yapabilseydim...
Ya da yalnızca kokuma sahip çıkacağını kendime anlatabilseydim, hiç durmaz çıkardım merdivenlerden yukarı...

Bu gece yanaklarımda sessiz ve hassas bir bekleyiş var...
Üzgünüm...

Birazdan zaman dolacak...
Unutmadan yanımda getirdiklerimi, çıkmam lazım bir an önce...

Çıkarken sen ; İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?


İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

İki adımda yollar bitiyor.. Basamaklardan yavaş yavaş çıkarken bir yaşam, geride kalan şehrin örtüsünü düşünmüyor bile insan...
Bir şehir ki yazgısında sakladığı geçmişinden sıyrılmamak adına peşini bırakmıyor adımlarımın...
Silinmiş, paramparça olmuş öyle çok ayrıntı var ki; tüm bunlara rağmen vazgeçmenin sokaklarında neden dolaşmıyor anlamak zor!
Hem zaten düşünce atlasında artık yer yok... Çoktan yola düştüm bile...

Film karelerini andırır bir şekilde yarı uykulu yarı uyanık geçiyorum doğanın değişen görüntülerini...
Böyle zamanlarda ruhumda açılan ipeksi şalın rüzgârına asıyorum boynumu...
Boğulacağım ana gelene kadar katledilecek öyle çok durak oluyor ki; belki de bu yüzden yumuşak bir rahatlığın koynuna teslim ediyorum geçmişimi...
Canımda eskisi gibi iğneli sancılar yaşanmıyor.. Tozları kaldırmanın veya içimdeki bütün mikroorganizmaları dışarı salıvermenin bir anlamı kalmadı artık.
Hepsi istemli bir şekilde dağıldıverdi. Diyorlar ki yıldız tozu var esintinin kimyasında... Sesler de boşluğun anaforunda kaybolup gitti...

Pencere kenarında süzülüyor göz yaşlarım...
Hesapsızca...
Pencereyi sıyırdım hayalimde ve elimi rüzgâra verdim... Sıcak bir iklimin kollarında hızla devireceğimi biliyordum kilometreleri...
Ara sıra arka koltuktan içime yayılan gitar sesi de eşlik ediyordu... Es verene kadar izledim... İlk mola...

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

İçimdeki boşluğa düş... Ben tutarım seni ?

Az kaldı diyerek tükettiğimiz saat çemberinin artık daha da daraldığını, içime yerleşen o sevimli heyecanla anlayabiliyordum...
Çocukların dillerine doladığı: "Yatacağız, kalkacağız sonra yanındayım" tekerlemesinden bir yudum daha aldıktan sonra, nikotinin ellerine bıraktım içimi...
Dağ havasının bol oksijeni ve içimdeki çelişkiyle beraber, birkaç adımda turladım otobüsün etrafını...
Mola bitti... ve sana yakınlaştığımın anonsu çınladı yüreğimde...

Okumaya hevesli başladığım kitabın sayfaları bir türlü bitmek bilmiyordu... Her meraklı çevirişten sonra göz ucuyla kontrol ediyordum levhaları...
Rakım yükseldikçe içimdeki kan basıncı da değişiyordu...
Bu sendin...

Sonra gözlerimi kapatmışım... farkında bile değilim... Açtığımda boğazın gri rengi çarpıyordu pencere kenarlarına...

İki adımda...
Yollar...
Özlemler...
Bekleyişin sırtına vurduğumuz yükler...
Her şey ama her şey iki adımda...

Kitap ilk defa yarım bir sayfa aralığında kapatıldı...
ve iki adımda çoktan kollarındaydım...Şiir gibi...
Kaldırımda ; kaldırımlarda öğütülür yalnızlığım...
Toza karışmış adımlarımın terkisinde, sazın gövdesinde inleyen bir yaşam gibi çırpınır sevdam...
Kimi zaman nefessizliğin geçit vermeyen duvarları arasında, kimi zamansa ard arda çekilen dumanın boğulmuşluğunda...
Can için yürüyorum.

İçimdeki boşluğa düş...Ben tutarım seni ?

Hiç yorum yok: