24 Ocak 2009 Cumartesi

Hayat tam da böyle bir şeydir.



Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için
evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da
ısıtırdı…

Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik
beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu
özelliği artık beni huzursuz ediyordu.

İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım.
Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can
atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı,
evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.



Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu.
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal
kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte,
sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne
bekleyebilirdim ki!



Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim?'
Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla
değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi
ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği
benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına,
hattâ ölümüne mâl'olacak. Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.


Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip
çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar
düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.'

'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve
varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'

'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu
kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'
'ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki
krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.'

'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını
hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için
ağzıma ihtiyacım var.'

'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması
kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem,
saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilme merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için
gözlerime ihtiyacım var.'

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'


Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok
sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.' Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu
susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O
çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.



Bu gerçek aşktı.

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de
hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.



Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda
bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi
kalır.



Hayat tam da böyle bir şeydir.

Hiç yorum yok: