10 Ağustos 2009 Pazartesi

Çöp Adam Ve Çöp Kızın İmkansız Aşkı..


Her günkü gibi çizerimiz gene kalkar kalkmaz kendini kâğıt kalemin başında bulmuştu, çizme duygusu artık onda bir saplantı haline gelmişti. İstanbul’un bu soğuk gününde kendisine bir fincan kahve hazırlamış, daha sonra da yataktan kalkmış haliyle kendisini masanın başında buluvermişti.

Bugün çok kararlıydı, artık kafasından günlerdir geçen çizimleri gerçekleştirecek ve başaracaktı, buna bütün kalbiyle inanıyordu. Çizebileceğine inandıkça heyecanı artıyordu, engel olamadığı bir şekilde kalbi yerinden fırlayacakmışçasına çarpıyordu.

Bütün hayatını insanlar için çöp adamlar, çöp kızlar, Cin Ali’ler çizerek geçiren bir çizerdi. Ona şöyle uzaktan bir bakınca, çizer olduğunu tahmin edebilirdiniz. Ne kısa ne de uzun olan kıvırcık saçlara, normalden biraz büyük olan bir yüze, yüzünü acemice kaplayan ama sırıtmayan sakallara ve ağzından düşürmediği bir pipoya sahipti çizerimiz. Kendisini de, çizimlerinden fırlayıp gelmiş hayali bir kahraman gibiydi aslında.

Çizerek anlatamayacağı olay ya da durum neredeyse yok gibiydi. Mesleğinde bir numara bile denilebilirdi. Kahramanı olan çöp adamı küçüklüğünden beri tanırdı, daha doğrusu çizerdi. Onu okula göndermişti, arkadaşlarıyla oynamasını sağlamıştı, ailesiyle tartışmasına bile şahit olmuştu ama işte işler öyle bir noktaya gelmişti ki çizerimiz bataklığa saplanmış gibi hareket edemiyor, olayı çizime dökemiyordu bir türlü.

Çöp adamımızın birçok çöp kızla sevgi bağı olmuş, bunların çoğuyla el ele tutuşup parklara, pikniklere bile gitmişti, hatta birçok macerada küçük kırmızı kalplerle dolu çizimler yapmıştı çizerimiz ama şimdi çöp adamımız aşk acısı çekiyordu ve çizerimiz bunu bir türlü çizemiyordu.

Aslına bakılırsa çizemeyeceği bir olay değildi bu, kırık bir kalple ya da somurtan suratlarla basitçe çizebilirdi bu durumu ama onun istediği bu değildi, gerçekten bu kırk yıllık arkadaşının acısını okuyucuya bütün gerçekliğiyle hissettirmek istiyordu.

Önce çöp adamı çizdi büyük bir özenle, kâğıtta yalnız başına ve üzgün duruyordu, eline bir sigara ve yanına yerlere devrilmiş alkol şişeleri çizdi. Başını kaldırıp uzaktan çizdiğine bakınca, çok basit olduğunun farkına vardı ve kâğıdı buruşturup odanın bir köşesine fırlattı. Bu hareketi karşısında sakinliğe alışmış olan evin miskin kedisi birden irkildi ve rahat bir uykuya dalmak için kuyruğunu sallaya sallaya mutfağa doğru yola koyuldu.

Derin bir nefes aldı çizerimiz ve önüne bembeyaz bir kâğıt daha aldı. Düşünceler kafasında o kadar değişik yerlere gidiyordu ki, bir türlü kafasını toplayamıyordu. Aşk acısı nasıl çizilebilirdi ki? Ama sahte acılardan değildi onun istediği, gerçekte yaşanan acıyı işlemek istiyordu çiziminde. Bu sefer çöp kızı çizdi önce, eskisi kadar bakımlı görünmüyordu kızımız, biraz kendini salmış, hayattan bezmiş bir hali vardı. Kâğıdın diğer ucuna da çöp adamı çizdi bir çırpıda. Şimdi asıl mesele kâğıdın ortasına olayı anlatan bir şeyler çizmekti. Ama ne çizebilirdi ki?

Kader yüzünden ayrıldıklarını, imkânsız bir aşka tutulduklarını, birleşmeyi ne kadar çok istediklerini ama bunun mümkün olmadığını nasıl çizebilirdi ki? Çizemediği tek kavramın kader olduğunu anlıyordu yavaş yavaş.

Kâğıdı bir çırpıda buruşturup diğerinin yanına fırlattı. Artık kabullenmişti, hayatı boyunca her şeyi çizmeyi başarmıştı ama işte bunu başaramıyordu. Kafasını ellerinin arasına aldı ve dirseklerini masaya dayadı. Bu şekilde uzun bir süre durduktan sonra tekrar kâğıt kalemi aldı önüne ve çizmeye başladı.

Çoğu zamanki gibi mutlu ve aşk dolu bir tablo çizdi ve masanın başından kalkıp derin düşüncelere daldı.

Aslında durum gayet açık. Acıyı çeken her ne kadar çöp adamla çöp kız gibi görünse de, gerçekte bu aşk acısını çeken çizerimizdir. Kendi duygularını, içinde kopan fırtınaları diğer insanlara anlatmak istemekten başka bir amacı yoktur. Bütün denemelere rağmen bunu başaramamış olması da ona aşk acısının asla anlatılamayacağını ve sadece yaşanabileceğini çok iyi bir şekilde anlatmıştır.

Bu mantıkla düşünmeye devam edersek, çöp adama kendi acısını yükleyen kahramanımıza da bu acıyı yükleyen bir başkası vardır ve o da bu hikayenin yazarıdır.

Gelelim kıssadan hisseye. Yazarların yazı yazmaları, kendi duygularını en iyi aktarma biçimidir ve her yazar hikayesinde bir parça da olsa kendi hayatını yaşar… Ama gene de değişmez bir gerçek varsa o da aşk acısının anlatılmaz, yaşanır olmasıdır…

Hiç yorum yok: